BIST 8.718
DOLAR 32,33
EURO 35,18
ALTIN 2.246,41

İki 'kardeş'in hikayesi

Size kapalı kapılar ardında konuşulan bir hikayeyi anlatacağım. Medya ve siyaset dünyasından pek çok kişinin bildiği bir hikayeyi.Biraz uzun bir hikaye. Gene de, okuduğunuza değecektir, diye düşünüyorum...

Size kapalı kapılar ardında konuşulan bir hikayeyi anlatacağım. Medya ve siyaset dünyasından pek çok kişinin bildiği bir hikayeyi.

Biraz uzun bir hikaye. Gene de, okuduğunuza değecektir, diye düşünüyorum...

Dindarlığı ve ahlaki değerleri yaymayı amaç edinmiş bir topluluk vardı. Hayatlarını, kariyerlerini, ailelerini, çalışma düzenlerini hep bu amaca göre şekillendirmişlerdi.

Bu gurubun önde gelenleri bir gün ticarete atılmaya karar verdiler.

Amaçları çok para kazanmak değil, dost-düşman herkese ahlaklı, dürüst, hak bilir, ticaretin nasıl yapılacağını göstermekti.

İşte bu topluluğun önde gelenleri 2002’de bir şirket kurdular.

Kimin genel müdür, kimin üretim müdürü, kimin personel müdürü olacağı belliydi.

Şirketi kuruldu. Ve piyasaya girdiler.

İlk yıllar genel müdür olması beklenen kişi, bazı engellerden dolayı bu görevi üstlenemedi.

İçlerinden biri geçici olarak bu görevi üstlendi.

Rakipleri, bu birlikteliğin kısa sürede çıkar çatışmasına gireceğini düşünüyordu.

Fakat rakiplerin umduğu gibi olmadı. İşler iyi gidiyordu. Hakikaten de alışılmış ticari kuralların dışında bir üslupla yol alıyorlardı. Hem de beklenenden ve tahmin edilenden daha hızlı.

Genel müdür olacak kişinin önündeki yasal engeller kalkınca, mevcut müdür, koltuğu arkadaşına tereddütsüz devretti.

Hem müşteriler hem de rakipler şaşkındı.  Bu, alışılmış bir tavır değildi.

Çünkü şirket ortakları için, piyasa eğilimleri değil, ahlaki değerler öncelikliydi. 

Bu şekilde birkaç yıl tam da istedikleri gibi yol aldılar.

Rakipleri işi ciddiye almaya başlamış, Türkiye’nin bu yeni, dikkat çeken şirketine tuzaklar kurmaya başlamışlardı.

Şirket ortakları, el ele verip bu tuzakları boşa çıkardılar. Her tuzağı atlattıklarında hem müşterileri arttı, hem de müşterilerin şirkete olan güveni ve bağlılığı.

Bu artış yapısal olarak şirketin de büyümesini zorunlu hale getiriyordu.

Anonim şirkete dönüştürdüler ve bir de yönetim kurulu başkanlığı makamı ihdas ettiler.

ilk genel müdür; daha önce genel müdürlük koltuğunu tereddütsüz devrettiği arkadaşına:  “Eğer sen istiyorsan yönetim kurulu başkanı olabilirsin. Yok sen istemiyorsan ben olmak istiyorum” diye öne atıldı.

Fakat genel müdür bu işe pek gönüllü değildi.

İlk defa aralarında bir pürüz doğmuştu. Genel müdür el altından, etrafında kendisine yakın tuttuğu çalışanlar vasıtasıyla rakiplerinin de yardımını isteyerek bu arkadaşının yönetim kurulu başkanı olmasını engellemeye çalıştı.

Fakat bunda başarılı olamadı. Sonunda herkesin huzurunda “Yönetim kurlu başkanlığına kardeşimi uygun gördük” diyerek, aslında istemediği bir sonucu sahiplendi.

Şirket artık hem yönetim kurlu başkanı hem de genel müdürüyle daha güçlü bir profil çizmeye başlamıştı.

