BIST 9.717
DOLAR 32,50
EURO 34,96
ALTIN 2.433,14

O ben değilim, başkası!

Düşünün ki bedeninizin içinde birbirinden tamamen bağımsız hareket eden, birbirinden apayrı karakteristik özelliklere, duygulanımlara, alışkanlıklara, sosyal çevrelere sahip bir hatta iki, üç ayrı kişi daha yaşıyor.

 

Üstelik içinizdekilerden biri ansızın bedeninizi ele geçiriyor.

 

Ve bu öylesine ani oluyor ki!

 

Bilinç düzeyinizle tanımlayamıyorsunuz... Çoğu zaman  içinizdeki diğerlerinin farkında olamıyorsunuz… İçinizdekiler de sizi bilmiyor.

 

Ne kadar ağır ve zor değil mi?

 

Sadece empatiye yönelik bir kurgu bu. Ama dünya üzerinde tahminimizden çok daha fazla insan bu durumu yaşıyor.  

 

Bu durum tabii ruhsal bir hastalık ve psikiyatrideki tanımı da “çoğul kişilik” ya da bir diğer deyişle “dissosiyatif kimlik bozukluğu”. 

 

“Nereden çıktı şimdi bu” mu diyorsunuz?

 

Yenilikçi bakış açısı ve değindiği farklı konularla Türk sinemasına imzasını atmış usta yönetmen Mustafa Altıoklar’ın “ Beyza’nın Kadınları” adlı filminden!

 

Film vizyona yeni girdi. Dolayısıyla izlemeyenleri düşünerek detaylıca anlatmak istemiyorum. Film özetle, tanımlayamadığı bilinç kayıplarıyla hayatı altüst olan Beyza ile İstanbul’un farklı yerlerinde meydana gelen seri cinayetlerin kurbanları arasındaki ilişki üzerine kurulu.

 

Buradaki kilit nokta ise Beyza’nın çoğul kişiliği!

 

Filmin üzerine bu konuyla ilgili bir şeyler öğrenme ihtiyacı hissettim. Araştırdığımda karşılaştığım bilgiler ise beni oldukça şaşırttı. Çünkü sanki sadece film kahramanına  mahsusmuş gibi gelen bu hastalık bilinenin aksine çok daha yaygın…

 

Öncelikle çoğul kişilik daha çok kadınlarda rastlanıyor ve çocukluk yıllarında yaşanan travmalardan kaynaklanıyor. Çocukken yaşanan cinsel istismar, duygusal ve fiziksel şiddet, aşırı ihmal hastalığın nedenlerinin başında geliyor. Cerrahi müdahalelerde kullanılan anestezinin etkisi de hastalığın oluşmasında daha düşük oranlarda da olsa etkili olabiliyor.

 

İç dünyada diğer kişiliklerin gelişmesi de uzmanlara göre şöyle gerçekleşiyor:

 

Duygusal ya da fiziksel olarak aldığı darbelere rağmen benliğiyle ve onuruyla varlığını sürdürmek isteyen çocuk, hayal gücünün tüm sınırlarını zorlayarak içinde başka kişilikler yaratıyor. “Bu olaylar benim başıma gelmiyor, başkası yaşıyor” savunmasıyla yaşadıklarının üstünü örtüp bir kişilik büyütüyor ve yerleştiriyor onu içine.

 

Çoğul kişilik vakalarında birinci kişilik daha geleneksel ve tutucu bir yapıdayken bastırılan diğer kişilik ya da kişilikler diğerine oranla çok daha sıra dışı davranışlar sergiliyor. Ve bu farklı kimlikler de genelde sıkıntılı, baskı ve stres altındaki zaman ve ortamlarda ortaya çıkıyor.

 

Araştırmalara göre çoğul kişiliğe sahip hastalar çok yalan söylüyorlar, davranışlarında hızlı ve ani değişiklikler meydana geliyor, hafızalarında büyük boşluklar oluşuyor.

 

Ve bu hastalık şizofreni kadar yaygın!

 

Hastalığın nedenlerine bakılırsa herkesin bilgi sahibi olması gerektiği bir konu bu. Tabii çok daha detaylı incelemek, uzman görüşlerinden faydalanmak şart.

 

Mustafa Altıoklar’ın filminde bu konuyu işlemesi de sanatın toplumsal işlevi açısından bence çok anlamlı.

 

Zira, ruhsal yönden sağlıklı bireyler yetiştirebilmek için önce bu bilince sahip olmak gerektiğini söylemez miyiz hep?