BIST 9.525
DOLAR 32,55
EURO 34,75
ALTIN 2.493,59
HABER /  GÜNCEL

İpekçi'nin mirası hala ayakta

Basın dünyası, Abdi İpekçi adına verilen ödül töreninde buluştu. Objektif habercilik üzerine fikirler aktarıldı. Hanzade Doğan ve Sedat Ergin, etkili konuşmalar yaptı.

Abone ol Abdi İpekçi yaşıyor

Abdi İpekçi, ölümünden 26 yıl sonra, adına düzenlenen 2004 Milliyet Yılın Gazetecilik Ödülü töreninde basın dünyasını bir araya getirdi


Gazetemizin 1979'da öldürülen Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi anısına düzenlenen '2004 Milliyet Yılın Gazetecilik Ödülü', önceki akşam düzenlenen törenle sahiplerine verildi. 'Çakıcı Dosyası' haberleriyle gazetemiz Ankara Bürosu muhabirlerinden Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu, 'Alibeyköy'deki Sel' fotoğrafıyla Sabah gazetesinden Güngör Karakuş ödüle layık görülmüştü.
Doğan Medya Center'da düzenlenen törene Devlet Bakanı Beşir Atalay, eşi Yıldız Atalay, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Vali Yardımcısı Mustafa Kemal Keskin ile eşi Havva Keskin de katıldı. Milliyet gazetesi yazarı Sami Kohen başkanlığında; Prof. Dr. Alaeddin Asna, Oktay Ekşi, Ara Güler, Doğan Heper, Sibel İpekçi, Güngör Mengi, Ertuğrul Özkök, Erdal Şafak, Prof. Dr. Haluk Şahin ve Mehmet Y. Yılmaz'dan oluşan Seçici Kurul'un, "Haber Ödülü"ne layık gördüğü Şardan ile Tahincioğlu, ödüllerini Devlet Bakanı Beşir Atalay ve Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan'dan aldılar.
Teşekkür konuşmasında, mensubu olduğu Milliyet gazetesinde rahmetli Abdi İpekçi'nin ruhunun sürekli yaşadığını belirten Şardan, "Biz bu haberleri yaparken bize destek veren, arkamızda duran yöneticilerimize de çok teşekkür etmek istiyorum" dedi.
Milliyet'in ilkeli tutumuyla bir geleneği yaşattığını ifade eden Bakan Atalay da, "Rahmetli İpekçi, özellikle araştırmacı gazeteciliğin öncüsüydü. Toplumsal hayatın her boyutunda bildiğiniz gibi iyileri teşvik etmek, onurluları ödüllendirmek önemli bir uygulamadır. İyiler ancak böyle yetişebilir. Özellikle basında buna büyük ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu ödüllendirme hem basının etik kurallarını geliştirmekte hem de standardını yükseltmekte. Milliyet gazetesini bu işlevi yerine getirdiği için kutluyorum" diye konuştu.
"İstanbul 2004 - Alibeyköy'deki Sel" fotoğrafıyla ödül alan Güngör Karakuş'un ödülünü, Doğan Yayın Holding Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ'la birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın vermesi, bir ironiye neden oldu. Geçen yıl yoğun yağış nedeniyle İstanbul genelinde oluşan su baskınları nedeniyle eleştirilen Topbaş, "Her ne kadar o fotoğraf, bizim İstanbul'un hiç görmek istemediğimiz bir yüzünü yansıtsa ve bu ödülü benim vermem istense de, biliyorum ki bu tarzda enstantaneler İstanbul'da bir daha yaşanmayacak" şeklinde konuştu.

'Yanlışları yansıtıyor'
Fotoğrafın geçmişten gelen yanlışların yansıması ve kentin kötü kullanımından kaynaklandığını belirten Topbaş, şöyle dedi: "Milliyet'i takip eden biri olarak duruşunuz ve ilkeleriniz önemli. İpekçi'yi şükran ve minnetle anıyorum. Bir duayenin adına düzenlenmiş olan ödülü alanları kutluyorum."
Abdi İpekçi katledildiği yıl dünyaya geldiğini belirten Karakuş da, duygularını şöyle dile getirdi: "Abdi İpekçi, gazeteciliği hedeflediğimde duyduğum ilk isimdi. Bugün elimde onun adının yazılı olduğu ödülü taşıyorum. Çok onur verici bir şey."

