BIST 9.645
DOLAR 32,57
EURO 34,88
ALTIN 2.431,82

Müzikte kuram-estetiklik ve S. Ergin Hocamız’ın “tarihi” konferansı… (2)

Müzikte; estetiğin yeri ve işlevi küçümsenmemeli.

Değerli Arkadaşlar !

         Buraya kadar olan ve özellikle konuya yabancı veya yabancılaşmış olanları, belki de zihnen, biraz, yormuş olabilen kısmen felsefesel (felsefi) açıklamaları yeterli sayarak, yine estetiğe, felsefesel olarak yönelelim. Tabii, felsefe yapmak demek o alanı veya konuyu iyice/tereddütsüz anlamak/kavramak için, ona dair gereksinilen/uygun soruları sormak demektir. Tıpkı; müziği anlamanın/öğrenmenin müzik felsefesinin, Müzik Nedir ? (What is music ?) sorusu ile başladığı gibi.

         Estetik nedir?, İşlevi ya da amacı nedir?, Ne yarar sağlar?, Estetik niçin vardır?, Olması zorunlu mudur?, Zorunlu ise niçin zorunludur? gibi soruların hepsine, öyle sanıyorum ki, estetik’e getirmeğe çalıştığım tanım, yeterince cevap verecektir:

         Estetik;  bir bütünün, parçaları ile (yani o bütünü oluşturan her bir öğesi ile) olan uyum ve ilişkisini, bütünün işlev veya amacını, mükemmel (en güzel-kusursuz) bir şekilde gerçekleştirmekteki başarısını, genel geçerli kural ve anlayışlara uygunluğuna göre inceleyen ve denetleyen bir felsefe dalıdır.

         Bu tanımı müzik için düşünürsek, müzik estetiğinin, daha iyi bir tanımını buluncaya kadar, şimdilik şu şekilde ve kısaca tanımlanabileceğini düşünüyorum: Müzik estetiği: “Bir müzik eserinin, parçalarıyla olan uyum ve ilişkileriyle birlikte, estetiksel denetimi/eleştirisidir.”

         (Bu tanım benim anlayışımı yansıtır. Her zaman eleştiriye açıktır. S.Ergin)

      Hatırlarsanız KANT, estetik us’un (yani estetik olarak düşünen aklın), kuramın uygu alanındaki denetçisi olduğunu vurguluyordu.

         (Bir parantez içinde şu noktaları açıklamak yararlı olabilir:  Eleştiri, felsefede Kant’ın öğretisinin özelliğidir. Ancak; felsefede eleştiri bilginin doğruluğunu yargılama anlamında kullanılırken, Kant eleştiriyi US’u yargılama anlamında kullanmıştır. Aslında XVIII.yy. Avrupa’sında John Lock’la başlayan, Hume ve Kant ile beliren evre eleştiri çağı olarak nitelenir.) 

      Çünkü; bu süreç, her ürün için, (tasarlandığı amaca ulaşmaktaki yetkinliği için)  elzem olan; onarma (belirlenecek kusurlardan arındırma), ürünü geliştirme ve kalitesinden emin olmak gibi göz ardı edilemeyecek yararları nedeniyle olmazsa-olmaz yani, vazgeçilemez bir gereksinim ve her ürün için bilimsel bir tamamlayıcıdır.

    Görülüyor ki; ne tür olursa olsun, bütün etkinliklerin denetim (değerlendirme) süreçlerine olan gereksinimleri vazgeçilmezdir. Bu nedenle, hiçbir etkinliğin, bu süreçlerden yoksunluğu düşünülemez.    (Değerlendirme ile ilgilenen birçok İngiliz, Alman ve ABD’li düşünür, çok sayıda “değerlendirici yöntem” ortaya koymuşlar ve ayrıca; değerlerin eleştirisi üzerinde çok ilginç etkinliklerde bulunmuşlardır.) 

      Konumuz Müzik estetiği olduğu için, konuşmaya devam ederken, kuram kavramını özele indirgeyerek, artık, yalın hali yerine, Müzik Kuramı olarak kullanacağız.

     Estetiğin, günümüz anlayışına uygun işlevini dikkate alanlar yazdıkları kitaplarda, genellikle, estetiği, Müzik Kuramı içinde, mutlaka incelenmesi gereken bir “müzik öğesi” olarak görüyorlar.

