BIST 9.645
DOLAR 32,53
EURO 34,83
ALTIN 2.428,60
HABER /  GÜNCEL

İfrattan tefrite geçtik; orta yolu olmalı

''Al gülüm ver gülüm, bunlar hep köpük'', ''Gazeteciler hiçbir konuyu derinlemesine bilmez.'' İşte Zaman yazarıyla çok konuşulacak söyleşi...

Abone ol

Zeynep Kurtbay

İNTERNETHABER

Nuriye Akman; yılların röportajcısı… Kurcalayıcı; sıkıştırıcı; çataçat sorduğu sorularıyla ‘’Vay be konuşturmuş gene’’ dediğimiz Nuriye Akman; Zaman Gazetesi’nde bir süredir daha sakin daha ‘derinden’ röportajlara imza atıyor. 3 yıl önce kurduğu İletişim Atölyesi’nde sadece röportaj tekniklerini anlatmıyor; anlama ve anlaşılma üzerine de eğitim veriyor. Üsküdar Fıstıkağacı’ndaki atölyenin her alandan öğrencisi var. İletişim, güzel konuşma, bir filmi analiz edebilme; bir yazarın iç dünyasını çözebilme taktikleri de öğretiliyor atölyede. Nuriye Akman ‘’Buraya gelenler dopdolu dipdiri çıkıyor’’ diyor. AK Parti Kadın kolları; İSMEK eğitimcileri; Basın İlan aracılığıyla Anadolu’daki gazeteciler de Akman’dan eğitim alanlar arasında. Biz de atölyenin yolunu tuttuk ve şu son zamanlarda medya aleminde de çok tartışılan röportaj konusunu masaya yatıralım istedik. İşte Nuriye Akman’ın söyledikleri, söylemedikleri…

Eren Talu’nun evliliğini en ince ayrıntısına kadar ifşa ettiği  Ayşe Arman röportajını okuduğunda ne düşündün?

Ya Ayşe Arman yapmış röportajı ben fikrimi söylesem ne olacak? Ayşe Arman’ı konu almak istemiyorum. O yaptıklarıyla tartışılsın. Hem ne değişecek? Gene yapılmaya devam edecek bunlar. Kim kime ahlak dersi verebilir? Kendimi o konumda görmüyorum. Ama benim tarzım değil yani bu. Hayatta yapmadım.

Peki bir röportajcının sınırları olmalı mı? Ya da ne olmalı?

Sadece röportajcının değil her insanın sınırları olmalı. Hayatının hangi aşamasındaysan hangi şapkayı takmışsan ona göre sınırları vardır. Meslek hayatında da bir idrak kapasitesi; bir anlayış dairesi; bir değerler silsilesi var. O değerler seni bağlar. Yoksa sansür anlamında değil. Onlar senin sınır taşlarındır. O değerlere bağlı mısın, değil misin? Sorun budur.

ÖZEL HAYATIN KAPISINA GELDİĞİMDE DURURUM

Soru sorarken durmamız gereken bir yer var mı?

O tamamen senin değerlerinle ilgili. Ben kimsenin öğretmeni olmak durumuna düşmek istemem. Ben kendi değer yargılarımdan bahsederim. Ama bunlara uymayanları da afişe etmem. Ben kendi açımdan kurcalayıcı; sorgulayıcı sorular sorarım. Ama özel hayatın kapısına geldiğim zaman dururum. Derinlemesine sorular sormam. Hiçbir zaman özel hayatla ilgili derinlemesine konuları merak etmem çünkü. Bunların merak edilmesinin de topluma yarar sağlamayacağını düşünürüm. Bundan yarar sağlayanlar da var.