MİLLİYET İCRA KURULU BAŞKANI HANZADE DOĞAN:
'Evet, basın taraf olmalı, doğrulardan yana taraf'

Basın kimi zaman 4.cü kuvvet olarak adlandırılır, kimi zaman tarihin ilk kayıtı. Bu tanımlamaların ortak noktası bizlerin toplumun üzerinde etkimiz olduğudur. Bizler bile kimi zaman bu etkinin, gücün, büyüsüne kapılıp bu konumlandırmada doğruluk payı olduğunu sanabiliriz. Konuşmama başlarken benim içselleştirdiğim ve yürekten inandığım bir gerçeği vurgulamak istiyorum.
Basına ister 4.cü kuvvet, ister tarihin ilk sayfaları densin. Bu tanımlamalar sadece ve sadece elimizdeki bilgilendirme ve yorumlama yetkisini doğruluk ile, dürüstlük ile, cesaret ile, en önemlisi adelet ile kullandığımız sürece geçerlidir. Hakkı ile işleyen demokrasilerde medyanın gücünden çok kamuoyunun gücü gerçektir. Bir etkinlilten ve güçten bahsetmek istiyorsak, basının değil, okurun gücü, toplumun gücü, doğrunun gücünden bahsedilmeli. Dördüncü kuvvet olarak kendimizi değil okuru, halkı, toplumu görmeliyiz.
Reklamcılıkta yaratıcılık devriminin öncüsü kabul edilen Bill Bernbach'ın bir sözünü hatırlatarak konuşmama devam etmek istiyorum.
Bernbach şöyle diyor: "Dikkat çekecek bir fikrim var: Gelin doğruyu söyleyelim!" Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulacağına inanılan bir toplumda bir gazete yöneticisi olarak aynı şeyi tekrarlıyorum: Gelin doğruyu söyleyelim...
Demokratik bir toplumda basının gücü sadece, halkın gerçek güç olduğunu görmesinden ve doğruyu söylemesinden geçiyor.
Bu bilinç ile, bu gerçeği içlerine sindirmiş olarak, mesleğini yapan gazetecilerin dünyanın daha huzurlu, daha barış içinde, daha sağlıklı bir yer olmasındaki katkıları tartışılmaz.
The New York Times, editörlerinin hapse girmesini göze alarak Pentagon belgelerini yayınladığında halkın doğruyu öğrenme hakkını savunuyordu.
Le Monde, Cezayir'de Fransız ordusunun yaptığı işkenceleri hiç tereddüt etmeden yayınladığında, sömürge savaşlarının politik olduğu kadar ahlaki bir konu olduğunu da herkese göstermeyi başarıyordu.
Aslında bu kadar geriye gitmemize de gerek yok..
Sadece doğrunun peşinde koşan gazeteciler olmasaydı Ebu Greyb işkencelerinden haberimiz olacak mıydı?
Türkiye'de gazeteciler her türlü sınırlamalar karşısında bile doğruyu yazmakta ısrar etmeseler milyar dolarlık yolsuzluklar, istihbarat örgütlerindeki çeteleşme oluşumları ortaya çıkabilir miydi?
Uğur Mumcu olmasaydı hayali ihracat pisliğinden, Tolga ve Gökçer arkadaşlarımız olmasaydı yargı mafya ilişkilerinin ürkütücülüğünden haberimiz olabilirmiydi? Bu örneklere yüzlercesini ekleyebiliriz, ama sırf bu saydıklarım dahi mesleğimizin hakkı ile yapıldığında dünya için ne kadar vazgeçilmez olduğunu göstermeye yetiyor.
