BIST 9.525
DOLAR 32,62
EURO 34,81
ALTIN 2.503,14

KENT GÜNLÜKLERİ – Dinozor

Camekânlara baktı geçerken. Her gün değişen, her gün bir eşyanın yüzünü giyinen camekânlara. Kendi yüzünü aradı. Uzun bir yabayı andıran, kemerli bir köprünün ikiye böldüğü, kalın surlarla kuşatılmış çenesine ve baktığı her şeyin taaa dibini görüyormuş hi

 

Uzun sarsak adımlarla girdi sokağa. Macun kıvamına getirdiği ekşi tükürüğünü bir kez daha çevirdi dilinde. Sonra yağmur gibi sonra çamur gibi sonra insanlığın gördüğü en tiksindirici kâbus gibi tükürdü şaaaaap diye kaldırıma. Kaldırım kustu.

Camekânlara baktı geçerken. Her gün değişen, her gün bir eşyanın yüzünü giyinen camekânlara. Kendi yüzünü aradı. Uzun bir yabayı andıran, kemerli bir köprünün ikiye böldüğü, kalın surlarla kuşatılmış çenesine ve baktığı her şeyin taaa dibini görüyormuş hissi veren bir kuyu kadar derin ve tekinsiz gözlerine.

Başka çehreler oynaştı yüzünün etrafında. Tanıdığı tanımadığı bir sürü göz. İrkildi. Telaşla sokağa döndü yüzünü. Alışık değildi bir kavanoz solucan gibi kıvıl kıvıl devinen hayata sırtını dönmeye. Ürperdi. Kallavi küfürler savurdu kalkanlarını gafil avlayan camekânlara. Korkularını okşadı.

“Bir kahve” dedi kaldırım kahvesinin sivilceli garsonuna. “Okkalı olsun. Yanında suyunu da unutma.” Cılız bir evete dönüştü sivilceli garsonun yükselen ürkekliği. Pütürlü yanaklarının gerisinde uzayan, araştıran bir bakış bırakıp ocağa yollandı. Yanında yöresinde oturanlar iri yudumlar aldılar fincanlarından ve sopa görmüş it gibi sıvıştılar birer ikişer.

Yalnız, iri, bakımsız bir dağ gibi kaldı kaldırıma değen küçük taburenin üzerinde. Kıllı kıçını kaşıdı uzum uzun. Bu bir çeşit savunmasıydı onun. Bir çeşit sindirme biçimi alıştığı ama istemediği terk edilişlerini.

Sevmemişti sokak onu. İki metreyi bulan boyunu, kalın asırlık bir çınarı andıran bedenini, kepçe kulaklarının çevrelediği ablak yüzünü ve kara gözlerinden daha da kara olan gizli geçmişini hep tehlikeli bulmuştu.

Bir tek çocuklar bakmışlardı yüzüne uzun uzun. Bir tek onlar merak etmişlerdi sokağın dekoruna aykırı düşen bu insan irisini. Sonra “dinozor!” diye bağırmıştı içlerinden biri. Dinozor dinozor dinozor. Çılgın bir şarkıya dönüşmüştü çocukların çığlıklarında.

Dinozor kalmıştı ondan sonra adı. Yüzüne karşı söylenmese de biliyordu bu civarda herkesin kendinden bahsederken “ha, dinozor mu?” dediklerini. Sade kahvenin koyu telvesiyle kalınlaştırdı yalnızlığının duvarlarını. Gözlerine ürkütücü bir anlam yerleştirdi. Bütün korkularının, özlemlerinin üstünü örtecek kadar kalın bir vahşilik. “Kaç para?” dedi tekinsiz bir hırıltıya benzeyen tumturaklı sesiyle. “Afiyet olsun efendim” dedi garson, “İkramımızdır.”

Gürültüyle kalktı taburesinden. Kalın dudaklarının çevrelediği ağzı bir şey söyleyecekmiş gibi açıldı. Sonra edepsiz bir sırıtış yerleşti suratına. İri bedenini sürükleye sürükleye uzaklaştı.