Striptiz diye bir şey var. Bu bir ruh hastalığı. Ruhunu soymak; kendini teşhir etmek; bütün pisliklerinle kamuoyu gündeminde olmak ve buna yardımcı olmak. Bunu yapanlara tatmin duygusu da verebilir. Ama o alanlar başka alanlar. Ben o alanlarda değilim. Beynimiz her şeyi kaydediyor. Nasıl ki çocuklarımıza bir anne baba olarak hep iyi örnekler göstermek isteriz; insanın bir yönü hiç büyümez; beyin olduğu gibi alır. O yüzden de yaptığımız her şeyin sorumluluğunu taşımak zorundayız. İşaret ettiğimiz şeyler aslında bizi de gösterir. Ben sorunun bir parçası olmak istemem; her zaman çözümün bir parçası olmak isterim. Ama bu bir siyasi kimliği, netameli işlerle uğraşan bir işadamını sorgulamamak anlamına gelmez.

Yani toplumda kendini teşhir etmek isteyenler çoğaldı mı demek istiyorsun?

Evet bu teşhircilik ve röntgencilik ihtiyacı aynı zamanda. Ne gerek var? Sigara içene kadar sigaraya ihtiyacın yoktu. Bir şeyler tekrarlana tekrarlana normalize olur. Bu kadar çok acı çeken; ağlayan insan görmek bir süre sonra bizi duyarsızlaştırır. Aynı şekilde ahlaki değerlerimize uymayan şeyleri de görmeye alışarak  bir kabuk bağlarız ve artık yaralanmaz hale geliriz.

Aslında bu söylediklerin genel anlamda medyanın halini de ortaya koymuyor mu? Medyanın gündeminden şaşmayan o fotoğraflar; dakikada bir kafalarımıza çakılan o flaş’lar; dönüp dolaşan şiddet görüntüleri…

Sorumluluk duygusu taşımayan insanların yaptıkları işlerde bunu görüyoruz. Bir psikiyatr ile paylaşılması gereken işler vardır. İnsanın bir yönü çok karanlıktır. Çok şeytanidir. Bunların aşikare edilmesi; ifşa edilmesini ben toplum sağlığı açısından doğru bulmam. Aksi takdirde bütün doktorların hastalarının sırlarını dışarı sızdırması gerekirdi. Bu kural neden medyayı bağlamasın?

İFRATTAN TEFRİTE GEÇTİK; BİR ORTA YOLU OLMALI

Hiçbir röportaj hazırlığında ya da sonrasında,  özel hayatı sorguladığın zamanlarda; bir psikiyatra danıştığın oldu mu?

Sadece bir kez oldu. Ben doktor gibi sormuyorum ki gerçekten anlamak için soruyorum. Bizler eski moda kaldık. Yani medya açısından çok konuşulmamak ayrı derinlere sızabilmek ayrı bir şey. Çok bilenler az konuşur hatta konuşmaz. Meyveli ağaçsan başın yere eğiktir; meyvesiz ağaçlar ise başlarını göğe kaldırır. Konuşmak her zaman iyi sonuç getirmez; Biz çok fazla konuşuyoruz. İfrattan tefrite geçtik. Bir dönem hiç konuşulamazdı. Şimdi ipimizi koparmışcasına konuşuyoruz. Herhalde bunun bir orta yolu olmalı.

DOĞRU DEĞİL BU KADAR MESAJA MUHATAP OLMAK

Orta yolu olmazsa?

Çıfıt çarşısı. Doğru değil bu kadar çok mesaja muhatap olmak. Hayatta çok kısa bir süre varız. Bunları öğrenmek için mi geldik? O kadar çok şey var ki öğrenilmesi gereken. Evrenin tamamı çok büyük bir kitap.

Merkez medyadaki röportajlarınla kıyasladığında ‘şurada olsaydım’ dediğin oluyor mu?

Bazen oluyor. Ama bunun üzerinde durmuyorum. Orada daha çok konuşulurdu belki ama başka huzursuzluklar olurdu. Ben içinde bulunduğumuz anın en optimal an olduğunu düşünüyorum.

RÖPORTAJLARIMIN DAHA SALÇALI VERİLMESİNİ İSTERDİM

[PAGE]

Zaman Gazetesi'nde sayfanın hazırlanması; röportajlarının editoryal değerlendirilmesi, anonslanması için ne düşünüyorsun? Şikayetin var mı?