Bu gazeteciler yalnızca doğruyu yazmak ile yetinmediler aynı zamanda taraf oldular. Kimi zaman yargıya karşı, kimi zaman devlete, kimi zaman iş dünyasına karşı ama her zaman doğrunun gerçeğin tarafında oldular.
Haber tarafsız yazılır. Haberi çarpıtmadan vermek bizim ana işlevimiz, kendi çıkarlarımız için asla bir güç odağına taraf olmamalıyız ama bizler medya mensupları olarak, yayıncısından yöneticisinden muhabirine sayfa sekreterine kadar hepimiz iyi ile kötüyü ayırt etme vasvını, cesaretini taşımalıyız. Tarafsızlık belli güç odakları tarafından yönlendirilememek demektir. Tarafsızlığı doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edememe, inandığımızı söyleyememe boyutuna getirirsek o zaman tarafsız değil, bel kemiksiz oluruz.
AB yolunda ilerleyen ülkemizin yalnızca doğruları yazan değil aynı zamanda taraf olma cesareti olan gazetecilere ihtiyacı var.
Evet Bernbach'ın dediği gibi 'gelin doğruları söyleyelim' ama söylemekle de yetinmeyelim onun için savaşalım, taraf olalım. Yılmadan, bıkmadan, usanmadan, tehditlere ve şantajlara aldırmadan doğruyu söyleyip, doğruyu söylemekte ısrar edip, yalnız kalsak dahi doğru için savaşalım. Doğrunun, iyinin yanında taraf olalım.
Milliyet'in alçak bir suikast sonucu öldürülen eski genel yayın müdürünün anısına düzenlediği bu gazetecilik yarışması, ülkemizde gazetecilik satandardının her geçen gün artırılmasını evrensel meslek ilkelerinin ödüllendirilerek öneminin vurgulanmasını amaçlıyor.
Abdi İpekçi'yi matem tutarak değil, gelişmesi için çok çabaladığı mesleğimiz adına bir şeyler yaparak anmanın daha doğru olduğuna inanıyoruz.
Biliyoruz ki bugün aramızda olsaydı o da aynı şeyi yapardı.
Bu yıl geçen yıllardakinden farklı olarak yarışmamızı profesyonel düzeyde bütün gazetecilerin katılabileceği bir düzen içinde gerçekleştirdik.
Türkiye'nin önde gelen ve saygınlıkları tartışılamayacak gazetecilerinden ve bilim adamlarından oluşan jüri üyeleri titiz bir seçim yaptı.
Ve Türkiye'de ilk kez ödül tutarı da yarışmanın adına yaraşır büyüklükteydi..
Ödül kazanan genç gazeteci arkadaşlarımızın doğruyu araştırıp bulmaktaki kararlılıkları ve mesleklerine duydukları aşk geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.
İşin kolayına kaçmadan, gazetecinin yolu üzerine kurulmuş çok sayıdaki tuzağa düşmeden, ceza tehditlerine aldırmadan görevlerini yaptılar ve Türk halkının doğruyu öğrenmesi için çalıştılar. Gelecek yıllarda da bu geleneksel gazetecilik yarışmasının mesleğimizin gelişmesinde önemli bir motivasyon unsuru olacağını biliyoruz.

