BIST 9.530
DOLAR 32,47
EURO 34,81
ALTIN 2.476,81

Muhteşem On Yıl

Başbakan Erdoğan pazar günü Kütahya Havaalanı açılışında, Cumhuriyet Halk Partisi’ne çok izlenen “Muhteşem Yüzyıl” dizisi üzerinden eleştirilerde bulundu.

Kanuni’nin otuz yıl seferde olmasıyla, AK Parti’nin çalışma yoğunluğunu bir birine benzetti. Ve dizideki otuz yılı, sadece harem hayatıyla sınırlayan senaristleri, AK Parti’nin çalışmalarını göremeyen CHP’li yöneticilere benzetti.

Sonra da konuyu diziye getirerek, dizinin tarihi çarpıttığı gerekçesiyle ilgili makamlara çağrıda bulundu.

Başbakan, tabi ki gündemi, olayları, halkın çok rağbet gösterdiği popüler kültür işleriyle harmanlayarak anlatabilir. Politikanın dilini, halkın daha anlayacağı bir frekansa indirebilir.

Bunda hiçbir sorun yok.

Asıl sorun, başbakanın zaman zaman sanat ve medya dünyasına ilişkin “bunu nasıl görevde tutarsınız?” gibi medya patronlarını azarlayan ya da - daha kötüsü- “yargının da bu konuda gerekli kararı vermesini bekliyoruz'” gibi yargıyı yönlendirmeye, etkilemeye teşebbüs olarak adlandırılabilecek söylemler kullanmasıdır.

Bir başbakan, tabi ki ülkesindeki sanatın geliştirilmesinden sorumlu hisseder kendini.

Sanatın ve sanatçının önündeki engelleri kaldırır. Yeni nesillerin bu yönde daha verimli bireyler olmalarının ve eserler vermelerinin önünü açacak politikaları üretir.

Üniversitelerdeki sanat dallarının geliştirilmesi yönünde adımlar atar. Eğitim politikasını da bu yönde reforme eder. 

Keza toplumdaki genel ve yaygın ahlakın gidişatına ilişkin de endişeleri olabilir. “Ahlak” da ideolojilerin, dinlerin tesiri altındadır. Seçilmiş başbakan, toplumda kendini yakın hissettiği ahlak öğretilerinin gerilemesi üzerine kaygılar taşıyabilir. Bunu da bir nebze normal görebiliriz.

Fakat Başbakanın Cüneyt Özdemir’in “Ahmet Davutoğlu” ile ilgili yazısı için “böyle kalemleri patronlar nasıl tutuyor?” demesi,

Mehmet Ali Birand’ın “Esad’la röportajım olurdu fakat yukarıya çıtlatırlardı ve hiçbir medya organı yayınlamazdı” demesi,

Kars’ta bir sanatçının yapmış olduğu heykel için “ucube” denmesi,

Doğru yaklaşımlar değil.

Hem Türk dizileri ile ilgili şöyle bir gerçek var.

Türk dizileri “bizim ikiyüzlülüğümüzdür”.

Resmi nikâhlı eşin yanında imam nikâhlı bir ya da daha fazla eşe sahip olmak, Anadolu’nun birçok yöresinde normalken, çoğumuz bunu TV ekranın da gördüğümüz de ayıplarız. Aslında "ekrandaki bizizdir". Evet, biraz abartılıdır yaşananlar belki ama orada kaçındığımız aslında “kendimizizdir”.

Bu konuda bir başbakana düşen dizilerin yayından kaldırılmasını istemek değil, “dizilerin neden bu kadar izlendiğinin?” sosyolojik psikolojik ekonomik nedenlerinin araştırılmasının talimatını verip,  ona göre politikalar üretmektir.

Doğru tarih anlatıcılığının da yöntem ve biçimleri bu açıdan irdelenebilir.

Bir lider olarak, gelecekte anlatılacak bir “Muhteşem on yıl” yaratmak istiyorsanız ve o anlatılarda “harem tartışmalarından” çok savaş alanlarındaki mücadeleniz konuşulsun istiyorsanız işte senaryodaki bu pürüzlere dikkat etmeniz gerekir.

Çünkü insanoğlu sansasyonu, bilginin gerçekliğine ulaşmaktan daha çok sever.

Vefasızdır. Hizmetleri unutur ama haremdeki kargaşayı unutmaz.

Eğer şimdi dikkat etmezseniz gelecekte kitaplar, filmler,  ülke topraklarını kat ve kat arttıran Kanuni’yi değil de, sürekli sansasyon yaratan Hürrem’i anlatır.

Ve Hürrem, otuz yılın önüne geçer.

Siz de buna şaşırıp, hayıflanırsınız.