İlk yıllar işler gayet iyi gidiyordu.

Şirketin küçük hissedarları genel anlamda mutluydular. Çünkü herkese ahlaklı, dürüst, yenilikçi, vizyoner bir şirketin nasıl olacağını göstermişlerdi.

Fakat zaman geçtikçe yönetim kurlu başkanı hem piyasanın, hem de rakip şirketlerin dikkatini çekti.

İnsanlar ister istemez, başkan ile müdürün tarzlarını kıyaslamaya başladı. Bu iki ‘kardeş’ arasında üslup farklılığı oluşmuştu.

Yapılan piyasa araştırmalarına göre, yönetim kurulu başkanı, rakip şirket müşterilerinin bile takdirini kazanıyordu.

Bu ilgi genel müdürü rahatsız etmeye başlamıştı.

Bu rahatsızlık, genel müdürü daha agresif bir üsluba yöneltti.

Genel müdür “Güçlü olmamız için çok para kazanmalıyız. Çok para kazanmak için de bazı hassasiyetlerimizden taviz vermemiz gerek” diyerek pazarlama tarzını değiştirdi.

Diyaloga dayalı, saygılı rekabet; yerini, çatışmacı bir yönteme bırakmıştı.

Ahlaklı ve dürüst ticaret yaparak müşteri kazanmanın yerini, çok para ve güç ile müşteri kazanma stratejisi almıştı.

Artık tek bir amaç vardı: Şirketin cirosunu yükseltmek.

Bu politika değişikliği; başkan ile müdürün arasındaki mesafeyi iyice açtı.

Genel müdür, benimsedikleri değerlerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan insanları şirkette istihdam etmeye başladı.

Şirketin küçük hissedarları da olup bitenin farkındaydı. Kapalı kapılar ardında gidişattan yakınsalar da açıktan itiraz eden çıkmıyordu.

Çünkü şirket kazandığı yüksek paralarla kendisine emek verenlere inanılmaz rahatlıklar sağlıyordu.

Yönetim kurulu başkanı giderek kendi arkadaşları arasında yalnızlaştı.

Öyle ki şirketin yeni tesislerinin açılışına bile genel müdür rahatsız oluyor diye yönetim kurulu başkanı davet edilmez oldu.

Fakat yönetim kurulu başkanı hem kendi kariyerini, hem şirketi riske etmemek, hem de “oyunbozan” damgası yememek için dert ettiği meseleleri açıktan tartışma konusu yapmıyordu.

Profesyonel de davranamıyordu.  Çünkü beslendikleri kültür, benimsedikleri değerler, böyle davranmasını engelliyordu.

Fakat genel müdür ile arası açılan eski arkadaşlarını ‘bir vefa gereği’ yanında istihdam etmeye başladı.

Yönetim kurulu başkanının bu tavrı genel müdürü fena halde rahatsız etti.

Yakın bir zamanda yönetim kurulu başkanı değişikliği gerekiyordu. Hem şirketin irili ufaklı tüm hissedarları, hem de müşteriler yönetim kurulu başkanlık hakkının bu sefer genel müdürde olduğunu düşünüyorlardı.

Şimdiki yönetim kurulu başkanı ise genel müdür olacak diye bekleniyordu.

Beklenti böyleydi ama şartlar buna uygun değildi. Şirkette yeni ve ‘tuhaf’ insanlar vardı. Başkan’ın kişiliğine ve tarzına uymayacak bir pazarlama ve üretim politikası benimsenmişti.

İlk zamanlar bunu değiştirebileceğini ve genel müdürün de layıkıyla bir yönetim kurulu başkanlığı yapacağını düşünüyordu.

Fakat öyle olmadı.

Daha önce, başkan, bir bölge müdürünü uyardığında “Lütfen çift başlılık yaratma” diyen genel müdür; şimdi “Eğer yönetim kurulu başkanı olursam her işe karışırım öyle boş boş oturmam” diyerek ‘kardeşi’ne nazire yaptı.