MİLLİYET GENEL YAYIN YÖNETMENİ SEDAT ERGİN:
Gazetecilik entelektüel bir sınava dönüştü

Abdi İpekçi ödülleri 1981 yılından bu yana veriliyor; demek ki, bu yıl düzenlediğimiz tören 24. ödül töreni oluyor ve artık bu ödülün kurumsallaştığını gösteriyor.
Ben Abdi İpekçi öldürüldüğünde Türk Haberler Ajansının Ankara Bürosu'nda çalışmakta, aynı zamanda Mülkiye'de öğrencilik yapmakta olan genç bir gazeteciydim.
Ankara'dan çok sayıda gazeteci otobüslere binip cenaze törenine katılmak üzere İstanbul'a gitmiş, sabah İstanbul'a vardığımızda doğruca Milliyet'in Nuri Osmaniye caddesindeki merkezine giderek, onun odasını ziyaret etmiştik.
Aradan 26 yıl geçtikten sonra bugün kendisinin koltuğunda oturuyor olmak, kuşkusuz benim için büyük bir onurdur.
Bu ödül töreni, aynı zamanda aradan 26 yıl geçtikten sonra Abdi İpekçi'yi hatırlamak, onun anısını yaşatmak ve Türk basınına kazandırdıkları için ona şükranlarımızı bir kez daha ifade etmemiz için bir vesile oluşturuyor.
Abdi İpekçi'yi öldüren katil, o menfur terörist, yalnızca bir insanı katletmekle kalmadı; o insanın temsil ettiği, savunduğu değerleri de silahının namlusuyla hedef alarak, Türk basınına, Türkiye'ye de çok büyük bir kötülük yaptı.
İpekçi, gazetecilik alanında, basın etiği alanında Batı'da yerleşmiş ölçü ve değerlerin şaşmaz, son derece titiz bir savunucusuydu. Bir anlamda, uluslararası alanda kabul gören etik ölçüleri, gazetecilik ilkelerini titiz bir şekilde uygulayarak, hayata geçirerek Türk basını için önemli bir rol modeli oldu; Türk basınının düzeyini, standartlarını, ölçülerini yukarı çekti.
Bu ölçüleri, ilkeleri gözetmedeki titizliği ile gazetecileri aydınlatan, onlara yol gösteren, aydınlatan bir ışık hüzmesiydi.
Abdi İpekçi'nin gazeteci olarak en önemli hasleti, olguların objektif, doğru bir şekilde ortaya konmasına, yani mutlak gerçeğe olan taahhüdüydü.
Bu taahhüt, mesleğini evrensel ölçülere göre icra etmek isteyen, her dürüst, namuslu gazetecinin de alfabesi olmalıdır.
İpekçi'nin ölümünün ardından geçen 26 yıl içinde Türkiye ve Türk basını, çok büyük değişikliklere sahne oldu. 12 Eylül askeri müdahalesi, 1980'li yıllarda Türkiye'nin liberalizmle tanışması, artıları ve eksileriyle Özallı yıllar, değer ölçülerindeki başkalaşımlar, dış dünyada soğuk savaşın sona erişi, uluslararası politikadaki baş döndürücü gelişmeler, Türkiye'nin 90'lı yıllarını içteki siyasi çatışma ve istikrarsızlıklarla, birbiri ardına kurulan koalisyon hükümetleriyle heba etmesi, PKK terörü, kuşbakışı baktığımızda ilk göze çarpan başlıklar.
Ama işin özeti galiba şurada yatıyor: 1980'li yıllarda demirperde ülkesi diye adlandırdığımız ülkelerin hemen hemen hepsi bugün Avrupa Birliği'ne katılmış bulunuyorlar. Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin ise 3 Ekim tarihinde başlaması bekleniyor.
Bu çerçevede, geçen süre içinde Türkiye'de tabuların tek tek kırıldığını, ülkemizin, Türk demokrasisinin çokseslilikle, çoğulculukla tanıştığını, temel meselelerinin yoğun bir tartışmaya sahne olduğunu, bu sorunların çok karmaşık ve çetrefil bir şekilde karşımıza çıktığını da değerlendirmemize katmalıyız.
Bir taraftan, dünya hızla değişiyor, küreselleşme -kızsak da kızmasak da- bildiğini okumaya devam ediyor; içeride de muazzam bir değişim süreci ve önemli kırılmalar yaşanıyor.
Değişimin hızı ve yoğunluğu, gazetecilerin kendilerini sürekli geliştirmelerini, entelektüel açıdan devamlı yenilemelerini gerekli kılıyor. Gazetecilik, artık gazetecilerin hangi kademede olurlarsa olsunlar, -ister genel yayın yönetmeni, ister yazı işleri müdürü, ister muhabir- kendilerini sürekli üniversitede seminer öğrencisi gibi görmeleri ve ona göre davranmaları gereken bir uğraş haline gelmiştir. Türk basınında yeni dönemde gazeteciliğin sürekli bir eğitim ve kendini yenileme çabasıyla, bilgimizi güncelleştirme çabasıyla atbaşı gitmesi gerekiyor.