         Bunun nedenlerini anlamak için, XX.yy.’da müzik anlayışı üzerinde ileri sürülen bazı görüşlere kısaca değinmek gerekir. Bildiğiniz gibi Theodor Adorno, toplumun her alanda sapma içinde olduğunu ve kültürü yadsıdığını iddia ediyordu. Adorno ve Bertold Brecht ile tanışan ve onlardan etkilenen Walter Benjamin (Alman Filozof ve yazarı), 1936’da yayınladığı kitabında; teknikteki aşırı gelişmenin sanat üzerinde yarattığı olumsuz etkiler nedeniyle, artık, sanatın kutsallığını yitirdiği ve ekonomik sürece katılarak bir tür meta (ticaret eşyası, mal) haline geldiğini söyledi. 

       Doğal olarak bu gibi söylemlerin sanatın işlevi ve değerliliği üzerinde olumsuz etkileri olup olmadığı, her zaman, tartışılabilir. Fakat müzik ve sanat, bu gibi görüş ya da kuşkular karşısında, asla, sarsılmadı, tam aksine, çok daha güçlü, sağlam ve sarsılmaz bir duruş kazandı.

        Zaten, dünyamızın tarih boyunca müziğe bakışını hatırlarsak, (Bir soru olursa değinebilirim) müziğin, daima, çok saygın, güçlü ve de kutsal bir yere ve değere sahip olduğu görülür.

        SORU:  Bu konuda kim söz almak istiyor ? Müzik niçin istismar edildi? Reklamlarda kullanılan müzik, niçin birçok sanatçıyı rahatsız etti ve onların tepkisine neden oldu? Genelde sanatın, çıkarlar için kullanılmasının sebebi ne idi? Bu duruma karşı müzikte bir değişiklik oldu mu, müzik ne yaptı?

        [Kapitalizm’in dizginlenemeyen sınırsız kazanç hırsı ve 1970’lerdeki dünya liberal ekonomi anlayışı, ticareti geliştirmek için her şeyi kendi amacı için kullanmakta (istismar etmekte) bir sakınca  görmedi. 2000’lerde başlayan dünya ekonomik krizinin de nedeni olarak, bu denetimsiz ekonomiyi gösterenler vardır. Ticari amaç için, sanatlar içinde, en çok istismar edilen müzik olmuştur denilebilir.]

        Müzik; tanımına (2) uygun olarak üretilen ve bir bütünlüğe sahip olan sanatsal yapıtı/eseri , aynen korumak için müziği sınıflandırdı: Ticarî ürüne dikkat çekebilmek için müziğin -eserin bütünlüğünden bir parça kopararak- estetik amacını göz ardı eden ürünleri müziksel olmayan/Müzik dışı olarak bir ayrıma, sınıflandırmaya tabi tuttu. Böylece sanatın yüceliğini ve değerini koruduğu gibi, (Non musical/Non estetik müzik ve Müziksel/Sanatsal/Estetik müzik)  ayırımı ile müzik kendi değerini koruduğu gibi, daha da sağlamlaştırmıştır.      

        Değerli arkadaşlarım !

        Antik çağda: Müziğin kutsallığı ve saygınlığı yanında, gücü de teslim ediliyordu. Örneğin:

        Batı Anadolu’nun, bugün, adı, Aydın olan ilimizin sınırları içinde, antik bir yerleşim birimi olan Milet’te yaşamış olan, (arzu eden antik bir hemşehrimiz de diyebilir) Thales’in(İÖ.624-540) şu sözü müziğin 2600 yıl önce de ne kadar yüce ve güçlü olduğunu kanıtlar: “Halkların türkülerini yaratanlar, kanunları yapanlardan daha güçlüdür.”

        Daha önceki soruma, belki, en güçlü yanıt olarak, sanatsal müziğin incelenmesinde ya da öğretiminde onun tamamlayıcısı olan müziksel estetiğin de dahil edilmiş olmasını bir örnek olarak sunabilirim:

   Müzik teorisi kitaplarının “içindekiler- contents” sayfalarında ve 1.Bölümlerinde, incelenecek son konunun başlığı olarak, artık, “Müzik Estetiği” yer alıyor.

       (Müzik Estetiği tamlamasının gramer bakımından Müziksel Estetik olarak yazılıp söylenmesi daha doğrudur/gerekir. Ancak, yaygın olan bu kullanış biçimi, dilimizde bir hata olarak görülmemektedir. Latin kökenli dillerde bu ayrım mevcuttur. Örneğin; İng.’de Music sadece isim hali olduğu için tamlamalarda sıfata dönüştürülür: Musical Aesthetics gibi)           

         Müzik teorisi incelenirken, müziğin hangi öğelerinin ve daha başka nelerin dikkate alınması ve bunların nasıl sınıflandırılması (kategorize edilmesi) gerektiği;  gerçek bir sanatçının eğitiminde hangi disiplinlerin yer alması;  hatta müziksel estetiği, zaman içinde kesintisiz olarak özetlemek gibi çeşitli konuları, kalacak zaman oranında, sorulara veya daha sonraya bırakıyorum.

