BIST 9.645
DOLAR 32,57
EURO 34,89
ALTIN 2.438,16

Kral Kaybederse!

Hâlbuki oturduğu koltuğun kendisinden önce binlerce oturanı olduğu gibi daha nice oturanı olacaktır.

Bazen başkalarına söyleyemediklerimi ya da nefsime yaptıramadığım şeyleri yüzleşme ya da şikâyet şeklinde kendimle konuşurum.

Değerli bir üstadım ile yapmış olduğum hasbihalden de kopya çekerek son günlerde ki kendimle konuşmalarımı paylaşmak istedim.

Hayat, içinde yolculuk yaptığımız bir gemiye benzer.

Siz geminin burun kısmına doğru koşmaya çalışsanız ya da bir şekilde tepelenerek en arka kısma itilseniz de geminin hızını değiştiremezsiniz.

Geminin ortasında oturduğunuzda yine durum değişmez. Yani geminin hızına bağlı olarak hareket edersiniz.

Üç insan düşünelim; kaptan köşkünde oturan, mürettebatın kaldığı geminin en alt kısmında yolculuk yapmak zorunda bırakılan ve güvertede kendisine belirlenmiş yerde oturan…

Kaderlerinde var olan yerde yolculuk yapmaktadırlar.

Her pozisyonun kendine göre artıları ve eksileri vardır.

Kaptan köşkünde ağırlanan kişinin kaptan kadar sorumluluğu vardır. Büyük dalgalar, korsanlar ve rotanın tutturulması gibi dünya kadar sorumlulukla boğuşmak zorundadır.

En avantajlı olanlar geminin bodrum katında olanlardır.

Gözden ırak olduklarından sadece kendilerinden sorumludurlar. Fakat hesaba katılmamanın verdiği acı bir duygu ile içlerinde ukde vardır.

Güvertede biletli yolcular kendileri için takdir edilmiş yere otururlar. Ön kısımda VIP te ya da normal biletliler arasında otururlar.

Çoğunlukla yolcular bir şekilde halinden memnundur. Oturdukları yerle ilgili bir tevekkül vardır. Kendileri için uygun görülen bu yerde huzurla seyreder ve ötekinin konumuna imrenmezler.

Ancak kimileri neden  VIP’de oturmuyorum diye üzülürler. Yolculukları berbat geçer.

Yerlerinden memnun olmadıkları için geminin varış menziline doğru gittiklerini unuturlar.

Onlarda kaygı öyle artar ki dışardan baktığınızda sanki sonsuza kadar gemide kalacak sanırsınız.

Hâlbuki oturduğu koltuğun kendisinden önce binlerce oturanı olduğu gibi daha nice oturanı olacaktır.

Geminin önüne doğru koştuğumuzda hayatımız ilerlemiş olmaz. Sadece kendimizi yormuş oluruz.

Bizim için takdir edilen kişilik yapısı, mizaç, ten rengi, yüz şekli, ırk, cinsiyet, dünyaya geldiğimiz coğrafya, anne baba, çocuklarımız ve yakınlarımızın kimler olduğu Allah tarafından seçilmektedir.

Bizim hiçbir tercihimiz olamaz. İstesek de bunları değiştiremeyiz.

Anne babamızın eğlendiği bir gece rahme düşeriz. Bir damla hakir görülen sıvıdan yaratıldık. Fakat talip olduğumuz dünya dolusu şey var.

Bir çiğ tanesi kadar tesirli lakin yok olmamıza an kadar yakın varlıklarız.

Bir sonra ki nefesimizi alamayabiliriz!

Yani bir çiğ tanesi kadar ömrümüz kalmış olabilir.

Bazen yeteneklerimiz insanlar tarafından takdir edilmez.

Dünyayı içimize sığdıracak kadar sevgi taşırız fakat yanı başımızda hoyrat bir tutumla duygularımız alt üst olur.

Yaşadığımız acılar çile tezgâhına örülmüş bir halıya benzer. Her nakşında bir gözyaşı her ilmeğinde bir ah vardır.

İnsanlar bu sanat eserine bakar geçerler!

Kimse halının hangi acılarla nasıl ilmek ilmek örüldüğünü görmez!

Bizim içimiz yanmaktadır.

Bir takdir edilme, bir saygınlık beklentisi, bir fark edilme, bir dostça selam, bir sıcak tebessüm, bir içten "nasılsın" hitabı…

Nafile…

Dağdaki çobandan büyükşehirdeki holding patronuna kadar; her birimizin farklı konumlarda çektiği sıkıntı ve acı aynı.

Belirsizlik… "Geleceğim ne olacak" kaygısı…

Vuslat acısıyla bin bir ah ile O dostun kapısındayız.

Başımızı kaldırdığımızda, gözümüzü diktiğimizde, elimizi açtığımızda yanı başımızda olan bir dost var.

O’nu razı edecek bir kulluk için çabaladığımızda samimi olduğumuz ortaya çıkar.

O'nun sadece gözü yaşlı bir çocuğun gözyaşına itibar ettiği de bir kopya olsun.

Şimdi O kutlu kapıda dilekçemiz elimizdeyken acaba içimiz O'nun tarafından okunmuyor olabilir mi?

Bütün nimetlerden faydalanmak istiyorsak öncelikle O'nun belirlediği kıvama gelmemiz gerekir!