Geçen dönem, Türk basınında hem olumlu hem de olumsuz anlamda pek çok değişikliğin yaşandığı bir zaman kesitini de gösteriyor. Abdi İpekçi'nin hayata veda ettiği dönemde Milliyet gazetesinin ekonomi servisinde yalnızca iki gazeteci çalışıyordu. Bugün ekonomi servisimizde 30 kadar muhabir ve editör çalışıyor. Ve artık ekonomi muhabirleri değil, sektör muhabirleri var, enerji muhabiri, turizm muhabiri gibi... Gazetecilik her alanda giderek daha büyük bir uzmanlık ve derinleşmeyi zorunlu kılan bir alana dönüşüyor.
Geride bıraktığımız yıllar, Türk basınına atfedilen bütün olumsuzluklara rağmen, Türkiye'de gazetecilerin özgür gazetecilik geleneğini sürdürdükleri bir dönem olmuştur. Bugün Yüce Divan'da sürmekte olan davaların hepsi Türk gazetecileri tarafından ortaya çıkartılmış yolsuzluk dosyalardır. Önemli bir bölümü de Milliyet tarafından ortaya çıkartılmıştır. 1990'lı yıllarda Türkiye'deki bütün yolsuzluk olayları --İlksan'ı alın, Türkbank gibi skandalları alın- yabancı gazeteciler, uzaydan gelen gazeteciler değil, Türk gazeteciler tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu gazetecilerin bir bölümü de bugün bu salonda oturuyorlar.
Demek istediğim şu: Türk basınıyla ilgili olumsuzlukları gözardı edelim demiyorum. Bu olumsuzlukların uzun bir listesini çıkartılabilir. Katetmemiz gereken uzun bir mesafe var. Özellikle basın etiğine olan taahhüdümüzü daha kuvvetli bir şekilde içselleştirmeliyiz. Buna karşılık, Türk gazetecileriyle ilgili değerlendirmeleri yaparken karşımızdaki fotoğrafa biraz daha objektif bakmamız, fotoğraftaki olumlu unsurların hiç de yabana atılmaması gerektiğini teslim etmemiz gerekiyor.
Bugün ödül vereceğimiz iki arkadaşımız Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu bu geleneği sürdüren iki önemli isimdir. Her ikisi de Yargıtay Başkanı ile üst kademe bir MİT görevlisi arasındaki garip ilişkinin gün ışığına çıkartılmasında oynadıkları rol ile özgür gazeteciliğin başarılı bir örneğini verdiler. Hem yüksek yargıyı, hem de istihbarat örgütünü karşılarına almaktan çekinmediler. Yalnızca onları değil, onların haberlerini değerlendiren yazı işleri mutfağını, önlerini açan gazete yönetimini de bu çerçevede zikretmek gerekiyor.
Fotoğraf dalında ödül alan Sabah gazetesinden Güngör Karakuş'u da özellikle kutlamamız gerekiyor. İnsanlık tarihi, bir bakıma insanlığın doğaya karşı verdikleri mücadelenin de tarihidir. İnsanlar akıllarını kullanarak, bilimin yol göstericiliğinde giderek ve organize olarak, doğadan kendilerine gelebilecek felaketleri, olumsuzlukları kontrol edebiliyorlar, kendilerini doğadan koruyabiliyorlar.
Bu, çağdaş olmanın, medeni sayılmanın en önemli ölçütlerinden biri.
Oysa Güngör'ün fotoğrafına baktığımızda 2004 yılında Türkiye'nin en büyük şehrinde insanların doğaya yenik düştüklerini görüyoruz. Bu, Türkiye'de bilime meydan okuyuşun, kuralsızlığın bedelinin nasıl ödendiğini gösteren bir ibret belgesidir.
Ödül törenini açarken Abdi İpekçi'yi bir kez daha rahmetle anmak istiyorum. Bugün bu salonda olsaydı, adına verilmiş ödülün haber dalında iki Milliyet mensubuna gitmiş olmasıyla iftihar eder ve bu müessesenin gazetenin birinci sayfasında logosunun altında yazan "basında güven" taahhüdünün arkasında durmakta olduğunu görmekten gurur duyardı.
Bugün burada düzenlemekte olduğumuz ve Abdi Bey'in adını taşıyan ödül töreni aslında Milliyet'in geçmişi ile geleceğini bağlayan bir köprü işlevi de görüyor.
Sözlerimi bağlarken, Milliyet'in köklü geleneklerinin yaşamaya devam edeceğini, gazetecilik değerlerini yüceltmenin Milliyet'in en önemli hedefi olarak kalacağını bir kez daha vurgulamak istiyorum."

Kaynak :