         Müzik teorisi ile ilgili kitapların dışında, Müzik Felsefesi veya Müzik Eğitimi Felsefesi kitaplarına da göz atarsak; özellikle, müzik eğitimi felsefesi ile ilgili kitaplarda, teori veya pratik olsun, bir süredir üzerinde tartışılan, Müzik Eğitiminin, Estetik Eğitim’e dönüştürülmesinden söz edildiği halde, çeşitli problemler nedeniyle, bu konuda, ortak bir anlayışa varmanın henüz, güç olduğundan söz edilmektedir. Buna rağmen; elimdeki şu Müzik Eğitimi Felsefesi adlı kitapta musical (müziksel), artistic (sanatsal) ile Estetik anlamdaş olarak kullanılmıştır. Ayni kullanış şekli; müziksel ile müziksel olmayan yaşantıların sınıflandırılmasında görülmektedir. Musical/aesthetic yaşantılar; nonmusical/nonaesthetic yaşantılar gibi. (Bak: The Philosophy of Music Education, B.Reimer s.120)

       Bana göre: Müziksel estetiğin son derecede önemli olmasının nedeni; güzel sanatların içinde, sadece “yüce sanat” olarak nitelenme ayrıcalığına sahip olan müziğin, toplumsal bir sanat olarak; insanı, anne karnından itibaren ve günün 24 saatinde etkileyebilen ve “kültür oluşturan” benzersiz  bir güce sahip olması yanında, her geçen gün bir yenisi eklenen ve asla vazgeçilemez olan çağdaş işlevleridir.

      Son üç paragrafta değindiğim konuları tartışmak, uzun saatler sürebileceği için bu konulara, şimdilik sadece işaret etmekle yetinmek ve bu konuların da incelenmeye ve üzerlerinde tartışılmaya değer olduklarını düşündüğümü sizlerin takdirlerine sunmak istedim.

         Son söz olarak, bir az önce müzik için kullandığım “yüce sanat” kavramını, bir az daha açmak için, şu iki üç cümleyi söylemeyi de, görüşme ve tartışmalarımız için yararlı olabilir diye düşünüyorum. 

         Tarih boyunca olduğu gibi, bugün de Batı Dünyası ve Hinduizm Felsefesi’ni benimsemiş olanlar müzikten, Yüce SanatHigh Art” ve TANRI olarak söz ederler. TANRI’yı ifade için kullanılan “The Most High”daki High sıfatı, sanat için de “High Art” olarak kullanılır. Ancak bu kavram ile akla gelen müziktir.

         Müzik filozofu olarak da kabul edilen Schopenhauer (1788-1860-Alman), müziği, bütün sanatlar için “ideal bir sanat” olarak belirtir ve “bütün sanatlarda musikileşmek için doğal bir istidat/doğal bir meyil ve yetenek olduğunu” söyler.

         20.yy. son çeyreğinde, insan beynindeki müzik merkezinin keşfi, bireyin müzik yeteneğine sahip kılınarak yaratılmış olduğunu ve bunun TANRI’nın insanlara çok değerli bir armağanı olduğu anlayışını pekiştirdi. Bugün, müzik eğitimi görmemiş bir kişiyi cahil sayan,  her bireyi müzik okur-yazarı (musical literate) olan ulusların müzik toplumları’na  dönüşmüş olmaları  ve bu toplumların, ivmesel bir hızla gelişmelerinde, müziğin nasıl bir itici güç rolü oynadığı üzerinde iyice düşünülmelidir.

        Şimdi, bir az da, sizleri dinlemek fırsatını elde etmeme izin vermenizi diliyorum.

        Unutmayınız ki; öğrenmeye ihtiyacı olanların başında öğretmenler gelir ve öğretmenlerin de en çok yararlanacakları kaynakların başında öğrencileri vardır.

         İlk sözü kim almak istiyor ?

        SORU: Tarih boyunca, doğada ve sanatta  ‘güzel’ hakkındaki farklı yargıların karşılaştırılması, bu yargıların ne kadar gelip geçici olduklarını ortaya koymak için yeterli oldu.

         Niçin ? ve  farklar nereden kaynaklanıyor ?      

