BIST 9.717
DOLAR 32,51
EURO 34,90
ALTIN 2.437,39

İSME ve Sabahattin Ergin Hocamız’ın “tarihi” konferansı… (1)

Müzikte; sadece çalmak ve söylemek değil, birikimli olmakta gerekli...

İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’nın (1975) kurucu hocalarından; birikimi, bilgisi, araştırmacılığı, paylaşımı, olağanüstü kişiliği, insanlık vasfı, engin görüşü ile gerek konservatuarda ve gerekse “İstanbul Türk Müziği Sempozyumları”nda birlikte çalışmaktan onur duyduğum Sn. Sabahattin Ergin Hocam;  2013 ve 2016 sempozyumlar  bildiri kitaplarının Avcılar Belediyesi’nce basılacağı haberi üzerine bir yazı göndermiş. Yazıyı ve  İTÜ TMDK’da verdiği (2009) geniş bir araştırma ve bilgi sonucu hazırlamış olduğu, genç müzik insanlarına yararlı olacak konferans metnini; önemli bilgiler içermesi ve tarihe not düşülmesi bakımından iki bölüm sizinle sizinle paylaşmayı bir görev sayıyor, hocamıza sağlıklı ömürler diliyorum.

“Çok aziz hocam, Sayın Dr. Göktan AY

Girişiminiz, ülkemizin geleceği için gurur, güven ve itibar kazandırıcıdır. Halen dünya müzik eğitiminde tek otorite, bildiğiniz gibi, İSME’dir. İSME müziği tanımlamıştır. Bu tanım evrensel olup, dünyamızdaki geçmiş ve gelecek bütün müzikleri kapsamaktadır. Ben bunu derslerimde ve çeşitli konuşmalarımda ayrıntılı olarak anlattım.  En son, bu tanıma, Nermin Hocanın daveti üzerine okula gelerek bazı hocaların ve bir hayli öğrencinin katıldığı bir konferansta da kısaca değindim. Müzik felsefesi ve estetiği dersini programlara koyan ve ilk hocalığını yapan bir kişi olarak, özellikle müzik değerini yitirdi mi? ve müzik estetiği üzerinde tereddüt edilen bir çok soruyu da benim cevaplamam istenmiş. Konuşma metni daha önceden aldığım sorulara cevap amacıyla hazırlanmıştır. Verdiğim bilgi notumda bu evrensel müzik tanımı dip not (1) olarak yer almaktadır. Bu konuşmamı bilgileriniz için EK’te sunuyorum.En iyi dileklerimi, sevgi ve saygılarımı sunarım sevgili kardeşim.” ( Sabahattin Ergin / İTÜ T.M.D.K. Emekli Öğr. Gör./ 21.01.2017)

Sayın Hocalarım!                                                                                   Çok değerli arkadaşlarım !                                                                         (Sanatçı Öğr.Gör.Sabahattin ERGİN) 16 Nisan 2009, İTÜ. TMDK  

    23 yıl kesintisiz olarak, müzik kültürü ve eğitimine katkıda bulunmak için çaba harcadığım, çok sevdiğim konservatuarımızda, üç yıllık bir aradan sonra,  tekrar, çok değerli hocalarımız ve öğrencilerimiz ile bir arada olmak, benim için tarifi olanaksız bir mutluluktur.

 Sizlerle, müzikte estetiğin yeri ve işlevi hakkında bir sohbette bulunmaya çalışacağım.

   Sohbet, karşılıklı konuşma olduğu için, ele alacağım konular üzerinde, ben de, sizlerin katkılarından yararlanma olanağını elde etmiş olacağım.

   Bu sohbette, kendi payım için düşündüğüm konuşmayı hazırlarken, sizlerin, eğitime giriş, müzik felsefesi, müzik eğitimi felsefesi (incelenen her metodun felsefesi), müzik teorisi ve estetiği konularında, lisans eğitimi ile eşdeğer ve eş düzeyde öğrenim almış bir konservatuar mezunu için, gereken altyapı bilgilerine sahip bulunduğunuzu göz önünde tutmaya çalıştım. Ancak konuşmamın, bazen yoğunlaşacak felsefî yönüne rağmen, yorucu değil, dinlendirici ve katılımınızı sağlayıcı olmasına dikkat ettim. Bu amaçla yapacağımız duraklamalarda, konu ile ilgili bazı istitratlar da yapacağım. 

