BIST 9.469
DOLAR 32,60
EURO 34,80
ALTIN 2.497,58
HABER /  GÜNCEL

Olay büyükelçi ölülerin hesabını tutamadı

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, genç bir diplomat olarak geldiği Türkiye'de 12 Eylül döneminde yaşadıklarını anlattı.

Abone ol

Ankara'ya yeni atanan ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, 30 yıl önce genç bir Amerikalı diplomat olarak görev yaptığı Türkiye'de, darbeye giden günleri anlattı.

ABD Büyükelçisi Ricciardone, 30 yıl önce genç bir Amerikalı diplomat olarak görev yaptığı Türkiye'de, darbeye giden günleri anlattı:

"İlk işim o gün kaç kişinin öldürüldüğünün hesabını tutmaktı. O kadar arttı ki grafik yapmaya başladık. Korkunçtu. İnsanlar askerin gelmesini bekliyor, istiyordu."

Milliyet'e konuşan Ricciardone, ilk kez Türkiye'ye 1977'de sırt çantasıyla turist, ardından 1979'da taze bir diplomat olarak Ankara'ya geldi. Daha sonraki yıllarda Adana'daki ABD konsolosluğunda, İncirlik'te ardından maslahatgüzar olarak Ankara'da görev yapmış.

FARKLI ŞEYLER SÖYLÜYOR

Genç diplomatın 12 Eylül öncesi Adana'dan izlenimleri, bugün medyada 12 Eylül'le ilgili kurulan "darbeyle hesaplaşmak" kurulu söyleminden çok farklı. "Olaylar kontrolden çıkmıştı. Her gün sokaklarda cesetler vardı. Cumhuriyet çöküyordu" diye hatırlıyor o günleri Ricciardone. Ordu geldiğinde herkesin alkışladığını hatırlatıyor.

ABD TALİMAT VERMEDİ

12 Eylül öncesi Türkiye'ye görevli olarak gelen Ricciardone'nin ilk görevi 'ölenlerin listesini tutmaktı'... İşte ABD'li diplomatın gözünden o günler....

"Önce hangi bağlamda konuştuğumu anlatmak istiyorum ki insanlar beni taraflı sanmasın; tarafsız olduğumu bilsin.

Eşim Marie'yle Türkiye'ye ilk geldiğimizde çok gençtik. 1977'de İran'dan turist olarak geldiğimizde 27 yaşındaydım. Burayı çok güzel bulduk o yaz. Bir yıl sonra Dışişleri'ne girdiğimde Türkiye'ye gelme imkanı olunca, hemen atladım. Sınıfta benden başka Türkiye'yi isteyen yoktu; oysa benim için büyük bir rüyaydı buraya gelmek.

1979 Mart'ında (Ankara'daki elçilikte) göreve başladım ve o yaz boyunca siyasi işlere bakan bir memur olarak görevim Milliyet ve diğer gazetelerden o gece kaç kişinin öldürüldüğünün hesabını tutmaktı. Her gün sağdan ve soldan insanlar çatışmalarda ölüyordu. İlk başlarda bu şehirde bir, şu şehirde iki kişi gibiydi ama zaman içinde rakamlar iyice yükselmeye başladı. Bir grafik tutmaya başladık. Çok korkunçtu.

1980'e geldiğimizde durum daha da kötüleşti. Adana'daki konsoloslukta boş bir kadro çıkınca konsolos yardımcısı olarak oraya tayin oldum. Şiddet iyice tırmanmıştı. Adana vahşi Batı gibiydi. Sadece Adana'da sağdan ve soldan günde 10 kişi öldürülüyordu. Korkunçtu.

Eşim Marie orada üniversiteye gidiyordu. üniversitede dostlarımız vardı ve sınıflar sağ ve sol olarak ayrılmıştı."

KUTUPLAŞMA O ZAMANDI

Bugünün Türkiye'sinin kutuplaşmış olduğunu düşünüyorsanız, siz bir de o dönemleri görseydiniz. Toplum o kadar kutuplaşmıştı ki, hapishanelerde bile sağcıların ve solcuların görüş günleri ayrıydı. İnanılmazdı. Görevim icabı uyuşturucu nedeniyle hapiste olan bazı Amerikalıları ziyaret etmek durumundaydım ve hapishaneye yalnız sağcıların gününde gidebiliyorduk. Resmiyete dökülmüştü. Gece yatak odamızdan 5 mil ötedeki patlamaları duyardık. Ya sağcılar solcuları ya da solcular sağcıları provoke etmiş olurdu. Ürkütücüydü.

CUMHURİYET ÇÖKÜYORDU

1980 yazında Türkler, cumhuriyetin gözleri önünde yok olduğuna tanık oluyordu. 1960 ya da 71'le kıyaslanamayacak kadar kötüydü. Tek soru askerin ne zaman geleceğiydi. Yasal düzen çökmüş, cumhuriyet çökmüştü.

Ordu bu ortamda, İncirlik'te kızımız 9 Eylül'de doğduktan 3 gün sonra, geldi. Hastane'deyken ordu (havadan) bildiri atıyordu. "Vatandaşlar merak etmesin cumhuriyetin yok edilmesine izin vermeyeceğiz" diyordu. Biz bunun geleceklerinin işareti olduğunu düşündük. Ertesi gün de darbe oldu.

Herkes orduya ne yapması gerektiğini Amerikalıların söylediğini düşünüyordu. Ama bu saçmalıktı."