BIST 9.008
DOLAR 32,33
EURO 35,04
ALTIN 2.279,52

Ne Budizm'e yakınım, ne İslam'a uzağım!

"Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin değil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? Günahtır, ayıptır! gibi kavramlar bile sadece beni bağlar.''

Kitap gibi kadın gencecik yaşta hayata gözlerini yumdu.

Bu yaşına o kadar güzel eserler sığdırmış, yaşadığı talihsizlikler de enerjisini almamış, tüm bunlara rağmen arkasından şu anda onunla ilgili akıllarda kalan; ölümden sonra yakılmayı istemesi... Gündem bu, ne acı !

İnsani duygularımız bile ölenlerin ardından sadece bir gün işlevini sürdürüyor, sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yaptıklarıyla anmıyoruz, yüreği ile hiç anmıyoruz...

Acı, ama gerçekte bu. Dikkat edin; ünlülerin ölümünden sonra en çok nelerden bahsediliyor. Demek ki ünlü olmanın dezavantajlarından biri de bu.

Hatırlarsınız dünyaca ünlü sanatçımız Leyla Gencer'de vasiyeti üzerine öldükten sonra yakılıp, küllleri Boğaz'ın sularına serpilmişti.

Özellikle bu olaydan sonra da yakılıp küllerinin Boğaz'a serpilmesini isteyenlerde hayli çoğalma olmuş. Ama işte yakılacak krematoryum olmayınca istekler havada asılı kalmış.
Sanırım birçoğunuz benim gibi Boğaz sularının gelecekte Hindu'ların kutsal Ganj nehri gibi olma ihtimalini düşünüp, içinden bir ıyyykkk! sesi çıkarmıştır.

Öldükten sonra yakılma öyle sanıldığı gibi sadece Hristiyanlarda ve Yahudilerde yoktur.
Ölülerin yakılması Orta Asya ve Anadolu'da çok yaygın kullanılmış, Türklerin uzak olmadığı bir yöntem. Hindistan ve Uzakdoğu'da ilkel yöntemlerle ölünün odunla yakılması bugün de hala uygulanıyor.

Diğer taraftan kişinin öldükten sonrası için bunu vasiyet etmesi, çoğu zaman dini inancı ile alakalı bir durum olmayabilir.

Bu sadece hayata ve ölüme bakış açısı ve bir nevi, ölümünde; küllerini kendini olmak istediği yerde görme arzusuyla açıklayabiliriz belki de...

Meral Okay defnedildi. Ama vasiyeti yerine getirilmedi, belki de getirilmeliydi.
O, Ayşe Arman'la yaptığı röportajda şöyle söylemişti:

''Beni yaksınlar, küllerimi de götürüp Gökova'ya bıraksınlar. Yoksa kavanozda durayım, kütüphanede baş köşede olayım gibi fetişlerim yok yani... Ne Budizme yakınım ne İslam'a uzağım. Üstelik son derece inançlıyım. Ben sadece şunu savunuyorum: Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin değil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? Günahtır, ayıptır! gibi kavramlar bile sadece beni bağlar.''

Ölümünden sonra yakılmayı vasiyet eden biri neden dinsiz olsun ?

O sadece toprağa geri dönmek yerine, çok sevdiği deniz sularına serpilmek, orada yaşamak istiyordu.

Yok mu yani bunu isteyenler içimizde ?

Her şeyin ucunu getirip dini inanca dayamak ne derece doğrudur?

Ötenazi isteyenlere de dinsiz deniyor, çünkü Allah'ın verdiği canı ancak o alır.
Ama yok mu bunun başka açıklaması ve/ya yolu ? Düşünün; yaşamak artık sadece acı veriyor ve bu acılara katlanamıyor, tedavisi de yok ölümü bekliyor. Ama öyle bir bekleyiş ki bitmek bilmiyor. Acıyla, inlemelerle yaşanmıyor.İşte tam o anda kişinin ötenazi istemesi insancıl bir istek değil mi ?

Ölümümüzle ilgili bir kararın topluluklarla ilgili bir sağlaması mı olmalı gerçekten?