BIST 8.768
DOLAR 32,34
EURO 35,12
ALTIN 2.238,85

Muhalefet partileri de onu aday göstermeli…

Muhalefet partileri de onu aday göstermeli…

2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde doğru olan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması idi…

Zira “Taç giyen baş akıllanır” hüküm cümlesi o gün için ciddiye alınmalıydı…

Erdoğan’ın çok öfkeli olduğunu daha 2003 yılında Tercüman’daki köşemde defalarca yazdıydım.

O nedenle ancak cumhurbaşkanlığı makamında geçireceği yedi yıl Erdoğan’ı olgunlaştırabilirdi…

Sonradan yine başbakanlığa döner, öfkesi törpülenmiş, politik gerçekçiliği bizzat yaşayarak ve yöneterek öğrenmiş Erdoğan başbakanlık koltuğunda çok daha başarılı olabilirdi…

Erdoğan Çankaya’ya çıktıktan sonra boşalan “Başbakanlık” koltuğuna dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kaydırılmalıydı…

Çünkü…

Abdullah Gül hem Erdoğan’dan çok daha makul, sakin, hoşgörülüydü…

Ham de…

Dışişleri bakanlığı yaptığı süreçte politik gerçekçiliği öğrenmiş, haliyle o gerçekçiliğe uygun davranabilecek deneyimi kazanmıştı…



OLMADI…

Gül – Erdoğan – Arınç üçlüsü aralarında anlaştılar, Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasının daha doğru olacağına karar verdiler…

Zaten ne olduysa 2007’den sonra olmaya başladı…

İnanmayan TÜİK’in web sayfasına girip istatistiklere baksın; haklı olduğumu görecektir…

2007’de muazzam bir seçim başarısı elde eden Erdoğan güçlendikçe öfkelendi…

Öfkelendikçe tekleşti…

Tekleştikçe hatalar zinciri birbirine eklendi…

Daha da fenası…

Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Gül yoktu artık…

Ki…

Yeni Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan dış ilişkilerde çıtayı aştığında masa altından kendisini tekmeleyebilecek karizma ve kariyerde değildi (Gül, “çizgiyi aştığında masa altından Sayın Başbakan’ın ayağına basıyorum” dediydi)…

Müthiş yükselen ekonomi ve dış ilişkiler performansımız 2007 yılından itibaren giderek düşmeye başladı…

2009 yerel seçimlerindeki acı yenilginin sorumlusu tek başına Erdoğan’dı…

Ekonomiye ve hatta bütün bölge siyasetine ayar vermeye kalkışınca büyüme hızı dramatik şekilde düşmüş, işsizlik de aynı şekilde artmıştı…

Seçim sandığında ekonomik verilerden başka hiçbir veriden etkilenmeyen eğitim düzeyi düşük on milyonlarca seçmen Ak Partiden vazgeçivermişti birden…

2007’de % 45’i aşan oylar % 38’e gerilemişti…

12 Eylül 2010 referandumu Erdoğan’ın imdadına yetişti…

Küresel aktörler Türkiye’nin gerçek bir “Hukuk Devleti” olacağına inanmaya başlamışlardı…



YENİDEN CANLANDI EKONOMİ…

Buna referandumda alınan % 58’e yakın ”Evet” oyunu da ekleyin…

Artık Erdoğan “Tek Adam” olabilirdi…

Madem her girdiği seçimi kazanıyordu…

Madem sandıktan hep o ve arkadaşları çıkıyordu…

Kuvvetler Ayrılığı ilkesi bile çöpe atılıp, “Tek Yetkili Başbakan” formülü yürürlüğe sokulabilirdi…

Ve…

Aynen öyle oldu…

Erdoğan giderek otoriterleşiyordu…

Otoriterleşmesi ise halkın içinde kendisine oy vermeyen milyonların tepkisine dönüşüyordu…

Bir yandan iç gerginlikler artarken diğer yandan bütün komşularımızla (İran, Irak, Suriye başta olmak üzere) kavgalı duruma düşmüştük…

Suriye ile ise adeta “savaş hali” yaşıyorduk…

Kısacası…

Seçim sandığındaki zaferler artık Türkiye’nin geleceği için tehlike çanlarını çaldırmaya başlamıştı…



VE…

Başbakan Suriye ile savaş halinde olduğumuzu meydanlarda haykırıyordu…

Tabii ki Gezi Parkı protestolarına karşı takındığı sert, hoşgörüsüz tavır da bunlara eklenince Ak Parti’ye oy vermeyen seçmenler Başbakan’ın gözünde “Millet” sıfatının dışına itiliyordu…