      CEVAP: Şayet vaktimiz varsa ve arzu ederseniz, bu soruya kapsamlı bir cevap olarak sizlere anlattıklarımı, daha değişik bir bakışla, belki bir sayfalık konuşmaya denk bir özet halinde sunmayı denemek isterim:

  Antik aydınlanma yy.’ında, Sokrates öncesi filozofların poetik anlayışının yerini alan estetik; güzellik anlayışında us’dan çok duyguya dayanmaya yönelerek bireysel ve eleştirel bir kültürün oluşmasını sağladı.(“Kendini yenileme, canlı varlık olmanın temel koşuludur. John DEWEY” Her şey değişir. S.E.)

        Bu bağlamda; Platon’a göre “güzel” özel bir bilimin konusu değildi. Aristoteles ve “Nesneler Tanrı’nın sıfatlarından biri olan güzellikten doğar” anlayışını savunan  Aziz Augustinus’tan da söz etmiştik.

       XVI.yy.’dan XVIII.yy. sonuna kadar olan zaman dilimini Modern Çağ olarak sınıflandıran batılı tarihçiler bu çağı, XIX.yy.’da başladığı kabul edilen çağdaş dönemi, XVIII.yy. aydınlanmasının da etkisiyle tam bir uyanma dönemi olarak değerlendirmişlerdir.

       İşte bu dönemde tüm insan bilgisini içinde toplamayı amaçlayan Hegel’ci sistemde estetik, sanat olarak güzel’in bilimi anlayışıyla yer aldı.  Sanat yaratıları, güzel doğanın ürettiklerinden daha üstündü.  Sanat yapıtları “Ruh’a kendini seyredeceği bir ayna sunarak onu ortaya çıkarıyordu.”.

       Hegelci estetikte sanat, dış malzemeden kurtulmak istedi. Tabii her sanat, kendine özgü malzemelerle hazırlanan eserler üretir/üretebilir. Sanat anlayışında yaşanan başlıca; “Sembolik, Klasik ve Romantik” üç evre, hep esere bir anlam yükleme arayışlarına yönelik olmuştur. Ancak bütün sanat ürünlerinde, değişen çağların anlayışlarını ve genelde, bütün özelliklerini, açık ve seçik olarak, görmek mümkündür. (İnsan düşüncesi değiştikçe duyguları, duyguları değiştikçe davranışlarının da değiştiğini yansıtan sanat ve kültür ürünleri değişimi, zaten, kanıtlıyor. Bu değişmelerde zaman, iletişim ve kültürel etkileşimlerin insan duygu ve düşünceleri üzerindeki etkileri son derecede önemli rol oynarlar.)

      Felsefesinde tümüyle özgün olan KANT, “Estetik yargı”nın geçerliliği sorununu, “Yargı gücünün eleştirisi”(1790) adlı kitabında inceledi. Burada, “ortak bir estetik duygu”nun gerekliliğine vurgu yapar. Böyle bir estetik uyumu yaratabilen eserler deha’nın, yani “Kendi kurallarını sanata kabul ettiren yeteneğin bir ürünüdür.” der. Deha, bu tür sanat eserlerinin yaratıcısı değildir. Çünkü; özgün eserden önce ortada hiçbir şey, bir model yoktur. Şayet olsa ve sanatçı onu taklit etse, zaten o sanatçı, bütün filozoflara göre, intihar etmiş sayılır. (Taklit intihardır, Ralph Waldo Emerson,1848)

       Aslında dahi sanatçının kendisi bile, yarattığı özgün eserlerinin nasıl ortaya çıktığını açıklayamıyor.  Güzel bir eser “estetik idea”yı yani hiçbir kavramın tam olarak karşılayamayacağı imgelemin (hayal gücünün) tasvirini ortaya koymakta bilgi vererek değil, düşündürerek zihnin yetilerini (Zihin güçlerini, melekelerini/bir şey yapabilme yeteneklerini) canlandırmaktadır.

       Gerçek aydınlanmanın yaşandığı çağdaş dönemde Benedetto Croce’ (İt.,1866-1952)nin araştırmalarından itibaren estetik; sanat pratiği ve sanat yapıtından duyulan zevk olgularını, şayet olanaklıysa, bilimsel olarak çözümleme amacı güden özerk bir bilim dalı olarak gelişmektedir.  

       Eflatun’un Phaidros’undan  Hegel’in Estetik’ine kadar  bütün eleştiri ve felsefe geleneği, güzeli; “Gerçeğin duyumsanabilen anlatımı” saymakta birleşmiştir. Hegel’in “Güzel, düşüncenin duyumsanabilen anlatımıdır.”  tanımında olduğu gibi.  Bu bakış açısına göre, güzellik; anlamlının duyumsamayla bize ulaşan yansımasıdır.  