( İstitrat, TDK: 1. Sırası gelmişken söylenen söz. 2. Anlatıma eklenmesi istenen söz. 3. ara söz )

  Sizlere, belki, yeni olarak hiçbir şey söyleyemeyebilirim.  Fakat, değineceğim konuları, yurt içi ve yurt dışı, bilim çevrelerinde savunabileceğimi düşünüyorum.

   Yapacağım konuşmada, hafızalarımızı tazelemek için, yararlı olacağını sandığım bazı hatırlatmalar yaparsam, lütfen, beni hoşgörünüz. Kazanılmış bilgilerin güncellenerek dahi olsa, bir anlamda, tekrarı sayılabilecek konuşmalar, genelde, gereksiz, anlamsız ya da sıkıcı görülebilir.

   Fakat, çağdaş üniversitelerde ve temelleri sanat tarafından atılmış olan bilim çevrelerinde aynı konuları, farklı kişilerden dinlemek ve böylece aynı konunun, ne kadar farklı açılardan da görülebileceği ve onun, ne kadar değişik biçimde ele alınarak yorumlanıp anlatılabileceği, felsefe çevrelerinde de olduğu gibi, ilginç bir yaşantı olarak ilgiyle karşılanmaktadır.

    Yurt içi ve dışında aldığım çeşitli eğitimler, adeta yaşam boyunca, her düzeyde, süren öğretim görevlerim ve ABD’de doktora üstü programlarda da yer alan bir aylık sıkıştırılmış bir eğitimdeki kazanımlarım da dahil olmak üzere, yaşamımın her anında edinmiş olduğum deneyimler, bana bugün de huzurlarınızda bulunmak cesaretini veriyor. Zira; yaşamım boyunca, “Zamanı israf etmek, insanın bizzat kendisini harcamasıdır/boşa harcamasıdır.(*)”  İnancının sadık bir bekçisi oldum.

      Şu noktayı da, önemle vurgulamak isterim ki; kişiler ve anlatımları, ne kadar farklı olursa olsun, hepsi özgün değerler taşır, bu nedenle, aralarında her hangi bir fark düşünülmek yerine, tam aksine,  her birinden nasıl yararlanılabileceği düşünülür ve düşülmelidir.  

      Çok değerli  Arkadaşlar !

      Anaokulundan doktora üstü programlara kadar, her tür ve düzeydeki, eğitim ve öğretimin yapıldığı mekân veya mahallerin ortak adı, bütün dünyada, kısaca: OKUL olduğu için, ben de bu terimi kullanacağım.

    Bilindiği gibi; İ.Ö.V.yy.’da SOKRAT (İ.Ö.468-400): “İnsanın gelişmiş bir zekâya, temiz bir ahlaka ve sağlıklı bir vücuda sahip kılınabilmesi için en uygun yolun; felsefe ile birlikte, müzik ve jimnastik öğretimi” olduğunu söyledi. Ancak dönemin sofistleri (felsefe dersi veren çoğu gezgin filozofları), bireyin toplumdan soyutlanamayacağı için SOKRAT’ın önerisine, DİL ve RETORİK’i de eklemesini istediler.

  Bu isteği yerinde bulan SOKRAT’ın ortaya koyduğu eğitim anlayışı, DİYALEKTİK OKUL kavramı olarak benimsendi. SOKRAT, bilgisizliğe karşı açtığı savaşla, eğitimin atası ve felsefenin kurucusu kabul edildi.  Ancak, öğrencisi PLATON (Eflatun, İÖ.427-347) “Görünenin arkasına ulaşmak,  özü bulmak” olarak açıkladığı öğretisi ile Felsefe’nin atası sayıldı. 

  Böylece, SOKRAT’ın girişimiyle doğan ilk eğitim düşüncesi, ANTİK ÇAĞ’ın insanlığa unutulmaz bir armağanı ve mirası oldu.         