Türkiye artık “çok milletli bir ülke” haline gelmişti…

Erdoğan ve partisine oy veren Millet ve oy vermeyenlerin de kendi aralarında oluşturdukları diğer milletler…

Seçim haritası bile başlı başına “de facto” bir “özerklik haritası” gibiydi…

Ülkenin belirli kentleri CHP’li, belirli kentleri MHP’li, belirli kentleri de BDP’li olmuştu…

Ak Parti işte o belirli kentlerin dışında yaşayanları, yani kendisine oy verenleri “Millet” olarak görüyor, dışında kalanları illetleştiriyordu…

Eğitim düzeyi düşük kitleler (KONDA’nın son araştırmasına göre eğitim düzeyinin düşük olduğu bölgelerde Ak Parti’nin oyları % 47; eğitim düzeyinin yüksek olduğu yerlerde ise % 21 idi) olağan bir şekilde “gerginlik” üzerinden siyaset yapılmasını tercih ediyorlardı…

Erdoğan ve kurmayları bu siyasal ve sosyal gerçeği bildikleri için ortamı geriyorlar, mümkün olduğunca “Bizler ve onlar” diye halkı ayrıştırıyorlardı…


BUGÜN GELDİĞİMİZ NOKTADA…

Demokrasi çoğulculuk olmaktan çıkmış, “çoğunlukçuluk” olarak tanımlanır olmuştu…

Sandıktan çıkan çoğunluk iktidar oluyordu ve azınlıkların taleplerini isterse yerine getiriyor istemezse yasaklıyordu…

Bunların başında da “İletişim” geliyordu…

İnançlar (Aleviliğin de bir inanç biçimi olduğu inkâr edilmeye başlanmıştı) geliyordu…

Ak Parti yönetimine göre “İletişim” eğitimli azınlığın bir bakıma eğlence dünyasıydı…

Ve…

O dünyada Hükümet alabildiğine eleştiriliyordu…

Hatta…

Yargı tarafından yapılan operasyonlarda ele geçirilen görüntüleri ve konuşmaları bile yayınlayarak kamuoyunun bilgi sahibi olmasına sebep oluyordu…

O halde çoğunluk isterse o özgürlük taleplerini yasaklayabilirdi…

Nitekim yasaklıyordu da…

Farkındasınızdır…

Youtube halen yasak…

Girmek istediğinizde TİB’in engellemesiyle karşılaşıyorsunuz…



EY GÜZEL İNSANLAR!..

Bağlıyorum…

Türkiye gecikmiş huzuru yakalamak istiyorsa Erdoğan’ın mutlaka Çankaya’ya çıkmasını kabul edecektir…

Hatta buna en büyük desteği de muhalefet partileri vermeliler…

Erdoğan ilk turda seçilmeli ve Türkiye normale dönmeli…

Eğer Erdoğan Çankaya’ya çıkmazsa…

Veya çıkamazsa…

Başbakan olarak yoluna devam edecektir…

Ve…

Bundan sonra da başbakanlığa devam edecek bir Erdoğan çok geçmeden, ilk beş yılda büyük işler başarmış Ak Parti’nin parçalanmasına sebep olacak…

Sonra da müttefiklerimizle ve AB ile ipleri tamamen koparacaktır…

Bunu engelleyebilecek hiçbir siyasi irade de halen mevcut görünmemektedir…

Eğer…

Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa…

Yasal şartlar da uygunlaştırılırsa Gül, uygunlaştırılamazsa Ali Babacan’ın veya Binali Yıldırım’ın başbakanlığında yola devam edilmelidir…

Ali Babacan’ın ya da Binali Yıldırım’ın karizmatik olmaması eğitim düzeyi düşük kitlelerde heyecan yaratamayabilir belki ama emin olun ki…

O nedenle kaçacak oydan çok daha fazlası merkezden gelecek ve Ak Parti 2007’de kaldığı yerden yoluna devam edecektir…

Ali Babacan - Binali Yıldırım (Veya Gül) muhalefet partilerinin de rekabet anlayışını sertlikten sükûnete dönüştürecektir…



EĞER ERDOĞAN BAŞBAKAN OLARAK DEVAM EDERSE…

Muhalefet “Gerginlikten Kazanan Erdoğan” modelinin geçerliliğine inanarak daha da gerginleşecektir…

Artan gerginlik milli huzurun en büyük düşmanı olacak; millet olma hasletini zaten kaybeden ülkede iç çatışmalar hız kazanacaktır…

Son söz:

Türkiye’nin kısa ve orta vadede en kazançlı siyasi tercihi: Erdoğan Cumhurbaşkanı; Ali Babacan veya Binali Yıldırım (Ya da Bayburt modeli hemen uygulanabilirse) Abdullah Gül başbakan formülüdür…