BIST 9.645
DOLAR 32,56
EURO 34,69
ALTIN 2.414,25
HABER /  GÜNCEL

Joost Lagendijkten uyarılar

Lagendijk'e göre AK Parti içe döndü

Abone ol

Ankara Protokolü konusunda AB ile Türkiye arasında anlaşmazlık olduğunu anımsatan Joost Lagendijk, 'Kıbrıs sorunu müzakere sürecini donduracak bir konu değildir' diyor

DERYA SAZAK: Türkiye - AB ilişkilerinde gözlenen yavaşlama anketlere de yansımaya başladı. Brüksel, Ankara'ya Kıbrıs nedeniyle müzakerelerin kesintiye uğrayabileceği yönünde mesajlar veriliyor. Kamuoyları da eski heyecanını kaybetmeye başladı. Bu noktaya nasıl gelindi?
JOOST LAGENDİJK: İlk olarak bu duruma çok şaşırmadığımı söylemek isterim. Görüşmeler ilk başladığında insanların ilgisi ve isteği çok değildi. Kasım 2004'ten sonra, basının da yoğun bir şekilde eğilmesiyle Türk kamuoyunda AB'ye olan ilgi iyice arttı. Birkaç sene önceki sonuçlara baktığımızda hem Türk hem de Avrupa kamuoyunda yüzde 50 dolayında bir destek vardı.
Daha sonra Orhan Pamuk, Hrant Dink, Elif Şafak davaları başladı, Kıbrıs sorunu gündemden hiç inmedi. Tüm bunlar, AB kamuoyunda olumsuz bir etki yarattı. Birçok insan Türkiye konusunda kararsız kaldı. Ama gelecek konusunda iyimserim. Eğer AB içinde bir genişlemeden bahsediyorsak, Türkiye bunun içerisinde olmalı.

Bazı müzakere başlıkları açılmış olmasına karşın AB'den esen olumsuz rüzgârlar çelişkili bir durum yaratmıyor mu? Türkiye'nin adaylığı sürekli sorgulanıyor.
Müzakereler, hem çok politik hem de çok teknik bir süreç. Politik süreçte var olan sıkıntılar düşünce ve ifade özgürlüğü, Kürt sorunu, Kıbrıs gibi konular. Bunlar medyada geniş yer alıyor.
Ama teknik süreçle ilgili konular çok gündemde değil. Dolayısıyla sorunlu alanlar konusundaki haberleri, makaleleri her yerde manşetten görebiliyoruz. Bu nedenle Türkiye'yle ilgili negatif görüşlerin daha çok olduğu izlenimi doğuyor. Ama bu çok normal.
Örneğin, Polonya açısından bu anket oranları yüzde 65'le başladı. Müzakereler devam ettikçe, bu oran yüzde 45'lere kadar geriledi. AB hedefi yaklaştıkça, bu oran yine % 65'lere kadar ulaştı. Türkiye'de de durum aynen böyle. Kıbrıs'a gelirsek, AB'nin kendini bu konuda suçlaması gerek, çünkü sürekli Türkiye'den yeni isteklerde bulunuyor.
Kamuoyu desteğinin azalması normal. Bunun dışında din faktörü de önemli. Avrupa'nın İslamla bir sorunu var. Türkiye'deki İslamla değil, genel olarak İslamla. Dolayısıyla Türkler, AB'nin İslama ve kendilerine karşı olduğunu düşünüyor. Yüzde 10'luk bir kesim böyle düşünüyor.

TCK 301. maddeden verilen mahkûmiyetler, Avrupa'nın Türkiye'ye bakışını olumsuz etkiledi diyorsunuz, AKP, şimdi daha milliyetçi veya radikal diyebileceğimiz bir yöne mi kaydı?
Ceza Kanunu'nda değişiklikler yapıldığında gerek AB, gerekse Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 301. maddeye dikkati çektiler. Hükümet ise "bekleyin ve görün" dedi. Daha çok düşünce ve ifade özgürlüğüne yol açması beklenirken, tam tersi oldu. Dolayısıyla AB ve hükümetteki bazı politikacılar 301. maddenin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Abdullah Gül bile bunu ifade etti.