  Halen, 21.yy. çağdaş eğitim amaçlarında gerçekleştirilmesi vurgulanan, insanın “insanlaşması ve toplumsallaşması”nı sağlamak için, bütün eğitim kademelerindeki ders programlarında; müzik (+tiyatro ve/veya müzikle ilişkili diğer güzel sanatlardan en az biri), ulusal dil, matematik, felsefe, edebiyat ve tarih eşdeğerde ve zorunlu temel dersler olarak yer almaktadır.

    İ.Ö.VIII.yy.’da başlayıp İ.S.V.yy.’da sona eren ve genelde, aklın yol gösterdiği ve özgür düşünmenin yaşandığı, ANTİK ÇAĞ’(ANTİKİTE)ın felsefesi, bilim ve sanatta önemli gelişmeleri insanlığa kazandıran, eski Yunan ve Roma  felsefelerini ifade eder.     

    Tarih boyunca olduğu gibi, günümüz çağdaş felsefesini de esinleyen ve sadece SOKRAT’tan önce yaşamış olup isimleri bilinenler arasında, en önde sayılanlardan, THALES’(İ.Ö.624-546)in üçgen teoremi, PİTAGORAS’(İ.Ö.580-497)ın müzik ve diğer filozofların, estetik dahil, çeşitli konulardaki görüş ve buluşları hatırlanacak olursa, bilim ve sanatın yeşermesi ve gelişmesi için, özgür düşünce (1) ortamının rolü ve önemi, açıkça görülür.

   (“İlerlemenin tarihi, özgürlük bilincinin gelişmesinden başka bir şey değildir.”Hegel,1770-1831”)

   Antik çağın içinde, özellikle, İ.Ö.VI ve V. yy.’ların eğitim ve felsefe anlayışı, zaman içinde, bütün dinleri ve düşünceleri etkiledi.  Bu parlak yüzyıllar(yy.), insanlık tarihinde, bilindiği gibi, ilk aydınlanma veya antik aydınlanma olarak yer almıştır.

    Antik çağın felsefesini, Avrupa’da, IX.yy.’da başlayıp XVI.yy. başlarına kadar süren ve antik çağın tam aksine, insanın düşünme özgürlüğü ve us’unun (aklının) baskı altına alındığı, dogmatik nitelikteki Hristiyan Orta Çağ Felsefesi izlemiştir. 

  Tabii, bu çağ, insanlık için, sanat ve bilim alanlarında, hemen, hiçbir ciddi gelişmenin yaşanmadığı, bir uyku çağı olmuştur. Ancak bu çağın son yy.’ında, müzik eserlerinin ve genelde sanat eserlerinin, sadece TANRI’ya değil, ölçülmesi mümkün olmayan bir değer olan İNSAN’a da adanmasının gerçekleştirilmesi, insanın, dünyadaki değeri ve özgürlüğünün, yaklaşık 10 yy.’lık bir aradan sonra, tekrar, vurgulanmasında çok etkili oldu.  

  1. yy. sonlarında, yine bazı filozofların, özgür düşünceye yapılan baskıya karşı, yaşamları dahil, ödedikleri çok ağır bedeller karşılığında kazandıkları savaşımı sayesinde başarılan ve çok sonra, tarihçiler tarafından RÖNESANS olarak nitelenen; “kültür ve sanatta yenilenme hareketi” XVI.yy.’da bütün Avrupa’ya yayıldı.

       XVI.yy.’dan XVIII.yy.’a kadar, Batı Dünyası’nda  yaşanan bu dönem, tarihe Modern Çağ olarak geçti. 

   Modern çağı; bilim, akıl ve insanın özgürlüğünü temel alan ve XIX.’ncu yy.’da başlayıp onu izleyecek yy.’lar  boyunca süreceği varsayılan ve içinde yaşamakta olduğumuz ÇAĞDAŞ DÖNEM izlemektedir.

  Halen, güzelliği inceleyen ve daha ziyade bir sanat terimi olarak kullanılan ESTETİK sözcüğü, buraya kadar olan sözlerimden de anlaşılacağı gibi, kaynak olarak eski Yunanca’ya aittir.

   Fiil olarak “duyumsamak, algılamak” anlamlarına gelen (Aisthanesthai) fiilinden üretilen (aisthetıkos) sıfatı “duyarlılığa bağlanan” anlamına geliyordu.

