BIST 9.645
DOLAR 32,55
EURO 34,88
ALTIN 2.432,07

"İslam birleştirici olur mu?"

Başlıktaki soruyu eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök soruyor. Bu tarz sorulara Arapça'da “inkari istifham” denir. “İçinde inkar barındıran soru” anlamına geliyor. Yani açıkçası sayın Özkök, bu soruyla İslam'ın Kürt meselesinde “birleştirici bir rol” üstlenemeyeceğini ifade etmiş oluyor. Sayın Özkök bu yaklaşımı “Allah korusun en tehlikeli şey.” diye niteledikten sonra ayrıca “AKP'nin Güneydoğu'da DTP'ye karşı başarısı da asla böyle dinin birleştiriciliği olarak yorumlanmamalı. Bu çok yanlıştır.” diye ilave ediyor.

Ona göre “Türkiye'nin fert başına milli geliri 15 bin dolara çıkar, “Ben Türküm demek Kürdüm demekten daha itibarlı hale gelirse Kürt meselesi çözülür!”

Bunlar sayın Özkök'ün Milliyet'ten Fikret Bila'ya açıkladığı görüşler arasında yer alıyor.

Sayın Özkök'ün “Kürt meselesi ve İslam” konusundaki yaklaşımı dinin Türkiye'deki konumu ile ilgili asker yaklaşımı ile örtüşüyor. Bence bu yaklaşım, bütünüyle sorunlu ve Türkiye'deki bir çok sancının ana kaynağı bir yaklaşım olmakla birlikte, “Kürt meselesi”nde çok daha büyük sorun niteliği taşıyor. Hele bu iş, “Kürtlüğün itibarı karşısında Türklüğün itibarı” meselesine varıp dayandığında, çok daha büyük sorun haline geliyor.

Sayın Özkök'ün yaklaşımındaki problemli durumu anlamak için şu soru üzerinde düşünmek yeter:

Yarın adamlar Kuzey Irak'ta belirli bir zenginliğe sahip “itibarlı” bir yapı oluşturduklarında itibar yarışında ney nerede yer almış olacak? Sonra “etnik” tanım etrafında bir “itibar yarışı” ayrımcılığa hizmet eden başlı başına bir sorun niteliği taşımıyor mu? Tartışma tam da orada, “Türkün itibarı – Kürdün itibarı” noktasında çıkmıyor mu? Şimdi Türkiye, Kerkük konusundaki hassasiyeti, tam da Kuzey Irak Kürt yapılanmasının itibar tırmanışını önlemek amacıyla ortaya koymuyor mu?

Açıkça söyleyeyim, ben, kurmay kadrolarda böylesine ayaküstü değerlendirmeler yapılabilmesini çok yadırgıyorum.

Şunu bile söylemek mümkün: Bu işi Türkiye için böylesine derin bir sorun haline getiren şey, etnik zeminde yürüyen bir “itibar” kavgasıdır. Türkün itibarı... Kürdün itibarı.... Böyle şey olur mu? Neden bu itibarlar birbiriyle yarışsın ki... Birbirini gölgelesin, hatta yok etsin ki...

Gelelim yeniden İslam'ın misyonu konusuna...

Aslında ben, askerin de İslam'ın misyonu konusunda bu kadar dışlayıcı bir görüş sahibi olduğunu düşünmüyorum.

Mesela Kosova'da Türk birlikleri var ve bu birlikler Kosovalılarla basbayağı İslam'lı bir iletişim içindeler. Vaktiyle Kosova'ya, askeri kargo uçaklarıyla Kur'an-ı Kerim götürüldüğünü ve oradaki insanlara dağıtıldığını öğrenmiş ve bunun çok önemli bir gelişme olduğunu düşünmüştüm. Kandillerde, bayramlarda da Türk askeri ile Kosovalılar arasında çok sıcak ilişkiler olduğunu biliyoruz. Bundan tabii bir şey de olamaz. Askerin, içinde bulunduğu toplumun hassasiyetlerini önemli bir değerlendirme unsuru olarak alması nasıl gözardı edilebilir?