AKP içe döndü
Öte yandan milliyetçilik dalgasının Türkiye içinde yükselmesinden ötürü, radikal fraksiyonlar reform sürecini olumsuz olarak değerlendirerek ya da kasıtlı eylemlerde bulunarak AKP'nin eleştirilmesine neden oldular. Bu durum kendi tabanı açısından da normalden çok daha fazla tepki topladı; çünkü bir anda AB'ye yönelik birçok yasa ve uygulama yürürlüğe girdi. Seçimlerin yaklaşmasıyla beraber, AKP de AB'den çok içine döndü. Seçimleri kazanmak istiyor. Kendi oy tabanını elinde tutmaya çalışarak ve onun beklentileri doğrultusunda davranmaya başlayarak kendini iç meselelere yönlendiriyor.
Örneğin Kıbrıs konusunda, hükümet "Biz elimizden geleni yaptık, şimdi sıra AB'de" diyor. Kürtlerle ilgili tutumu da aynı. AKP'nin AB sürecini bir kenara bıraktığını düşünmüyorum.
Çünkü AB perspektifi olmaksızın, AKP'nin zor durumda kalacağını düşünüyorum. Müslüman demokratların seküler bir sistemde kalmaktansa, AB'ye girmenin daha iyi bir fikir olduğunu düşündüklerine inanıyorum.

AKP kilitlenmiş halde

 AKP, Kıbrıs ve Ek Protokol gibi nedenlerle müzakereleri kesintiye uğratmayı göze alabilir mi?
Bu konuda AKP kilitlenmiş durumda. AKP'nin, Kıbrıs konusunda örneğin, Ecevit ve ordu kadar duygusal bir bağı yok. Ancak bir yandan da, Türkiye'de var olan güncel eğilimleri göz önünde bulundurarak, elinden geleni yaptığını ve hamle sırasının AB'de olduğunu düşünüyor. Bu noktada AKP ve AB'nin birlikte hamle yapması gerekiyor. Çünkü AKP'nin şu andan itibaren yeni bir hamle yapması, seçim tabanında büyük sarsıntılara yol açabilir. İfade özgürlüğü, Kürt sorunu konusunda hamlelerine ve girişimlerine devam edebilirler ama Kıbrıs konusunda yeni hamle yapmaları şu an mümkün değil gibi gözüküyor.

Ek Protokol uygulanmazsa, limanlar Güney Kıbrıs gemilerine açılmazsa, AB müzakereleri kesebilir mi?
Hayır, kesmez. Ama gündemde bir kriz yaşanacağı konusunda birçok söylenti var. AB limanlar, havaalanları, ambargo konusunda ısrar ediyor. Ankara Protokolü konusunda AB ve Türkiye arasında bir anlaşmazlık var. Türkiye mal ticaretine sıcak bakabileceğini söylerken, gemi ve uçaklarla hizmet alınıp verilmesi konusunda olumsuz bir yaklaşım sergiliyor.
Dolayısıyla, Türkiye'nin bu koşulu yerine getirmeyeceğini söyleyip arabuluculukla sorunu ileriki yıllarda halletmesi mümkün. Ama bunun yanında eğitim, çevre gibi konularda gelişmeler sağlayabilir. İngiliz Dışişleri Bakanı'nın dediği gibi, AB'li ülkelerin büyük bir çoğunluğu Türkiye ile müzakerelerin sürmesini istiyor.

Tek ülke durduramaz
Türk basını Fransa, Kıbrıs ve Avusturya gibi birkaç ülkenin olumsuz söylem ve tavırlarını göz önüne alarak değerlendirme yapıyor. Oysa onlar 25 ülkeden sadece 3'ü. Türkiye'nin bunu görmesi lazım.
Sonuç olarak, Kıbrıs konusu bir sorun olmakla birlikte müzakere sürecini donduracak bir konu değildir. Ayrıca Türkiye ile Kıbrıs arasında her ne kadar büyük sorunlar olsa da, tek bir ülkenin AB müzakere sürecini durdurabileceğini düşünmüyorum. Annan'ın Ada'ya temsilci göndermesi gerilimin düşmesine neden olabilir. Avrupa konteksi içinde BM aracılığıyla sağlanan bu görüşme, en azından tarafların birbirlerini "dinlemelerine" yardımcı olabilir.