Tabii ben daha salçalı verilmesini isterdim.  Sonuçta bir değerler silsilesi var; orası babanızın malı değil. Belki salçalı verilmesinden de hoşlanmayabilirdim. Bazen bir lafın başa çıkarılması ile içeride kalması arasında çok büyük bir fark olabiliyor.

ARTIK DOYGUNLUĞA ERİŞTİM HİÇ UĞRAŞAMAM

Mesleki hırslarının biraz daha törpülendiği anlamına mı geliyor bu?

Hırsın törpülenmesi değil doygunluk. Önem sırasındaki yerinin değişmesi ya da. Adamı sen düzgün yansıttın mı çarpıtmadan veriyor musun, gündemi yakalıyor musun? Hiç uğraşamam. Öyle verilmiş böyle verilmiş ne gerek var? Bak ben kendi fotoğrafımı bile vermiyorum. Ha nasip olur da Obama ile röportaj yaparsam fotoğraf çektiririm.

Gazeteden sipariş röportaj yaptığın oluyor mu?

100 söyleşiden birisi belki onu da ya yaparım ya yapmam.

Yapmama hakkın da oluyor yani.

Hak değil ya denk gelmez ya boşverin benim için önemli değil diyebilirim. Keşke daha çok öneri gelse. Onlar da diyorlar ki haklı olarak gel toplantılara gir.

ŞİMDİ HEP KÖPÜK; AL GÜLÜM VER GÜLÜM İŞLER

Diğer gazetelerden teklif gelse ne yaparsın?

Gelince düşünürüz şu anda huzurum yerinde.  Bir ihtiyaç olduğunu orada zannetmiyorum. Onlar bir yol tutturmuşlar gidiyorlar.

Nasıl bir yol o yol?

Ortada. Yapılan söyleşilerde işte ortada. Sığlık. Hakikat aşkı yok kimsede. Fazla tüketim kültürüne dönük fazla magazin. Ben magazini küçümsemem, nasıl verdiğin önemli.

Röportaj verenlerin de kendilerini ifşa etmeleriyle ilgili bir değişim mi var acaba?

Al gülüm ver gülüm. Kullan beni kullanayım seni. Bir itiraf kültürü gelişti. Bunlar hep köpük. Köpük.

KİMSE BANA GELMEYE CESARET EDEMEZ

Sana ‘röportaj vermek için’ gelenler  oluyor mu?

Bana kimse gelemez. O reklamın bir parçası olmam ben.

Siyaset dünyasından gelirler mi peki sana röportaj vermek için?

Hayır böyle bir şeye cesaret edilebilir mi edilse inadına yapmam. Kimse bugüne kadar beni aramadı, arayamaz. Herkesin yürüdüğü bir yolu var. Bir Neşe Düzel giriyor mu böyle işe? Ben de girmem illa isim verdiriyorsun bana?

Gel seni biraz geçmişe götürelim; çocukluğuna; hikayenin başladığı yere. Nasıl bir çocuktun?

Samsun Ladik’te doğdum ben. Ankara’da büyüdüm. Babam ziraat mühendisi. Kitap okuyan bir baba; şefkat sembolü bir anne. 4 kardeşin büyüğüyüm. Ailenin gizli reisiyim yani. İçe dönük bir çocuktum. Sonradan gazetecilik beni açtı. İnanamıyorum gazeteci olduğuma. Hala da öyleyimdir; kontrollü bir sosyalliktir benimki. Kendimi insanların arasına olayların arasına atmam. Ben toplantıların kadını değilim mesela.  Arkadaşlarım; gideceğim yerler hep kontrollüdür. 

ÖNCE DEVLET MEMURU, SONRA HABER MÜDÜRÜNÜN SEKRETERİYDİ

Sen devlet memurluğu da yaptın gazeteci olmadan önce değil mi?

