BIST 9.072
DOLAR 32,38
EURO 34,98
ALTIN 2.325,68

Kadın kahkahası üzerine düşünceler

Bir siyasetçinin "kadın çağdaş olacak, başını örtmeyecek" demesi ne denli yanlış olursa, "kahkaha atmayacak" demesi de o denli yanlış.

Bülent Arınç, benim saygı duyduğum bir siyasetçidir. AK Parti içinde en akil ve vicdanlı saydığım isimlerden biridir.

Ancak “Kadın iffetli olacak, herkesin içerisinde kahkaha atmayacak” şeklindeki sözünü ben de yanlış buldum.

Hem de, hem dini, hem siyasi açıdan.

Sırasıyla izah edeyim. 

Dini Boyut

Aslında, dini açıdan “kadın herkes içinde kahkaha atmayacak” sözü kolaylıkla savunulabilir. Çünkü, geleneksel fıkıh kitaplarda bu yönde ve buna benzer bir çok izah vardır. Hatta, kahkaha bir yana, bizatihi “kadın sesi”nin haram olduğuna hükmedilir bazı kaynaklarda. Kadınların, sesleri cazip olmasın diye, konuşurken ağızlarına “çakıl taşı” koyması bile önerilir.

Ancak bu izahların hiç bir Kur’an temelli değildir. Kur’an’da kadınlara “iffet” emredilir kuşkusuz (erkeklere emredildiği gibi), ama buna dair verilen detayların hiç birinde “ses”e dair bir sınırlama yoktur. Görünüşe dair detaylar da, fıkıh kaynaklarında verilen keskin detaylardan (el, yüz ve ayaklar hariç her yerin örtülmesi, hatta bazı kaynaklarda yüzün dahi örtülmesi) daha belirsizdir. (Bkz: Nur Suresi, 31)

Bir başka deyişle, diğer pek çok konuda olduğu gibi, Kur’an “iffet” konusunu da bir ilke olarak belirtmiş, uzun uzadıya detaylandırmamıştır. Bunun hikmeti, pekâlâ, zamana ve topluma göre yaşanabilecek değişimlere göre hükme belirli bir esneklik bırakmak olabilir. Ancak İslam literatürü, İslam’ın ilk asırlarındaki erkek-egemen Ortadoğu kültürüne göre yapılmış bazı yorumları kalıcılaştırmak suretiyle, “örf olan şeyi dinileştirmiş”tir.

Bu da, bilhassa sosyal değişimin çok hızlı olduğu bu modern devirde, yaşanan hayat ile yazılı kaynaklar arasında bir uçurum yaratmaktadır. Öyle ya, bugün Türkiye’deki en muhafazakar kesimlerde bile, “kadının erkeklerle ağzına çakıl taşı alarak konuşması”nı savunan var mıdır?

Ben, meseleye bu gözle baktığım için, “kadın kahkası”nı bir iffetsizlik alameti sayan din yorumunu yanlış buluyor, bunu “din” değil geleneksel kültürün aşılması gereken bir tortusu sayıyorum.

Ama tabii ki herkes böyle düşünmek zorunda değil.

Başka Müslümanlar, elbette, geleneksel fıkıh kaynaklarına hiç bir “tecdid” (yenilenme) aramadan sıkı sıkıya bağlı kalabilir. Kadınların toplumda sessiz sedasız yaşaması, Suudi Arabistan’da olduğu gibi “erkek velisi olmadan gezmemesi”, hatta “burka” (yani peçe) giymesi gerektiğine inanabilir.

Din özgürlüğü, herkes için vardır. En muhafazakar din yorumlar için de vardır. Bu yorumların da kendi görüşlerini duyurma, yayma, telkin etme hakkı vardır. Aynen ateistlerin de kendi görüşlerini duyurma, yayma, telkin etme hakkı olduğu gibi.

Peki Bülent Arınç’ın sözünde ne sorun var o zaman? 

Siyasi Boyut

Üstteki soru bizi meselenin “siyasi” boyutuna getiriyor.

O boyutta söyleyeceğim ise şu: Bülent Arınç bey, elbette, çok muhafazakar ahlak referansları ile düşünüp bunları ifade edebilir. Ancak, Başbakan Yardımcısı sıfatında bir siyasetçi olduğu, yani “devlet otoritesi”yle konuştuğu için, kendi ahlak anlayışını “bu böyle olacak” gibi genele teşmil eden bir dille ifade etmesi, bir “dayatma” çağrışımı yapmaktadır. O yüzden yanlıştır.

Çünkü, bu mantıkla gidersek, yarın bir siyasetçi çıkıp “herkes namazını kılacak” da diyebilir. Namaz kılmayı şahsi olarak övmek hakkı iken, bu şekilde konuşması, dini pratiklerin devlet eliyle dayatılacağı endişesini doğuracağı için yanlış olur.

Buradaki yanlışlığı tersinden giderek şöyle de test edebilirsiniz: Kendini çok Atatürkçü addeden bir CHP’li siyasetçi iktidara gelse ve Başbakan Yardımcısı sıfatıyla konuşurken, “kadın çağdaş olacak…  başını bağlamayacak" dese ne olur?

Muhafazakarlar çok alınır, rencide olur, tepki gösterirler değil mi? 

İşte, muhafazakar siyasetçilerin farklı yaşam tarzlarına dair “müdahaleci” sözleri de aynı şekilde toplumun diğer kesimlerinde tepki yaratıyor.

Aslında ben ne Bülent Arınç’ın ne diğer AK Parti kurmaylarının muhafazakar ahlak anlayışını devlet eliyle dayatmak gibi gizli bir projeye sahip olduklarını, Suudi Arabistan’daki gibi bir “ahlak polisi” hayali kurduklarını düşünmüyorum.

Ama İslam dünyasında bunca otoriter örnek varken, toplumun bir kesimi Türkiye’de de bir gün “ahlak polisi” kurulacağından ciddi şekilde endişe ediyor. Bu endişeyi gidermek de iktidara düşüyor.

Bu tartışmada karşımıza çıkan “dini ve ahlaki otoriterlik” meselesinin ise mutlaka detaylıca tartışılması gerektiğine inanıyorum ki, zaten o yüzden bu konuda bir kitap yazdım: “Özgürlüğün İslami Yolu.”

Yazıyı, o kitabın önsözünden bir alıntıyla bitireyim:

Kimi zaman ‘mahalle baskısı’, kimi zaman ‘devlet eliyle muhafazakârlaştırma’ diye tanımlanan bir endişe kaynağı var Türkiye'de. Bu, bazen laikçi kesimin paranoyalarından kaynaklansa da, bazen bir realiteye de karşılık gelebiliyor. Buna realiteye karşı, dayatılan dindarlığın dindarlık değil ikiyüzlülük ürettiğini, gerçek dindarlığın ancak özgürlük zemininde yeşerebileceğini savunuyorum. ‘Günah işleme özgürlüğü’ denen kavramı bu mantıkla ileri sürüyorum: Günahtan kaçınmak, bireylerin özgür tercihleriyle gerçekleşmeli ki, insanların rızasını değil Allah'ın rızasını amaçlasın. Evvela özgürlük olmalı ki, sahici dindarlık gelişebilsin.”