BIST 8.718
DOLAR 32,33
EURO 35,18
ALTIN 2.246,41

Müslümanlar niçin hep çatışıyor?

Artık “bizi KİM çatıştırıyor” diye değil, “bizi NE çatıştırıyor” diye düşünmek gerektiği fikrindeyim.

Bugün Müslüman dünyaya, bilhassa Ortadoğu’ya baktığımızda çok yıkıcı bir çatışma dinamiği görüyoruz. Suriye ve Irak’ta süregiden korkunç iç savaşlar ortada. Bunun ötesinde, bölge genelinde Sünni-Şii gerilimi var. Selefilerin çoğu ise, başta Şiiler ve Sufiler olmak üzere, Selefi olmayan herkese düşman.

Bu gerilimlerin Mısır’ı nasıl karıştırdığını ve kana buladığını görüyoruz. (Unutmayın, Sisi darbesinin en büyük sponsoru Selefi Suudi Arabistan’dı.) Ortadoğu’dan Pakistan’a veya Afganistan’a uzanınca da durum daha da kötüleşiyor: Birbiriyle kanlı çatışmalar yürüten farklı dini ve etnik guplar var. İntihar bombaları, suikastler, iç savaşlar coğrafyası burası.

Türkiye olarak kuşkusuz bu örneklere kıyasla çok daha iyi durumdayız. Ama bizde de “Müslümanlar niçin çatışıyor” sorusunu sorduracak bir siyasi kavga yürüyor: “İktidar-cemaat savaşı.” İşin ilginci, “bu kavga niçin çıktı, eskiden niçin dosttular” diye sorunca şu cevapla karşılaşıyoruz: “Çünkü eskiden üçüncü bir güçle çatışma halindeydiler.” Yani çatışma daim, sadece taraflar değişiyor.

Ümmetin durumu üzerine düşünen her Müslümanın bu tablo karşısında kaygılanması ve “biz niçin hep çatışıyoruz” diye sorması gerekir.

Aslında bu soru sorulmaktadır zaten, gazete köşelerinde, televizyon programlarına, düşünce platformlarında. Ama sadece belirli bir formatta sorulmaktadır: “Bizi kim çatıştırıyor, kim bizi birbirimize düşürüyor” formatında.

Bu sorunun cevabı da zaten bellidir aslında: Emperyalistler, Siyonistler, Amerikalılar, İngilizler, vs. Yani hep “ötekiler”. Bu ötekilerin de çok günahı vardır hakikaten coğrafyamızda; Sykes-Picot’dan girin, İsrail’in devlet teröründen çıkın.

Ama dikkat ederseniz, tüm sorumluluğu götürüp bu “ötekiler”in boynuna bağlamak hiç bir sorunumuzu çözmemekte, hiç bir çatışmamızı dindirmemektedir. Aksine, sorunu “ötekiler”e havale etmenin çoğu kez çatışmayı derinleştirdiği bile söylenebilir. Çünkü bunu yapanlar, bunu genellikle sevmedikleri grupları “taşeron” ilan ederek yapmakta, bu da o gruplara duydukları nefreti daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. (Örneğin Türkiye’deki kavgada tarafların birbirlerini karşılıklı olarak İsrail’in veya İran’ın taşeronu olarak tahayyül etmeleri, kavganın sadece daha sert geçmesini sağlamaktadır.)

İşte bu yüzden ben, sorunun formatını değiştirmek gerektiği kanısındayım.

Yani, “bizi KİM çatıştırıyor” diye değil, “bizi NE çatıştırıyor” diye düşünmek gerektiği fikrindeyim.

Bunu yaptığımda da aşağıda paylaşacağım gözlemlere varıyorum.

 

Çatışmanın sebepleri

Kuşkusuz her Müslüman toplumun kendine göre farklı bir yapısı, her çatışmanın da kendine has şartları var. Ama şu genel trendleri görmek lazım:

- Bizim Müslüman toplumlarda askeriye temelli “fetih” ve “hakimiyet” kültürü çok güçlü, buna karşın ticaret temelli “kazan-kazan” ve “uzlaşı” anlayışı zayıf. (“Burjuvazi kültürü zayıf” da denebilir, sosyolojik bir tabirle.) Bu yapı, siyaseti fazlasıyla sertleştiriyor, adeta bir ölüm-kalım savaşına dönüştürüyor.

- Müslüman toplumlarda “birey” fikri çok zayıf, buna mukabil “grup aidiyeti” çok güçlü. Yani insanlar kendilerini etnisite, mezhep, cemaat yahut siyasi meşrep temelli gruplara tamamen ait hissediyor, bireysel fikir, his ve hedeflerini bu aidiyete uyduruyorlar. Bu da yine çatışmaları derinleştiriyor; çünkü her grup kolayca safları sıklaştırıyor, “çatlak sesleri” boğuyor. Aynı sebeple, “bireysel liyakat değil “gruba sadakat” ödüllendiriliyor ve bu da yaratıcılığımızın önüne set çekiyor.

- Dini gruplarda, dinin ifade ettiği Hakikat’i kendi arkasına alma, böylece kendini Hakikat’in sesi seviyesine çıkarma eğilimi var. Bu yüzden dindarlık, tevazu ve had bilme üreteceği yerde, kibir ve “grup narsizmi” üretebiliyor. “Ben Hak’ka hizmet ediyorum” diyen, aslında kendi üstünlük iddiasına hizmet ettirebiliyor Hak’kı.

- Hakikati arkasına alma dürtüsü, muhaliflere karşı da “tekfir” sonucunu doğuruyor. Yani, insanlar kendilerinden farklı düşünenlere, kolaylıkla “hain” ve “münafık” damgası vurabiliyor. Böyle düşünen adam için, Hakikat hem o kadar aşikar hem de tam onun gördüğü biçimde ki, bunu göremeyenler ya çok gafil ya çok alçak sayılmayı hak ediyor.

- Şeriat, yani İslam hukuku, daimi bir gerilim kaynağı. Çünkü her Müslüman ülkede bir şeriatı “getirmek” isteyen, bir de ondan korkanlar var. Şeriat’ın recm gibi bedensel cezalar içeren, kadınları baskılayan, din ve fikir özgürlüğünü kısıtlayan unsurları (ki bana sorarsanız dinin özünde olmayan ve içtihatla aşılması gereken “tarihsel” unsurlardır) hemen her ülkede bir tür İslamcı-modernist çatışması körüklüyor.

İşin en kötüsü, üstte saydığımız dinamiklerin bir kısmını tartışmaya açmanın dahi tabu olması. Hemen, “İslam’ı bozmak istiyorlar! GDO’lu Müslüman istiyorlar!” tipi suçlamaları beraberinde getirmesi.  

Bu haliyle, mevcut İslam dünyası, basık bir odada sürekli kavga eden, o odadan ferahlığa açılan tek kapının anahtarını da yerin dibine gömüp üzerinde tepinen insanlarla dolu gibi duruyor.

Ne dersiniz, yanılıyor muyum?

Eğer sizce yanılıyorsam, o zaman sizin cevabınızı duymak isterim, “bizi NE çatıştırıyor” sorusuna…