       (Bu noktada bir az durup, bir parantez içinde Croce’nin ESTETİK adlı eserine bakarsak, bu eserin aslında, “Anlatım Bilimi ve Genel Linguistik olarak” Estetiğe bir giriş niteliğinde olduğunu görürüz  Hegel idealizminden hareket eden, fakat, idealizmi çağdaş bir eleştiricilik olarak temellendirerek çağımız kültür felsefesine yeni boyutlar kazandırmış olan Croce de estetiği “anlatım başarısı” olarak görmüştür. Croce’nin, Anlatımcılık (ekspresyonizm/Dışavurumculuk) sanat akımından etkilendiğini söyleyenler varsa da, Estetik adlı kitabı çağdaş felsefe için de temel eserlerden biri sayılan Croce, bilim ve sanat dünyası için tamamen özgün bir kişiliğin sahibi olarak kendisini kanıtlamıştır.)

      Diğer taraftan, sanatın amacının etik ve siyasal görünümleri Eflatun’u olduğu gibi Kant’ı da, sansür uygulamasını haklı çıkarmaya götürmüştür. Oysa fenomenoloji (Merleau-Ponty, M.Dufrenne), Psikanaliz (Freud), Sosyoloji (T.Adorno, P.Francastel, G.Lucaks), ve Göstergebilim (Suzanne Langer) araştırmaları, sanatın anlamının amacı sorusunu, çoğunlukla Nietzsche’nin yaptığı köktenci eleştiriyi dikkate almaksızın sürdürmüşlerdir. Tabii, bu özgün tanımları halen kullandığımız sanat ve müzik felsefelerine ait kitaplarda görüyoruz.       

                                                             *******

       Şayet daha kısa, fakat sadece son dönemi, yine farklı bir açıdan ve yarım sayfada sunmak gerekirse:  Son üç yy.’ın diğer etkin öznelerinin de katkılarını belirterek, şöyle bir özetleme yapılabilir: Tabii, bu özetlemeyi çok daha genişletmek de olanaklıdır.

       Estetik anlayışında XVIII.yy.’dan itibaren hızlanan bir değişikliğe, diğer bir anlatımla; tarihsel evrime, bir göz atmak gerekirse, satır başlarıyla şöyle bir özetleme düşünülebilir:       

       Filozof ve ekonomist Fransız kontu Saint Simon (1760-1825), Fransız Devrimi’nden sonra soyluluk statüsünü terk etti. Bilimi bir din olarak kabul etti.  Teknokrasiye dayanan bir sosyalizmi tanımlamaya çalıştı. Fikirlerinin bazı sanayiciler üzerinde büyük etkisi olduğu gibi, o günün düşünce evreninde de bazı etkileri söz konusudur.

       Voltaire (Fr. Filozof ve yazarı,1694-1770), gülmek istediği zaman okuması için Shakespeare’in  Julius Caesar adlı eserini Kardinal BERNİS’ye gönderir.   Voltaire öldükten 24 yıl sonra doğan;        Victor Hugo (Fransız yazar ve şairi, Romantizmin en güçlü temsilcisi,1802-1885), 1827’de yazdığı Cromwell adlı eserinin ünlü önsözünde, ayni eser hakkında,  Voltaire’in tam aksine yazar ve eserin değerini vurgular. Hugo, Voltaire’in yaşadığı klasik dönemin anlayış kalıplarına karşı, “yüce olanla gülünç olanın bir arada olmaya hakları olduğunu savunur, çünkü bunlar gerçek yaşamda da iç içedir.” der.      

       XX.yy.’da felsefe, sanatı kendi geleneksel sorgulaması açısından incelemeye devam etti. Fenomenoloji’(Görüngübilim, XX.yy. ilk çeyreğinde doğdu)ye göre sanat, ayni zamanda gerçek sorununa da dönüşmektedir.  Heidegger, sanatın,  varlığın örtüsünü kaldırıp saklı olanı açığa çıkardığını söylemektedir. (Sanat yapıtının kaynağı, 1960) 

       Çek filozof  Jan Patoçka, gücün ölçüsüzlüğüne köle olmuş bir dünyada, sanatı, özgürlüğün ve iç âlemin koruyucusu olarak görmektedir. (Bir felsefe sorunu,1936) Resmin metafizik kapsamına bağlanan, ifade düşünürü Merlau-Ponty’ye göre ressamın sessiz bakışı, şeylerin algılanmasını nesnellik önyargısından kurtarmaktadır. (Anlam ve anlamsızlık, 1948; Göz ve Tin, 1964),  Nesnel dünyanın gerçekleşememesi (ki, “yalnızca  gerçeküstü olan güzeldir” diyen André Breton bu görüştedir.) Ferdinand Alquié’ye göre (Ebedilik Arzusu,1943) esin kaynağı olmaktadır.

