BIST 9.058
DOLAR 32,33
EURO 35,07
ALTIN 2.297,12

Kapanmayan vicdan dosyaları

Silahlarla taranan minarenin hakkını savunmak için orada olan Tahir Elçi'nin hakkını savunmak için öldürülmesi mi gerekiyordu?

Gri bulutların geçerken uğradığı bir coğrafyanın çocukları değildik biz,

Ya da güneşin umarsız yayıldığı...

Merhametli anaların kederli gözyaşlarında ıslanmayı ve iyi adamların, aydınlık gülüşlerinde ısınmayı bildik biz.

İnsanın kaderini, biraz da içine doğduğu toprakların kaderi belirliyor belli ki.

Kendi tenhalığına çekilmiş insanların amansız durağanlığı, sancısı içinde yarım kalmış bir şarkının aynı nakaratı gibi dudaklarda...

Söyleyip duruyoruz yılmadan, mutlak bir imanla ;

"Kaderin üstünde bir kader vardır..."

Hep aynı acı sonla kırılan kalemlerin, yazmadığını okumaktan başkası gelmiyor elimizden. 

Başka türlüsü mümkün değilmiş gibi...

Oysa eğilip bükülmeden, güce göre değişmeyen bir doğrular silsilesinin arkasında dimdik duran kaleleri arıyor gözlerimiz.

Yine aynı gözlerle yıkılmalarını canlı canlı izlerken, üstelik.

Herkesin vicdansızlıktan, duyarsızlıktan, iki yüzlülükten şikayetçi olduğu bir ortamda,

"Nasıl olur da bu kadar çok vicdansızlık, duyarsızlık, ikiyüzlülük yaşanır?" diye merak ediyor insan.

Cevabını bildiğim ama bir türlü anlamadığım sorular dolanıyor kafamda.

Silahlarla taranan minarenin hakkını savunmak için orada olan bir adamın hakkını, ancak başından silahla vurulup, minarenin yanına yığılan cansız bedenini gördüğünde mi savunmak gerekiyor?

Mesela...

Sislerle kaplı bu çıkmazın içinden biri çıkıp "-Ben öldürdüm" diyecek. Belki susukunluğa bürünecek kelimeler, peki ya yürekler? Mutmain olmuş bir yüreğin huzuruyla, kapanacak mı içimizdeki vicdan dosyaları?

Barış diye haykıran adamların sesleri, yeryüzünde yankılanmasın diye vurulurken, bütün kuru gürültüleri sessize almalı. Yeryüzünün duymazdan geldiği ne varsa gökyüzünden geri dönmeyecek mi?

Neden yangın yeri yüreklerin acısına parmak sokmaya ve ateşe odun taşımaya bayılanlar, hep aynı tornadan çıkma klişeler?

Ateşe odun taşıyanların arasından sıyrılıp, kendini odun olmaktan alıkoyan bir vicdanı olmayanlar evet, belki de susmalı. 

Bir ateş çemberinin içinde, yandıkça haksızlığa susar mı insan?

Odunlukta mahir diye, her ateşe koşar mı bir insan?

Neden büyük bir homurtuyla herkes aynı şeylerden şikayet ederken, gördüğü yamuklukları homurdanmadan düzeltmeye çalışan adamların başına geliyor ne geliyorsa?

Ya da habercilik tutkusunun kurbanı olan bir adamın bedeni tutsak edilirken, en azından "tutuksuz yargılanma esastır" demek hep bu kadar zor mu olacak?

Belki de dayandığı devlet gücünün işine gelmiyor diye "casus, ajan, terörist" demek çok daha kolaydır.

Bu kolaycılığın içinde gazetecilik ahkamı keserek, bir türlü giremediği o elbiseyle podyumda yürüyebilmenin sırrı, hiç aynaya bakmamak olabilir mi acaba?

Mesela, bir türlü asgari müştereklerde buluşamamaktan şikayet etmek yerine; "sen, ben, biz, onlar" falan demeden doğruyu savunup, haksızın karşısında durmak, zaten bize büyük bir buluşma zemini hazırlamaz mı?

Yoksa asıl derdimiz üzüm yemek değil de bağa dalmak mı?

Neden büyük bir homurtuyla herkes aynı şeylerden şikayet ederken, gördüğü yamuklukları homurdanmadan düzeltmeye çalışan adamların başına geliyor ne geliyorsa?

Ve neden bir kere de olsa tarafını gözetmeden, sırf doğru olduğu için doğruyu, yanlış olduğu için yanlışı söyleyebilmek, bütün ezberlerin içinde bozulması en zor olan?

Çoğumuz nereye gittiğini kestiremeden teslim ediyor kaderini, topraklarının kaderine.

Ve yine çoğumuz biliyor ki; bu toprakların kaderi, üzerinde yaşayan cesur insanların ellerinde...

Çoğalarak azalıyoruz.

Belki de azalarak çoğalıyoruz...

Kim bilir?

6 KUZUNUN HESABINI KİM VERECEK?

Dün, Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde bir Kur'an kursunda çıkan yangında 16 yaşlarında 6 çocuk hayatını kaybetti.

Çocuklar ısınamadıkları için odada elektrikli soba yakıyor, içlerinden birisinin battaniyesinin alev almasıyla yangın çıkıyor.

Böyle diyordu muhabir, içim cız ederek izlediğim haberlerde.

3 kuruş daha az yakıt masrafı olsun diye mi bu çocukların hayatı hiçe sayıldı, bilmiyoruz. 

"Fırat'’ın kenarında bir kuzuyu bir kurt kapsa, bunun hesabını Allah, benden sorar"
Hz. Ömer  

Ne sebeple elektrikli sobayla ısınmaya mecbur bırakıldılar onu da bilmiyoruz. 

Ama 15 gün önce yine böyle bir yangın çıktığını ve çocukların ölümden döndüğünü biliyoruz. 

Şimdi alevler arasından çıkamayarak, acılar içinde diri diri can veren bu 6 çocuğun hesabını kim verecek? 

Marifet her akla geldiğinde Hz. Ömer'in "Fırat'’ın kenarında bir kuzuyu bir kurt kapsa, bunun hesabını Allah, benden sorar" sözlerini söylemekte değil. 

En aşağıdan en yukarıya kadar bütün yetkililerin, bu 6 kuzunun hesabını millete vermesi gerekir.

Allah'la olan hesapları da artık kendilerinin bileceği iş. 

Yazıktır, günahtır, vebaldir...