BIST 9.727
DOLAR 32,50
EURO 34,91
ALTIN 2.439,09

Kim derdi ki; Öcalan Mit’i koruyacak

Kürt sorunu o kadar alengirli bir konu ki,

İşin doğrusu bu konuda son otuz yılda, “kimin elinin kimin cebinde olduğu bellidir” demek çok dar bir bakış açısı olur.

Çünkü özü itibariyle, “bir halkın diğer bir halkla eşit yaşama” mücadelesi gibi görünsede, muhtevası bakımından aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Derin çıkar örgütlenmeleri, uluslararası iş birlikleri, devlet içi yapıların bir biriyle olan savaşı, ekonomik legal ve illegal zenginleşmeler bu meseleyi içinden çıkılmaz bir hale getirdi.

Hal böyle olunca da, Öcalan’ın son açıklamalarını biraz da bu pencereden okumak gerekiyor.

1- Öcalan bir kere, İmralı’da olduğu süre zarfında kendini daimi olarak "güncellemiş". Her konuya hâkim.

Ki her konuya hâkim olması çok doğal. Çünkü “kimi dönemlerde AK Parti için çatışmaları durdurduk ve destek verdik” diyerek İmralı'da  "belirli aktörlerle irtibat kurduğu" anlamına gelecek söylemler kullanıyor. Yani süreçten geri kalmıyor...

2- Ayrıca Öcalan, son 30 yılda PKK’nın varlığını koruyabilmek için gerekli tüm yerel ve uluslararası işbirliklerini yapmış bir isim. Yani bu nedenle Kürt sorununun perde arkasını her halde ondan daha derinlemesine bilen yoktur.

3- Yıllardır bu kadar tehlikeli ve hata affetmeyen bir vahada savaştığı için, nerede ne konuşacağını çok iyi bilen bir aktör. Söylemlerine bir de bu perspektiften bakmak lazım. Bu nedenle görüşmede stratejik olarak ön plana çıkardığı konular yada planlı olarak hedef aldığı isimler olabilir.

4- Göstermiş olduğu egonun sebebi de, hem BDP heyetine hem de ondan mesaj bekleyen belirli kesimlere “hala liderinizim – hala ipler benim elimde – buradayken bile süreci yönettim” izlenimini vermektir.  Bundan dolayı, “Mit’i koruyalım - darbeyi engelledim” gibi söylemlerin sebebi, bir tür bu güveni tazeleme isteğidir.

5- 1988’de Birand’la yaptığı görüşmede “Türklerin liderlik sorunu var. Ben bir söz söylersem,  o tüm Kürtler için bağlayıcıdır. Ama Türklerde bu denli etkili bir liderlik yok” demişti.

Fakat bu sefer karşısında üç dönemdir iktidar olan, iki kişiden birinin desteğini almış ve askeri vesayeti kısmen de olsa zayıflatmış bir lider var. Yani güçlü bir sivil aktör var.

Tüm bunlarla beraber, 30 yıllık bir hareketin lideri olarak yeniden etkin hale gelmek, yönettiği davada başat bir rol almak ve “İmralı’da yalnızlaşmamak için”, hükümetle birlikte hareket etmekten başka şansı yoktu belki de.

Çünkü bu süreç onu, “İmralı canisinden” barışı getiren adam kisvesine de büründürebilir.

6- "50 bin kişiyle halk savaşı olur…" söylemi ise gerilla yıllarından kalma bir alışkanlık bence. Çünkü 30 yıldır zaten süregelen çatışmalar var. Binlerce hayatını kaybetmiş ve mağdur olmuş insan var... Daha fazla ne olabilir ki...

Ağustos ayında örgüt Şemdinli'yi ele geçirmek isterken, çok büyük zayiat vermedi mi? Olmadı yani. Kolay değil. Çünkü söylemde "halk savaşı olur" demekle olmaz... Bu halk şimdiye kadar gelmediyse, öyle kolay kolay iç savaş eşiğine gelmez.

7- Tam aksi bir söylemle de "Kandil, süreci doğru okumalı" diyor. Barışın önemine dikkat çekiyor. Kandildeki silah arkadaşlarına "Uluslararası konjonktür doğru anlaşılmalı ve aldanılmamalı... Buna göre silahsız bir çözüm arayışı içerisinde olunmalı" mesajını veriyor.

Sonuç;

Hükümet zor durumda kaldı, bu kesin...

Bundan dolayı, bu notların ortaya çıkması, belirli isimlerin kulaklarının çekilmesine de neden olacaktır.

Ama süreç, bu notlar göz ardı edilerek devam edecektir.

Ki etmeli de…

Çünkü sağlam dengeler ve temeller üzerinde kurulu bir barış gelirse,

Türkiye, üzerindeki en büyük yükü atmış ve rahatlamış olacaktır.