      Böylece estetiğin sorgulanması, tüm başvuru noktalarını kendinde toplayarak her türlü yönelimi alt üst eden  postmodern seçmeciliğe varıncaya kadar,  sanat eserlerinde ortaya konmuş, fakat açıkça dışa vurulmamış bir anlam arayışına doğru genişlemiştir.     

                                                                  *******

Değerli Arkadaşlarım !

Sizlere son olarak bir soru daha sormak istiyorum.

Bütün anlatılanların ortak özelliği ve temel malzemesi, görüldüğü ve bilindiği gibi, değişmelerdir.  Doğada tek değişmeyen şey; her şeyin hızlanarak değiştiği/değişmekte olduğu gerçeğidir. Bu gerçeği, düşünen her insan bilir ve görür.

    SORU: 20.yy.’dan itibaren, ivmesel bir hız kazanan değişmeler, her konuyu, yeni bir konu olarak karşımıza getirmektedir. Bu konuları veya sorunları acaba, nasıl bir yöntem kullanarak çözebiliriz ?     

    CEVAP: (Sadece bir cevap) Her yeni günde karşılaşılan/karşılaşılacak olan bir sorun, yeni(özgün) bir sorundur.  Bu sorun, mevcut yöntemlerle çözülemez. Çünkü her yeni sorun, ancak o sorunu çözmeğe yönelik yeni bir yöntemle çözülebilir. Bu yeni (özgün) yöntem ise, yeni (özgün) sorunu çözmek isteyenler tarafından bulunacaktır/yaratılacaktır. Çözüm bulmak veya yaratmak-ki insana doğuştan armağan edilmiş olan bir yetenektir-, ancak düşünmekle mümkündür.  Beyin düşünme organıdır.  Bugün elimizde “Bilimsel Düşünme” yöntemi mevcuttur. Bu yöntem bize bilimsel düşünme gücü sağlar ve bu gücümüzü iyi kullanmayı başardığımız takdirde, çözemeyeceğimiz hiçbir sorun kalmaz.

     Hatırlarsanız; birçok düşünür (filozof) bugünkü sorunlar karşısındaki başarısızlıkların nedenini; bilimsel düşünerek, o sorunları çözecek yeni (özgün) yöntemleri araştırıp bulmak yerine, tembelliği seçip, hazır bulunan eski yöntemleri kullanmaya yönelmek olarak açıklıyor. Böyle bir duruma düşmemek için;  konumuzu ilgilendiren bütün değişmeleri/yenilikleri/farklılıkları, sürekli olarak, kovalamak, olası etkilerini değerlendirmek alışkanlığını ve değişmelere karşı, her an hazırlıklı bulunmayı elden bırakmamamız gerekir.

      Halen, sahip olduğumuz “Çağcıl Milli Eğitim Sistemi”‘***’ sayesinde, Milli eğitimimizin de nihayi amacı olan; kişiliği tam gelişmiş(İHEB Md.26/2) aydın vatandaşlardan oluşan mutlu, yaratıcı ve en çağdaş uluslar içinde, en seçkin bir Ulusa, biran önce, dönüşmek umudu ile,

          Sizlere tekrar teşekkür ediyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.  Hoşça kalınız.           

     NOT: Sanattaki kusursuzluk kaygısını ve özellikle, tarih boyunca, Tanrısal bir sanat olarak algılanan müzik sanatındaki estetik duyarlılığı pekiştiren şu sözler de çok anlamlı ve çarpıcıdır.

“Tanrı’nın bize verdiği en değerli şey müziktir.” Martin Luther,1483-1546

“Müzik meleklerin dilidir.” Thomas Carlyle,1795-1881

“Cehennem, amatör müzikçilerle doludur.” George Bernard Shaw,1856-1950

(1) Bilimin de temellerini oluşturan Sanat’ın daima yerel ve öznel (subjective), Bilim’in ise daima evrensel ve nesnel (objective) kalması ikisi arasındaki temel farklılığı yaratır. Ancak, “bilim ve sanat ortaya çıkışlarında özgür idiler, ama çağımızda ikisi de güdümlüdür, özgürlüklerini yitirmişlerdir.” İddialarının doğruluğu/haklılığı tartışılabilirse de, bilim ve sanat,  insan aklına ve yaratıcılığına sınır konamayacağı  gerçeğini, çoğu cehaletten kaynaklanan çeşitli engellemelere rağmen, yüzyıllardır sergilemeye devam etmektedirler. Canlı her bünye gibi, bilim ve sanat evrimler geçiriyor ve insan var olduğu sürece de yaşamlarını, aynen, sürdüreceklerdir.