Evet Gazi İletişim’de okudum; Kamu Yönetimi master’ı yaptım. Sonra Sümerbank’ta bir sene çalıştım. 82’de Milliyet’in arşiv servisinde işe başladım. Reklamda çalıştım. 85’te Hürriyet’e haber müdürünün sekreteri olarak işe girdim. Fiilen gazeteciliğe başlamam 30’undadır.

Geç keşfedildin yani?

Hayır ben öyle demiyorum. Tam tersine olgunlaştım.

En huzurla çalıştığın medya patronun kimdi?

Hepsinle rahat çalıştım; saygı gördüm. Sevgi gördüm. Zaman’da buna dahil olmak üzere. Ama en çok destek ve yardımı Ertuğrul Özkök’ten gördüm.

BEN 1 KERE KONUŞURUM İNSANLARLA BİR DAHA ARAMAM

Gazetecilik açısından kurduğun ilişkilerde o günden bugüne fark var mı?

Hiçbir fark yok. Haber yazmadığım için; sıcak haberle uğraşmadığım için ben 1 kere konuşurum insanlarla; bir daha da gerekmedikçe aramam.

Hiç mi arayıp sormazsın; ilişkileri geliştirmek adına…

Niye sorayım? Muhabirler için müdürler için tamam ama benim için öyle değil. ‘’Nasılsınız iyi misiniz’’ diye… Boş konuşmalar bunlar. Geriye dönmeyi sevmem ben; eğer ona yeniden sayfalarımı açacaksam açarım telefon. Konuşacak çok insan var.

Birden fazla röportaj yaptığın kişi sayısı da az öyleyse?

Çok değil. Mesela İsmet Özel’le bir Zaman’da yaptım, bir Hürriyet için yapmıştım. Fethullah Gülen’le bir Zaman için bir Sabah için. İsim vermeyelim durmadan aynı isimlerle yapanlar var; fenalık geliyor insana. Bazen 6 ayda iki kere yapıyorlar. İlgi alanın değişiyor; merak ettiğin şeyler değişiyor. Bazen o insanın kendisini çok merak ediyorsun. Bazen de gündemdeki bir konuyu.

GAZETECİLER HİÇBİR KONUYU DERİNLEMESİNE BİLMEZ

Özellikle Zaman’a geçtiğinden bu yana röportaj çizginin değişimi yönünde atıflar var sana.

Ne kadar basit şeyler bunlar. İnsanın içi her zaman bütün renkleriyle dışarıya vurmaz; bazen  bir renk daha öne çıkar. Gazeteciler hemen ucuz bir şekilde etiketlerler. Böyle bir alışkanlıkları var. Gazeteciler hiçbir konuyu derinlemesine bilmezler. Buna zamanları yoktur. Daima olaylar üstlerine üstlerine gelir. Birini tam öğrenemeden anlatamadan bir başkasına geçerler.  Bu alışkanlıkla da yok Gülen’le söyleşi yaptı; değişti… Yok böyle bir şey; ucuz bunlar… Herkes değişir. Bu değişimin farkında olan vardır olmayan vardır. Yaş faktörü var tabii, olgunlaşıyorsun.

Kuran okuyarak büyüdüğünü söylemiştin. İnançların nasıl gelişti? Bugün dinle aran nasıl?

Ben her şeyi okurum. Meraklı bir insanım. Dünyayı değişik kavrama biçimleri var.

Peki şimdi nasıl, namaz kılıyor musun örneğin?

Özel hayat gibi bunların da dile gelmemesi gerektiğini düşünürüm. Yapıyorum demek de yapmıyorum demek de yanlıştır. 

Çok eskiden bir dönem başını kapattığın doğru mu?

Hayır canım ne münasebet. Uydurmuşlar; insanların işi yok gücü yok.

Gazeteci dostların var mı? Gazete çevresinden ilişkilerin nasıl?

Gazeteye gitmiyorum. Bir çok uzak; iki sıcak haber takip etmiyorum. Kimseyle görüşmüyorum.