  Estetik sözcüğünün isim ve terim olarak kullanılması, Alman Filozofu Baumgarten’in (Alexander Gottlieb,1714-1762) şiir üzerine düşüncelerini içeren bir kitabını, XVIII.yy. ikinci yarısında, 1758’de, Aestetica (estetik) adı ile yayımlamasıyla başlar.

   Baumgarten bu terimle, “duyumlanır bilginin bilimi” veya daha ‘alt’ bir bilgi kuramını anlıyordu, terime getirdiği tanımı ile de, adeta, daha önce, Leibniz’ın (Gottfried Wilhelm,1646-1716)  “Hissedilebilenin bulanık (çok net olmayan) bir anlaşılırlığı” olduğu sözlerini çağrıştırıyordu. 

  Baumgarten’den itibaren estetik ile ilgilenenlerde “güzelliği düşünmeye” doğru bir yöneliş başladı.  Ayni dönemde Fransa’da “zevkin eleştirisinden” söz ediliyordu.

 XIX.yy.’da ve özellikle XX.yy.’da estetik terimi günlük dile ve üniversitelere girdi.

       [Bu tarihlerde estetik sözcüğü büyük ve ansiklopedik sözlüklerde yer almaya başladı (Aesthetics/Esthetics1815-25).  Halen beş ayrı anlam taşıyan estetiğin 1.anlamı: Kısaca; sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyum, bedii; 2.anlamı: Duyum Bilimi ve 3.anlamı olan: Güzelliğin insan usu ve duyuları üzerindeki etkilerini konu alan felsefe dalı” olarak anlaşılıp ele alınması, estetiği önemli ve ilginç bir bilim dalı haline getirmiştir.]   

     Artık “güzelliğin felsefesi ve sanat teorisi” olarak ele alınan estetik; “insanın insanlığa dönüşü” olarak özetlenebilen ve insan aklının tüm baskılardan kurtularak özgürleştiği XVIII.yy.’da yaşanan ve adına “XVIII.yy. aydınlanması veya 2.aydınlanma denen” bu dönemde, sanki, tekrar, Sokrates öncesi filozofların poetik anlayışının yerini almıştı. (poetik= şiir ve genelde nazım tekniği “sanatın ilke ve kuralları” ve sanatçının bu kurallara uyması anlamına geliyordu.)

  Sokrates “Büyük Hippias” adlı diyaloğunda; “güzel olarak ele alınan Güzel’in hiçbir tanıma sığmayacağı, ama bir hazza da indirgenemeyeceği ve istenen her şeye güzel denemeyeceği” sonucuna ulaşır. (Hippias İ.Ö.527’de, kardeşi ile birlikte Atina’yı yönetmeye başlayan bir lider) 

   Hippias, göze ve kulağa hitap eden güzelliğin var olduğunu kabul eder. Ama “hoş” bir kokunun “güzel” olarak nitelenemeyeceğini söyler.  Ancak bu iki duyu aracılığıyla beğenilenler, onlardan dolayı beğenilmez,  duyumlanır  olanın aşılmasını gösterdikleri için beğenilir.”

 Platon, Faidros adlı yapıtında, güzel’i; “aşk, yararlılık ve çekicilik karşısında ruhun özgürleşmesi” olarak yorumlar.

    Tabii müzikle ilgili en önemli ve kalıcı sözler de, yine antik aydınlanma çağının filozofu olan,  matematik ve müziğe katkıları halen de geçerliliğini koruyan Pitagoras’a aittir.  Müzikle ilgisi olanların dışında da, hemen herkesin bildiği Pitagoras; her şeyin özünü sayıların kökeni olan BİR’de aramak gerekir demiş.  Fiziksel dünyada görülen her şeyi, sayılar arasındaki ilişkilerle ifade edilebilen gizli bir uyuma bağlı görmüş. Bu uyumu, yaşamdaki (tıp dahil) dengenin anlaşılmasına ve hatta dünyanın düzenine (kozmos’a) tam bir giriş niteliğinde olan müzik kuramı’nda da, açıkça görebiliyoruz.   

  • Burada bir az durmak istiyorum. Çünkü bu söz dünyada İslam âlemi dahil, bütün filozof ve bilginlerin zihinlerinde yankılanmış ve yankılar, belki sonsuza kadar devam edecektir.

