BIST 9.525
DOLAR 32,60
EURO 34,78
ALTIN 2.497,40

Kürt olmak bir suç

Yıllarca bu ülkede Kürt olmak, bir suç olarak algılandı.

Kürt olduğunu söylemek, hatta o kelimeyi ağza bile almak vatana millete yapılmış bir hıyanet olarak gösterildi.

Devletin hâkim ideolojik söylemleriyle bu görüş, toplum algısına itinayla işlendi.

Okullarda, gazetelerde, TV’deki Talk-Show’larda, hatta kadın programlarıyla iyice bilinçaltlarının derinlerine ittirildi…

Böylece söylemlerimize yerleşen ve günlük hayatta “bilinçsizce” kullanmamıza ön ayak olan bir düşünce halini aldı.

Buna mukabil, devlet ortaya attığı bu görüşü savunmak adına kimi zaman  “Kürt olmak onların seçtikleri bir şey değil ki…” diyerek kendince sorunu bir adalet süzgecinden geçirdi. Hatta bazen vicdan yapıp “Biz de Kürt olabilirdik…”  diyen devlet büyükleri, ideolojik vicdan terazileri kurdular.

Fransız filozof Louis Althusser, ideolojiyi zihnin işleyişinin ürünü bir tasarım olarak kabul edip, bunun belli aygıtlarla geçekleştiğini iddia eder.

Temelde ideolojinin hangi alanlarda, nasıl ete kemiğe bürünüp de devlet teorisinin içerisine yerleştiğini açıklamaya çalışır.

Devleti “baskı aygıtı ve ideolojik aygıtlar” olarak iki temelde ele alır. Ona göre, devletin baskıcı aygıtı; hükümet, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler gibi kuruluşlardan oluşurken; devletin ideolojik aygıtları ise  “aile, hukuk, din, medya vb.” gibi dağınık bir yelpazede yer alan ve devlet ideolojisine hizmet eden unsurlardır.

Özetle Althusser, devletin her iki aracı da etkili bir biçimde kullanarak istediği hakim ideolojiyi topluma benimsettiğini iddia etmektedir.

Türkiye’nin ulus devlet formu, Müslüman -Türk- Sünni - Hanefi dizilişiyle şekillendiğinden ötürü, bu niteliklere sahip olmayanlar birer tehdit unsuru olarak algılandı. Ve yakın tarihimizde görebileceğimiz üzere, uygulanan politikalar neticesinde  çoğu zaman bu dörtlüden olmamak “bir suç” halini aldı.

Devlet; çıkardığı yasalar, eğitim-kültür- ekonomi politikaları ve asker-polis-hapishane üçgeniyle elinde tuttuğu güç tekelini kullanarak toplum algısına kendince bir biçim vermeye çalıştı.

Ve görece başarılı da oldu!

İşte bu nedenle ulus devletin hâkim ideolojiyle birleşip aşındırdığı bu yolda, karşımıza üzeri toprakla örtülmüş ve çoğu zaman gözyaşıyla sulanmış bir sorun yeşerdi: Kürt Sorunu!

Bu tarihi gerçeklikler neticesinde ortaya çıkan bu sorunu “Kürt sorunu” olarak mı adlandırmalıyız emin değilim. Yıllarca devletin baskı ve ideolojik aygıtlarıyla ortaya çıkan,  zihinlerimize kazılan bu sorunun adı belki de kabul ettiğimizin aksine  “Resmi ideoloji” sorunudur.

Ezcümle müzakerelerin hız kazandığı bugünlerde, soruna biraz da bu perspektiften bakmak çözüm adına fayda sağlayacaktır.