      Şayet yeryüzünden cehaleti yok edeceksek, sanatın da, bilimin de geniş ufuklara açılmasını sağlamalıyız. Bu ufukları görebilmek geçmişi ve geleceği kavrayabilmek ise; ancak her bireye özgür bir ortamda çağdaş bir kültür kazandırmakla mümkündür.

     Atatürk’ün; “….Her ilerlemenin ve her kurtuluşun anası özgürlüktür." dediği gibi, kişilikli aydın bir birey ancak, özgür bir yaşam ortamında sağlıklı ve üretken olabilir. John Stuart Mill’e göre; “ Deha (bile), ancak özgürlük atmosferinde soluk alabilir.”  Kültür’ün, UNESCO’da kabul edilen evrensel tanımı, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın Kültür EK’inde iki kez yazılı olup, bu plan TBBM’de onaylanmıştır. Bu tanım, bilindiği gibi şöyledir:

     Kültür, bir insan topluluğunun kendi tarihi tekâmülü konusunda sahip olduğu şuur (bilinç) demektir; o suretle ki bu insan topluluğu bu tarihi tekâmül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar.” Buna göre; çağcıl aydının en önemli niteliği: Tarih Bilinci’dir.

     Bu tanımda da görüldüğü gibi, önemli olan bugünü ve yarını yaratacak olan geçmişi/tarihi doğru bilmektir. Bir bilim adamı/çağcıl aydın(entelektüel) için, insanın bizzat yarattığı bilim ve sanat sayesinde sağladığı tekâmül (gelişme/olgunlaşma) çizgisini bilmek olmazsa-olmaz’dır. Bu konuda; Bilim Tarihi Disiplinini(Bilimini/Bilim Dalını) kuran George Sarton(1884-1956) şöyle diyor:

Bilim tarihi, cehalet ve hurafenin miskinliğine,  iki yüzlülük ve yalana,  aldatma ve aldanmaya;  kısaca,  karanlığın tüm güçlerine karşı sürüp gelen, ama bir türlü bitmeyen, bir savaşın öyküsüdür.” Bilim Tarihinin yaşamsal önemi hakkında Bilim tarihçisi Sevim Tekeli (2003 yılında) şöyle diyor:  “Bu memlekette bilim tarihi öğretemezseniz, bir yere gidemezsiniz.”                                          NOT: Bu dipnot (1) konuşma metnine daha sonra eklenmiştir.

 (2)  Üretilen bir malı veya hizmeti, sürümü için tanıtmakta ve özellikle pazarlamada tutundurmayı sağlamakta en önemli araç reklam’dır. Reklamları çarpıcı ve dikkat çekici hale getirebilmek için, genellikle, müzik eserlerinin bazı parçaları (koparılarak/kesilerek) bir tanıtım kompozisyonu içinde kullanılmaktadır. Bu kullanım, bir anlamda, ‘teşbihte hata olmaz diyenler’ için, kolaj olarak ifade edilebilir. [Kolaj büyük sözlüklerde kesyap olarak ve Fransızca karşılığı yapıştırma olarak verilmektedir. Yine aynı sözlüklerde “Kolaj=Değişik sanat dallarının bir arada düzenlenmesiyle oluşturulan kompozisyon” olarak da tanımlanmaktadır.]  Müziğin, bakıldığı alana göre farklı tanımları varsa da, genelde, müzik kitaplarındaki ve müzikçilerin tanımına göre: “Müzik; duyguları, imgeleri veya düşünceleri anlatmak için sesleri düzenleme sanat ve bilimidir.” Ancak, UNESCO’nun desteği ile 1953’de İngiltere’de kurulan; U.A.Müzik Eğitimi Cemiyeti’nin “İnternational Society for Music Education/İSME” çalışmaları ve 04 Kasım 1966 günü yayınlanan UA Kültürel İşbirliği İlkeleri Bildirgesi’nde; dünyadaki kültürel bütünlük ve işbirliğinin zorunluluğunu vurgulayan Her kültür bütün insanlığa ait ortak mirasın bir parçasını oluşturur.” ilkesi ve onu izleyen ilkelerin açıklanmasından sonra, kültürlere evrensel açıdan yaklaşılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede 1970’lerden itibaren dünyadaki müzik tanımı da, bir anlamda, değişmiş “seslerin melodi, armoni, polifoni gibi belirli biçimlerde düzenlenmesi gibi bir zorunluluğun, müzik tanımında yer alması,  anlamsız ve gereksiz olduğu anlaşıldığı için” zaman içine inşa edilen ve amacı anlatım olan müziğin tanımı da, dünyamızda  var olmuş ve olacak bütün müzikleri kapsayan evrensel bir nitelik kazanmıştır. Dolayısıyla, geleceğin eğitiminde ‘çok kültürlü müzik eğitimi’ esas alınacaktır. Artık kısaca,  “müzik; sesleri düzenleme sanatı ve bilimidir.” Genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ürünü olan Sanat, ve bilimin aynı zamanda hüner, maharet, marifet, ustalık anlamlarına geldiğini düşünerek tanımı daha da basitleştirerek ve kısaltarak, bilimselliği tartışmaya açık olan; “Müzik, sesleri düzenleme sanatı veya maharetidir.” diye de tanımlanabilir.      