Sadece bu da değil. Şirkete sonradan gelmiş o ‘tuhaf’ insanlar yönetim kurul başkanın aleyhine tezviratta bulunmaya başladılar.

Yönetim Kurulu Başkanı, ‘Kardeşi’ genel müdürün, tezviratlardan rahatsız olup, bu anormalliğe son vereceğini umuyordu ama öyle olmadı.

Sadece genel müdür değil, diğer eski dostlarından da tek bir itiraz gelmiyordu.

Herkes genel müdürün pazarlama taktiklerinden ve elde edilen kazançtan memnundu.

Bütün bunlar olurken genel müdür şirketle alakalı yeni politikaları kalıcı hale getiren kararlar alıp bunu da yönetim kurulu başkanına imzaya gönderiyordu.

Rakipler ve genel olarak piyasa ondan bu kararlara imza atmamasını beklerken o ise şirket zarar görmesin diye yeni kararları onaylıyordu.

Bir ara kendisine “Bu yasalar sizin piyasadaki itibarınızı sıfırlamak için çıkarılıyor. Amaçları sizi de aynı çizgiye ortak etmek” diyenler olduysa da inanmak istemedi.

Ya da inandı ama her şeye rağmen doğru olanın imzalamak olduğunu düşündü.

Genel müdürün kendisiyle ilgili yaptığı konuşmaların ses kasetleri, aktarılan dedikodular…

Yine de masaya oturulduğunda konuşarak her şeyin çözüleceğini, eskisi gibi yoluna gireceğini düşünüyordu.

Kamuoyuna bir açıklama yaptı: “Aramızda bir sorun yok, konuşarak durumu netleştireceğiz.”

Piyasa onların konuşmasından doğacak sonucu beklerken aslında o konuşma çoktan yapılmıştı.

Yapılan bu konuşmada önüne bir tablo koyuldu: Şirket artık senin bildiğin o şirket değil. Kilit noktalarda farklı insanlar var. Çok farklı bir pazarlama ve üretim politikamız var. Ve bu çarkın döndürülmesi için de ‘güç’ ve yakıta ihtiyaç var.

Bu nedenle genel müdürlük makamını, o çarkın bir parçası haline getirdik. Aramızda kalacaksan, bu çarkı döndürmek zorunda olduğunu da bilmelisin.

Artık bu şartlarda bu şirkette kendisine yer olmadığını fark etti.

Çünkü o çarkın içine giremeyeceğini, girse de duramayacağını biliyordu.

Önünde farklı seçenekler vardı: Her şeye rağmen “Yönetim kurulu başkanlığına yeniden adayım” diyerek bütün oyunu bozabilirdi.

Veyahut gelip “Sen hiçbir şey yapma, şirket kur başına geç. Müşteri de hazır, sermaye de” diyenleri dinleyip yeni bir şirket kurabilirdi.

Fakat hem yetişme tarzı, hem kişiliği, mücadele yolunu seçmesine müsaade etmedi.

Kendi baktığı pencereden haklı görünse de, “Kardeş kavgası çıktığında kimse, kimin haklı olduğuyla ilgilenmez” diyerek ceketini alıp gitmeye karar verdi.

Çünkü kardeş kavgasında utanma duygusu olanın kaybedeceği biliniyordu.

Asıl kırgınlığı, küskünlüğü şirkete sonradan girenlerin hakaretleri ve genel müdürün bütün makamları isteyen tavrı değildi. Eski arkadaşlarının, gönül verenlerin, bütün bir topluluğun ‘parayı ve güç’ü amaç edinen yöntemi benimsemiş olmalarıydı.

Şimdi insanlar onun yeni bir stratejik hamleyle geleceğe yatırım yaptığını düşünüyor.

O ise, yaratılan ‘yeni Türkiye’de arkadaşlığa yer olmadığını fark ettiğinde ticaret yapmanın da güç olduğunu anladı.

Hangimiz anlamadık ki?

twitter.com/acikcenk