SORU: Pitagoras’ın her şeyin kökeni BİR’dir sözü üzerinde bir şeyler söylemek için, Kim ilk sözü almak istiyor ?

  • [Lütfen hatırlayınız! Bir Tasavvuf terimi olan Vahdeti Vücut/Panteizm‘**’ ( “Alem-i icad ez bala vü pest/Vahdet ender, vahdet ender, vahdedest./Gerçi der tadadı kesret labüdest/Liik mebnai adet ber vahidest. Mısralarındaki, Bala vü pest, Acemaşiran  ve Çargah gibi Mevlevi ayinlerinde çok geçer. Vahdet Ender’deki ender de, bir çok eserde şiddetlendirici edat olarak geçer. Örneğin; Tanburi Ali Ef. Suzidil Ağır Semai, Usul: Aksak Semai, ‘Kani yadı lebinle… Harab ender  harap…’ ]

    Antik çağın son yy.’ında yaşamış olan Aziz Augustinus’a (İ.S.354-430) göre; “Güzellik Tanrı’nın sıfatlarından biridir ve insan, güzelliğe müzik aracılığıyla erişebilir, müzik zaman içinde yayılmakta, ama zamanın dışında bir yeri ‘taklit etmektedir’” der.

  Görüldüğü gibi, Antik Çağ’ın filozofları, başta Aristoteles (Aristo,İÖ.384-322) olmak üzere, hemen hepsi güzel ve güzellikle ilgilenmişlerdir.

        Değerli Arkadaşlar!                                                

 “Tarihe dayanmayan hiçbir sosyal değerlendirmenin geçerli olamayacağını” söyleyen MARX’(Karl )ın ne kadar isabet ettiğini her geçen gün daha iyi anlıyoruz.  Yaşadıkları her günü, ürettikleri yeni değerler ile daha iyiye dönüştürerek ve zenginleştirerek sonraki kuşaklara miras bırakan atalarımıza neler borçlu olduğumuzu biliyor, onları minnet ve saygıyla anıyor, ve bizler de sonraki kuşaklara karşı olan sorumluluklarımızı, çağcıl bir bilinç ile yerine getirmeye çalışıyoruz.

  Konuşma süremi kısaltabilmek için, uygun görürseniz,  Antik veya Birinci Aydınlanma çağından sonraki filozof ve bilimcileri atlayarak, estetik anlayışının, modern çağ’ın son dönemlerinden itibaren, ya da, o döneme verilen adıyla, 2.Aydınlanma döneminde gösterdiği hızlı değişikliklere gelmek istiyorum.  

 Çünkü; insanlık, aydınlanma’yı başarmak sayesinde, usunu tatmin eden, yepyeni bir çağı açmış bulunuyor. İngiliz filozofu  John Lock (1632-1704) ile başladığı kabul edilen 2. aydınlanma,  XIX.yy.’ın ikinci yarısında “Eytişimsel (diyalektik) ve Tarihsel Özdekçiliğin (maddeciliğin-materyalizmin) açıklanmasıyla gerçekleşmiştir.

     İşte! İnsan, ancak o zaman; kendisini, evrendeki yerini, ne olduğunu, ne olacağını ve neler yapabileceğini bilimsel olarak açık ve seçik anlamıştır.  

   Kendisine yabancılaşmış insan, ancak o zaman yeniden insanlığa dönmeye başlamıştır.

     Bu sonucu yaratan “eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefe”nin keşfi; eytişimin doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün alanları kapsayan evrensel niteliğini, tüm ayrıntılarıyla sergilemeyi sağlayan eşsiz bir başarı olmuştur.

  Böylece; ‘Teori ile Pratik’(Kuram ile kılgı)in eytişimsel birliğinden doğan bu eşsiz başarı, Eski’yi korumaya çalışan “metafizik dünya görüşü”nün yerine, Yeni’ye yönelen “eytişimsel dünya görüşü”nü getirmiştir.

    Bu yeni dünya görüşü, insanlık tarihinin gerçeğe ulaşma sürecindeki en yüce başarısı olan  Çağdaş Uygarlık (Civilization,1765) dönemini de açan, tam anlamıyla, gerçek bir aydınlanmadır.

   Buna göre; eytişim, hem evrensel bütünlüğün gelişme yasası, hem de, bu gelişmenin inceleme yöntemidir.