Röportaj karakteristiğini anlatırken ‘’bile isteye gerilim yaratıyorum’’ demişsin bir zamanlar... Gerilim dozajı azaldı sanki röportajlarında, öyle mi?

Röportaj yemek yapmak gibi bir şey. En son Akılda Kalan’da Berhan Şimşek vardı. Gayet ateşli, muzip, dalgacıydı mesela. Bir sürü şapkan var birini takarsın öbürünü çıkarırsın. Kurcalayıcı; dalgacı...

Röportaj yaparken seni inciten kötü bir anın var mı?

Yok hayır.

Ufuk Güldemir’le yaşadığın gerilim?

Ağladım, üzüldüm, sinirlerim bozuldu. Röportajın ilk dakikasında ‘’Öldürdüğün hayvanların acısını yüreğinde hissediyor musun’’ sorusu onu çileden çıkardı; kovdu beni. Bunun neresi ahlaksızca bir soru?  Ben ona terbiyesizlik yapmadım ki söyleşide. Bir kere de Şevket Kazan’la oldu. ‘’Mahkumların babasıyım’’ demişti. Af konusunda ‘’evlatlarınızdan birisi öldü, ne hissediyorsunuz’’ diye sorduğumda çok sinirlenmişti.

BEN KENDİMİ GİZLERİM RÖPORTAJ SIRASINDA

Kılıçdaroğlu röportajında taraflı sorular sorduğun yönünde eleştiriler aldın.

Olabilir hepimiz tarafız. Çok memnundu halbuki, gayet tatlıydı. Anlamıyorum niye tartışılıyor? Alan razı veren razı size ne oluyor? Hiç sesinin tonu yükselmedi. Ben kendimi gizliyorum aslında röportaj yaparken bazen ondanmışım gibi bazen bundanmışım gibi. Herkes kendini bulsun istiyorum. İlla kendim gibi sormuyorum. Oyun ya bu.

Zaman’dan gidiyor olman röportajlarında karşındaki kişinin sana bakışını nasıl etkiliyor?

Hepsinde değil. Ama takdir edersin ki bu tür yargıları aşabilenler var aşamayanlar var. Onlar zaten röportaj vermiyor. Bu da benim sorunum değil.

 Röportajlarını reddedenler de oldu yani… Kimler var mesela?

Ahmet Necdet Sezer kime röportaj verdi mesela? Başbakanımızın eşi mesela, kime verdi? Bana vermedi. Benim alamadığım sonra başkalarına konuşanlar oldu tabii. O da tercih sebebi. Zaman’a vermek istemeyebilir. Bunlar normal şeyler. Bu kadar hırslı ve azgın olmamak lazım.

 İleriye dönük nasıl bir hayalin var? Röportajlarına daha ne kadar devam edeceksin?

Patronlarım beni atana kadar. Nasıl ki tiyatrocular sahnede ölmek isterler biz de sahnedeyiz. Daha fazla edebiyatla meşgul olmak isterim tabii ki. En az para getiren ama beni en çok mutlu eden roman.

DÜŞÜK İDRAK SEVİYESİNDEYMİŞİM DEMEK O ZAMAN

‘Ruh ikizini bulamamaktan’ yakınmışsın Ayşe Arman’la röportajında… Hala bulamadığını düşünüyor musun?

Ruh ikizi mi demişim? Öhhkkk. Ne kadar klişe bir laf; klişelerden uzak duracaksın. Düşük idrak seviyesindeymişim demek o zaman. Ben kimsenin özel hayatına bulaşmazken niye kimseyi özel hayatıma bulaştırayım?

Karşında Ayşe Arman olduğu için mi?

Bilmiyorum bir şeyler oldu. Her zaman da doğruyu yapamaz ki insan.

Hatta şöyle demişsin o röportajda ‘’Sen kendi istediğin Nuriye’yi ortaya çıkardın.’’

Doğrudur; ben de öyle yapıyorum (gülüyor)…