Doğu – Güneydoğu'da yaşanan sancının iyileştirilmesinde “İslam unsuru” hiçbir anlam taşımıyor mu? Bunu nasıl söyleyebilir bir eski genelkurmay başkanı? Hep biliyoruz ki bir dönem bölgede uçaklarla Kur'an ayetleri atıldı bölge halkına... Hem de “cihad” ayetleri... Bölgeye MGK bilgisi dahilinde Diyanet'in “İrşad heyetleri” gönderildi. Hep biliyoruz ki, öteki taraf, yani PKK bile inançsız liderlik kadrolarına rağmen, din adamlarına ulaşmaya ve toplumun Müslümanlığını karşıt unsur olarak kullanmaya çalışıyor. Buna rağmen siz, bölge halkıyla iletişimde Kürt halkının dindarlığını gözardı edeceksiniz. Bu makul mü?

Bir de Ak Parti'nin bölgede DTP'ye rağmen ve onu aşan başarısı konusunda din unsurunun rolü meselesi söz konusu... Bunu da kabul etmiyor sayın Özkök.

Yasal çerçeveden bakıldığında Ak Parti de, bölge ile iletişimde din unsuruna atıfta bulunmayacak. Ayrıca bu başarıda Ak Parti'nin bölgeye götürdüğü hizmetin de önemli payı var. Sayın Özkök'ün söylediği gibi, birileri tarafından kınanmak için anılan “Göbeğini kaşıyan adam”ı adamdan sayıp “evine giren politikacı”nın da rolü var Ak Parti'nin başarısında...

Ama daha ötesi de var. Ben bunu bir ara, Tayyip Erdoğan'ın bölgede ulaştığı sempatiyi değerlendirirken “üç ortak yön” diye belirtmiştim. 1. Sistem tarafından mağdur edilmiş olmak. 2. Belediye Başkanlığı döneminde edindiği fukara babası imajı. 3. Dindarlığı...

Hatta oradan yola çıkarak bir öneride bulunmuştum:

Cumhurbaşkanı, başbakan ve Genelkurmay başkanı Diyarbakır Ulucamii'nde bir bayram namazı kılsınlar. Sonra dışarı çıkıp halkla bayramlaşsınlar. Sonra gidip bir mezrada konuk olsunlar...”

Bakın nasıl çözülüyor bu mesele!” demiştim.

Uçuk bir teklif gibi görünmüştü. Ben de o yazımın başlığını “Deli dolu bir yazı” diye koymuştum.

Sezer'in İslam'la ilgili bu tarz teklifler karşısındaki soğukluğu biliniyor.

Sayın Özkök'ün bu sözlerinden onun da soğuk duruşunu anlıyoruz.

Ama benim teklifim devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Gül bölgeye gitti ve kucaklandı.

Neden acaba?

Sayın Özkök'ün bu konuda bir fikri var mıdır? “Ferd başına 15 bin dolarlık Türkiye”yi mi götürdü oraya sayın Gül?

Bugün, terörle mücadelede askeri boyutun önemli ölçüde tamamlandığının ve işin sosyal – kültürel - ekonomik boyutlarının öne çıkmasının altı çiziliyor sık sık askeri kesimler tarafından...

İslam'ın birleştirici rolü”nü ihmal ederek mi olacak bu?

Bir soru sorarak bitireyim bu yazıyı: “İslam'ı dışlayan bir askeri imaj”la Doğu – Günedoğu'da var olmanın bedeli ne olurdu acaba Türkiye için? Türkiye'nin PKK'yı “İslam karşıtı bir örgüt” olarak nitelemesinin ardında bölge insanının dini hassasiyeti ile alakalı bir şey yok mu?

Son söz: Türkiye'de İslam'la ilgili negatif bir yargı ifade edilirken 9 kere düşünüp bir kere konuşulmalı. Malum, boğazın dokuz boğum olması da düşünceyi süzgeçten geçirme gereğindenmiş.