‘*’  “Felaketlerin en büyüğü vakti boşa geçirmektir.” Ebu Hanife, lakabı: İmam-ı Ȃzam, 700-767; “Vaktini boşa harcayan (aylak, âvâre) kimse için uygarlıkta yer yoktur.-There is no place in civilization for idler.” Henry Ford, 1863-1947, Ford M.C. kurucusu, ünlü sanayici

‘**’ Arapça bir isim olan, İngilizce karşılığı, sözlüklerde, ‘Sufism’ ve ‘İslamic Misticism’ olarak verilen tasavvuf; özünde Tanrı, evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içinde açıklamaya çalışan, diğer sözcüklerle, İslam’ın iç ve mistik/gizemli yüzü olarak da tanımlanan tasavvuf/sufilik, dinsel ve felsefi düşünce olarak özetlenmeye/tanımlanmaya çalışılsa da, pek çok ve farklı tanımları vardır. Hicrî 200, (Miladî 815) senelerinden itibaren olgunlaşan zühd/züht (Takva, Allah korkusu) hayatı Tasavvuf akımını doğurdu. Bunun gibi,  Vahdeti Vücut Felsefesi de Tasavvuf’a sonradan (Hicri 300, Miladî 913) girmiştir. İngilizce sözlüklerde Vahdeti Vücut’un karşılığı Panteism (Pantheism) olarak veriliyorsa da aralarında farklar vardır. 

‘***’ Millî Eğitim Temel Kanunu, 14.06.1973 T.-No:1739 “Md.2- Türk Millî Eğitiminin genel amacı: Türk Milletinin bütün fertlerini, 1.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; ….: 3ncü fıkranın son cümlesi “3. ……Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”, Yükseköğretim Kanunu, 04.11.1981 T.-No:,2547 “Md.4-Yükseköğretimin amacı: a)Öğrencilerini; (1) Atatürk İnkılapları ve ilkeleri  doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, …..,(7) ……vatandaşlar olarak yetiştirmek, ….son fıkra  c) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır.” (“Başka milletlerden üstün olma inancını yitiren bir millet, millet olma vasfını yitirir.” Dostoyevski). Şu söz üzerinde düşünelim: “Bilmeye cür’et et !” İ.Kant .

SOKRATES                      İÖ. 468-400

PLATON  (EFLATUN)   İÖ.  427-347

THALES                           İÖ.  624-546

PİTAGORAS                    İÖ.  580-497

HEGEL                                   1770-1831

AİSTHANESTHAİ --- AİSTHETİKOS

BAUMGARTEN                    1714-1762

LEİBNİZ                                 1646-1716

HİPPİAS                            İÖ.  527

AZİZ AUGUSTİNUS               354-430

ARİSTOTELES                İÖ.  384-322

JOHN LOCK                           1632-1704

KANT (İmmanuel)                  1724-1804

SCHOPENHAUER                 1788-1860

LA DEGUSTİBUS NON EST DİSPUTANDUM

US                      =   AKIL

KURAM            =    TEORİ

EYTİŞİMSEL   = DİYALEKTİK

ÇÖZÜMLEME = ANALİZ

ÖĞE                   = ELEMENT, UNSUR, PARÇA 

Gelecek yazı: Yeni bir “Türk müziği hareketi” böyle mi olur?!.

YÖKDİL ile YDS EŞDEĞER…

Yükseköğretim Kurulu tarafından alınan karara göre YÖKDİL sınavının geçerli olduğu alanlar belirlendi

-Öğretim üyesi dışındaki öğretim elemanı kadrolarına başvurularda (Araştırma Görevlisi, Öğretim Görevlisi, Okutman, Uzman, Çevirici)

-Yüksek lisans ve doktora öğrencisi olmak için üniversitelere yapılan başvurularda,

-Doçentlik sınavına başvurularda,

-Yabancı dille eğitim yapılan üniversitelerde aranan dil kriterlerinde.