 Antik Çağ’ın eytişimci filozofu Herakleitos (Herakles,İÖ.550-480)’un parlak sezişlerinden, HEGEL’in bir deha ürünü olan açıklamalarına kadar eytişim, metafizik (Doğa ötesi) yöntemlerle incelenmiş; bu yüzden kuramsal, varsayımsal, şeffaflığı şüpheli, velhasıl, bilim dışı kalarak öz benliğine ve bilimselliğe kavuşamamıştır.

     Nesnel denen eytişim bütün doğada geçerlidir. Bütün doğa, istisnasız her şey, sürekli bir oluş ve yok oluş,  durmayan bir devim ve değişim içindedir.

   Öznel denen eytişim, yani eytişimsel düşünce ise; bütün doğada zıtların karşıtlığından doğan devimin geçerliliğini yansıtır.

    Bir tanım olarak; “eytişim doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışarak aşılmasıyla, durmaksızın devindiren ve geliştiren süreçtir.” Bu tanımı açarsak; eytişim, doğanın işleyiş mekanizmasıdır, toplumun geliştirici gücüdür, düşüncenin gerçeğe varmak için kullanabileceği tek  bilimsel yöntemdir.  

   Estetiğin de bilimselliğe kavuşmasını sağlayan eytişim hakkında bir fikir verebildiğini umduğum bu kadarcık açıklama ile yetindikten sonra, tekrar, estetiğe dönebiliriz..

   Baumgarten’in bir bilim olarak tanımladığı estetik, ancak Alman filozofu KANT (İmmanuel,1724-1804) tarafından bir felsefe kolu olarak açıklandıktan sonra önem kazanmıştır.

  KANT’a göre estetik us (düşünme yeteneği), “kuramsal us” ile “uygulayıcı us” arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir.   (Bana göre; estetiğin asıl işlevi, bu altını çizdiğim sözün anlaşılmasında yatar. Bunu daha sonra analiz etmeğe çalışacağız.)

 Estetik us, bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını ‘güzel’ yargısıyla yargılar. (değerlendirir, görüşünü bildirir.)

   KANT’a göre; güzel olan, doğrunun iyilik’te gerçekleştirilmesidir. Ona göre güzel, “ereği olmayan bir erekliliktir.”  Bunun anlamı; güzelin ereği kendisidir; güzel, güzel olduğu için istenilir.

  KANT’a göre estetik yargı, bir beğeni yargısıdır.  Güzel, bu yargının nesnesidir.  KANT bu yargıyı genellikle geçerli kılmak ister ve “ortak estetik bir duygu”nun varlığını ileri sürer.  Ona göre bu yargı, herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır.  Bu yüzdendir ki KANT, “beğeniler tartışılamaz- (Latince: Degustibus non est  disputandum) anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel geçerli olmasını savunmaktadır.

   KANT’ın bu “örnek güzel”i,  Platon’un “ideal güzel”inin yeni bir biçimde sunulması olarak yorumlanmaktadır. Platon’a göre güzellik ve doğruluk aynıdır, çünkü; her ikisi de varlığın özünü ifade eder. Kant’a göre ise, ikisi ayrı şeylerdir. Doğruluk bir mantık yargısı, güzellik ise bir değer (beğeni) yargısıdır. Güzellik duygusal olanla ilgili bir durum olup, iyilik akılla kavranan bir kavramdır. Yine Kant’a göre güzellik, hiçbir çıkar gözetmeksizin hoşlanmaktır.

   Baumgarten’in tanımına göre estetik; duyusal bilginin bilimidir. Konusu, duyusal yetkinliktir.(yani; kusursuzluk, eksiksizlik, mükemmelliktir.) Gerçekleştirmek istediği de; güzel üstünde düşünme sanatıdır.

  Diyalektik özdekçi estetik ise, bütün bu gibi, idealist görüşlerden ayrılır.  Ona göre; sanat, insanın doğayı dönüştüren etken emeğinin ürünlerinden biridir. Estetik tutum, yaratıcı emeğin bir gereksinmeyi karşılama mutluluğunu aşarak, bizzat yaratıcılığın mutluluğuna ulaşılmakla başlar.

 İnsan, sanatında, insansal tasarılarını gerçekleştirir ve yaratımıyla kültürel doğasını (insansal doğayı) meydana getirir.  Demek ki, insan, sanatıyla bir erek güder ve onun için sanat KANT’ın “ereksiz erek” deyimiyle dile getirdiği içi boş bir oyun değildir.

 İnsan, sanatsal yaratıcı eylemiyle kendi insanlığını gerçekleştirir ve KANT’a göre;  “İnsanın ereği, gelecekte maddi gereksinimlerinden kurtulmuş olarak, yaratıcı gücünün sonsuzca gelişmesi olacaktır.”

   Sanat ürünlerinde ülküleşen (en üstün bir amaç olan)  bu yaratıcı güç, gerçekte, tüm toplumsal yaşamın temelidir. Çünkü; bütün insansal uğraşılar ve etkinlikler, güzelliğin sağladığı sevgi (tatmin, doyum, memnuniyet) ve çirkinliğin uyandırdığı nefret (hoşnutsuzluk) ile yönlenir.

   İnsan sevdiği, beğendiği, yarar umduğu, hayranlık duyduğu bir şeye ulaşmak, karşıt duyguları uyandıran şeylerden uzaklaşmak ister.  Örneğin; haksızlıklardan nefret edilir (tiksinilir), özgürlükten hoşlanılır.

    Sanatta yansıyan, aslında bu özdeksel yaşamın estetiğidir.  Demek ki estetik; son çözümlemede (analiz, Os. tahlil), insanın dünyayı dönüştürme sürecinin yasalarını saptar. Estetiğin öznel yanı, nesnel yanından ayrılamaz.

Müzikte kuram-estetiklik ve S. Ergin Hocamız’ın “tarihi” konferansı… (2)

KÜLTÜR ŞURASINA DOĞRU…

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca düzenlenecek 3. Kültür Şurası çalışmalarında sona gelinmek üzere. 3-5 Mart 2017 tarihlerinde Ankara’da toplanacak şurada; kültür insanlarının/sanatçıların/toplulukların/eğitim kurumlarının v.b. ele alInması ve sorunların çözüme kavuşturulması amaçlanıyor. En son, 1989’da yapılmıştı. Kültür’e önem verdiği ve desteklediği  için, Bakanımız Sn. Nabi Avcı’ya ve yetkililere  teşekkür ediyoruz…

ERKEN YAKALANAN ŞÖHRET...

"Çığlık çığlığa" başlıklı  yazımın yayınlandığı günü gecesi haklılığım perçinlendi. 3 Adam'a takıldım. Eser Yenenler anonslarını anlayan var mıydı? Katılımcılardan vazgeçtim kendi arkadaşlarının ad ve soyadlarını söyleyemiyor. Ağzının içinde  yuvarlayıp geçiştiriyor. Bu durum nasıl izah edilebilir. İşi öğretenin olmadığı kesin. Erken yakalanan şöhret ve kazanılan müthiş paralar şımarıklığa varan -hiç kusura bakmasınlar- tavırlara yol açtı. Buna tonmaster kullanmamayı da eklerseniz ortaya bu rezalet çıkar. Dilerim uyarım pek çok kişinin kulağına küpe olur. Görsel medyada "usta-çırak" ilişkisinin  yok oluşu bir başka handikap. Ustaların ortadan çekilmesinin acı sonuçları belli olmakta. Kimilerinin "ben artık oldum" kompleksleri işin çivisini çıkarttı….” HER KELİMESİNE KATILIYORUZ....

MAYIS 2017 SEMPOZYUMU… HATIRLATMA…

 “24. İstanbul Türk Müziği Günleri”  kapsamında yer alacak olan, “Güzel Sanatlar Eğitimi - Toplum Bilimler Etkileşimi  Uluslararası Sempozyumu”nun; 10-12 Mayıs 2017 tarihleri arasında,  Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Başkanlığı ev sahipliğinde İstanbul’da düzenleneceğini ilk çağrımızda belirtmiştik. Açıklanan  takvime göre bildiri özetlerinin gönderilmesi başlamış olup, 27 Şubat 2017 Pazartesi akşamı sona erecektir.  Bu yoğun gündem  içinde, bilim/sanat insanlarımıza hatırlatmak istiyoruz.