Şemdinli kararı bir mesaj verdi

AB'nin Türkiye konusunda vurgu yaptığı alanlardan birisi de 'sivil asker ilişkileri'. Şemdinli davası bu süreci nasıl etkileyecek?
AB için Şemdinli konusu çok önemliydi. Yargılanma sonucunda iki kişi 39 yıl ceza aldılar. Eğer yargılanma ve mahkûmiyet olmasaydı, Türkiye için bu durumun hazin sonuçları olabilirdi. Şemdinli ile ilgili gelişmelere çok olumlu bakıyorum. Bu olay Türkiye'ye bir mesaj verdi. O mesaj da şuydu: Ordu ya da güvenlik güçleriyle bağlantılı bile olsanız, yargı sisteminden kaçamazsınız. İki askerin mahkûmiyeti çok önemli, ancak bir de bu suçun işlenmesinde kimin parmağı olduğu konusu var.

Ordu politikadan uzaklaşmalı

30 Ağustos'taki Asker Şûra'da genelkurmay başkanı değişecek. Eski Avrupa Parlamentosu üyesi Ozan Ceyhun, Brüksel'de Büyükanıt olmasın diye lobi yapıldığını öne sürdü. Bunlar doğru mu?
AB bu konuyu uzaktan izliyor olsa da, buna karışmaması gerekir. Kimin genelkurmay başkanı olacağına Türkiye kendisi karar verir. AB'nin bu konuyla ilgili olarak önemsemesi gereken nokta, asker - sivil, asker - hükümet ilişkileridir. Ama ordunun Türkiye'de politik konular üzerine bu kadar eğilmesi ya da politik konularda bu kadar etkin olmaya çalışmasını AB anlayamıyor. Ordunun politik alandan yavaş yavaş da olsa uzaklaşması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı bütünleştirici olmalı

Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Erdoğan'ın adaylığı tartışılıyor. Çankaya konusunda ordu da hassas...
Önemli olan bu ismin tüm Türkiye'nin düşüncesini yansıtmasıdır. Yani sadece AKP'yi ve tabanını temsil etmemesi gerekir. Başörtüsü, laiklik gibi konular Türkiye'nin gündeminde bu kadar çok yer alırken, Erdoğan seçilecekse bile bunun uzlaşma zeminine oturması gerekiyor. Seçilecek kişi kim olursa olsun, ülkeyi bütünleştirecek bir yapıya sahip olmalı. AB'de ordunun bu tip konulara müdahale etmesi görülmemiş bir durumdur. Ordunun Türkiye'de farklı misyonunun olduğunu biliyorum. Ordunun zamanla AB'deki ordu anlayışına yaklaşmasını umuyoruz.

Ben de dönmeyi düşünmezdim

Kürt sorununun sosyal ve siyasi boyutları üzerinde ne söyleyebilirsiniz?
Göç eden insanların aklında, memleketlerinde yeni bir hayat kurma düşüncesi var. Ama ekonomik dönüşüm yaşanmamış ya da güvenlik tesis edilmemişse, geri dönmekten vazgeçiyorlar. Ben de dönmeyi düşünmezdim.
Hükümetin Kürt dilinin konuşulmasına sınırlamalar getirmesinin nedenini anlayamıyorum. Geçen sene, Erdoğan önemli projelerden bahsetmişti. Ancak bunların tam olarak uygulamaya geçmediğini görüyoruz. PKK'nın yaptıklarını çok yanlış buluyorum. Türkiye'nin kırmızı çizgilerini zorluyorlar. Ordunun soruna müdahalesi Kürtlerin yaşanacak gelişmelere olan inancını törpülerken, diğer taraftan terörist olaylar ordunun bu konudaki çekincelerinin onaylanmasına neden olup hükümetin daha pasif kalmasına yol açıyor.

Farklı mezhepler temsil edilmeli

Zorunlu din dersleri ve Aleviler konusu 3 Ekim'de AİHM'nin gündemine gelecek.
Gelişmeler gösteriyor ki, zamanla Türkiye'de İslam farklı mezhepler göz önüne alınarak yorumlanacak. Türkiye'de gerek İslam içindeki farklı mezheplerin, gerekse Hıristiyanlık içindeki farklı mezheplerin temsil edilmesi, haklarının korunması gerekiyor. Çünkü bu sayede insanlar Kürt, Alevi ya da Protestan olup aynı zamanda Türk olmaktan gurur duyabilir. Birçok insan, AB'nin azınlık haklarıyla bu kadar ilgilenmesini Türkiye'yi bölme emeli olarak algılıyor. Ama gerçek bu değil.

Röportaj: Derya Sazak
Kaynak: