BIST 9.530
DOLAR 32,46
EURO 34,82
ALTIN 2.476,28

İdam edilen rahmetliye çok benziyor?..

Türkiye ekonomisi daha o zamanlar dünyaya açılacak, diğer liberal demokrat kapitalist ekonomilerle entegre edilecekti…



Bahçeli İhsanoğlu'na kızmış mıdır?..

Ekmeleddin İhsanoğlu HDP
cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş için şöyle bir açıklama yaptı:

"Sayın Demirtaş'a cumhurbaşkanlığı konusunda milli egemenliğimizin tecelli ettiği Yüce Meclis'in vekilleri teveccüh göstermiştir".

Kimilerine göre, Bahçeli bu açıklamaya çok kızmış…

Ben zannetmiyorum…

Aksine, bu açıklamaya destek vermeli Bahçeli

Demirtaş, bu ülkenin diğer bütün milletvekilleri gibi, anayasaya göre seçilmiş milletvekillerinden biridir…

Ve…

Anayasaya göre de aday olmuştur…

Ekmeleddin İhsanoğlu, demokratik nezaketi yerine getirmiş ve eğer seçilirse Türkiye demokrasisi için nasıl da büyük bir şans olduğunu göstermiştir…


VATAN CADDESİ KAZDILAR AMA...

Ey güzel insanlar!..,

Tarih, bir ulusun aynası gibidir…

O aynaya baktığınızda sadece geçmişinizi değil, geleceğinizi de görürsünüz…

Ben de şimdi sizlere önce geçmişin aynasını tutacağım, sonra da hep birlikte o aynada gördüklerimizin şaşmaz ve aydınlatıcı ışığında geleceği göstermeye çalışacağım.

Öncelikle şunu kabul edelim:

"Türkiye yaklaşık 70 yıldır demokrasicilik oynuyor"…

Bu öyle bir demokrasi ki…

TSK ara sıra oyuna girip oyunu iptal etti, oyuncuları oyun dışında bıraktı…

Hatta bazen kimi oyuncuları yok etti…


 

27 Mayıs 1960 ihtilalini yapan askerler, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı astılar…

Demokrasicilik oyununda ilk perde 27 Mayıs 1960’da indirildi.

CHP ve TSK, arkalarına medya ve üniversiteleri de alarak ihtilal yaptılar…

DP iktidarını devirerek tüm bakanları ve milletvekillerini tutuklayıp Yassıada’ya hapsettiler...

İhtilalin gerekçelerini açıklayan bildiride, anayasanın çiğnendiği; demokrasinin yara aldığı ve DP’nin giderek tek parti sultası oluşturarak, rejimi bile tehlikeye atacak tarzda bir yönetim gösterdiği duyuruldu kamuoyuna...

Bu bildiriyi okuyan Albay Alpaslan Türkeş, üsteğmenliği sırasında Türk ırkçısı olduğu suçlaması ile yargılandı…

 

VE BİR İDDİAYA GÖRE…

Bizzat dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün emriyle tırnakları söküldü…

İşte o Albay Türkeş 27 Mayıs 1960 sabahı, tırnaklarını söktüren ismet Paşa ile aynı çizgideydi...

Bu bile, 27 Mayıs hareketinin ideolojik amaçlı veya demokrasiyi korumak adına yapılmadığının göstergesi gibiydi…

İhtilalden önce Cumhuriyet ve Akis gazeteleri, üniversite gençlerinin -bizzat başbakanın (merhum Adnan Menderes) emriyle- katledildiklerini ve öldürülen gençlerin cesetlerinin yeni inşa edilmekte olan Vatan Caddesi'nde dolgu malzemesi olarak kullanıldığını iddia etmişlerdi…

Tabii ihtilalden sonra yapılan kazı çalışmalarında, Vatan Caddesi’nin altında tek bir cesede bile rastlanılmadı...

Hatta köpek leşine bile…

Bu ve benzeri iddialar sadece askeri operasyona meşruiyet kazandırmak için hazırlanmış kılıflardan ibaretti:

İhtilalin temel amaçlarından biri; dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun muhtemel başbakanlığını engellemek ve Türkiye’yi piyasa ekonomisi uygulamalarına geçişte geciktirmekti…

Peki Fatin Rüştü Zorlu'yu bu kadar tehlikeli kılan neydi?

Cevabı basitti:

Fatin Rüştü Zorlu son derecede muhafazakâr, dini inançları güçlü, Müslüman Arap ülkelerinin gelecekteki zenginliklerini göre ve fakat Batılı düşünce ve hayat tarzını benimsemiş, dünyevi, laik sistemi demokrasinin ve gelişmenin olmazsa olmazı olarak kabul eden LİBERAL düşünceli bir devlet adamıydı…

 

YANİ…

Hem Batı’dan kopmayı düşünmüyor aksine daha da hızlı Batılılaşmak gerektiğine inanıyordu…

Hem de Ortadoğu’nun Arap Müslüman devletlerine “Liderlik” yapacak bir Türkiye özlemi duyuyordu…

Ve sevgili dostlarım…

Aynı dönemde Türk işadamları henüz sermaye birikimi sağlayamamışlardı...

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu'nun kaldırılacağını; Türk parasının diğer ülkelerin paralarıyla kolayca ve özgürce değiştirilebileceğini -yani konvertibıl olabileceğini- söylüyordu (Rahmetliye yaptırmadıklarını Özal merhum 25 sene sonra yaptı ve Türkiye gerçek dünyalı oldu)…

Bu demekti ki:

Türkiye, gümrük oranlarında da bazı indirimlere giderek, her konuda ithalatı kolaylaştıracaktı…

Bu demekti ki:

Türkiye ekonomisi daha o zamanlar dünyaya açılacak, diğer liberal demokrat kapitalist ekonomilerle entegre edilecekti…

Zaten, Avrupa Kömür Birliği olarak kurulan birlik (Bugünün AB’si) giderek Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüşmenin sinyallerini de veriyordu… 

Menderes Hükümeti bu yeni birliğe üyelik başvurusunda bulunmak için çalışmaları başlatmıştı...

 

İŞTE O GÜNLERDE…

Bazı çevreler, böylesine özgür bir uluslararası ticaretin, henüz yürümeyi bırakın, ayağa kalkmasını bile yeni yeni öğrenmeye başlayan Türk sanayicisini, rakipleri karşısında çaresiz bırakacağını savunuyorlardı...

Çoğu öylesine bir rekabet ortamında fabrikalarını ve diğer iş yerlerini yabancılara kaptıracaklardı…

İşte bu ortamda birkaç aileden oluşan yerli sermaye, "Türkiye’nin yabancı devletlere ve şirketlere satılacağını" iddia ederek, el altından ulusalcı ve solcu cepheleri ateşledi…

Dönemin güçlü işadamları, hafta sonlarını general rütbesinin altındaki komutanlarla ve hatta binbaşı ve yüzbaşılarla birlikte geçirip, onlara Türkiye’nin nasıl da uçuruma götürüldüğünü anlattılar…

İşte burada sorulması gereken bir sual var…

O da şu:

“Kapitalizm rekabet üzerine kuruluyken, yegane kapitalistlerimiz neden rekabetten bu kadar korksun?"..

Cevap vereyim:

Bir avuç işadamı ki bunlar sanayici değil, hem ithalat yapan ve hem de yurt içinde üretilen yerli malı halka satan büyük tüccarlardı…

Sonradan inkâr ettiyseler de Menderes’in “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” hayalinden korkmuşlardı…

“Her Mahallede bir milyoner” demek, korkunç bir rekabet demekti…

Yani kamu kaynaklarının daha çok işadamı tarafından pay edilmesi demekti…

Bir ara soru daha sorayım kendime…

“O dönemde kamunun kaynağı mı vardı ki”

Cevabını da kendim vereyim:

Evet vardı…

Bizzat Menderes’in kendi iktidarı döneminde kurduğu çimento, şeker, kumaş vs. gibi bazı kamu fabrikalarından elde edilen nakit kaynaklar…

Ki…

Bunlara hammadde veya mamul maddeler ve kamu bankalarında çok düşük faiz oranlarıyla yatan halkın parasını da ekleyin…

İşte bu kaynaklar, beş on aile yerine her mahallede yaratılmak istenilen yeni milyonerlere de pay edilirse, cumhuriyet zenginlerine ne kalırdı?..

O halde acele etmeli…

Menderes ve onun akıl hocası, akrabası ve dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dan bir an önce kurtulmalıydılar…

Kurtuldular da…

Hem hükümetlerini düşürdüler hem de yanlarına Hasan Polatkan’ı da koyup idam ettiler ve sonsuza kadar kurtuldular…

 

DİNİ İNANÇLARI GÜÇLÜDÜR...

27 Mayıs 1960’ta, dünyada belki de ilk ve son kez, bir ülke özel sektörü, piyasa ekonomisini tercih eden bir hükümeti devirmesi için askerlerle; hem de sol görüşlü askerlerle işbirliğine girişti!..

Bir başka deyişle söylemem gerekirse…

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Fethi Okyar tarafından kurulan ilk liberal hükümetinden sonraki ikinci liberal hükümeti olan DP hükümeti, Solcu Asker - Kapitalist Sanayici işbirliği ile yıkıldı

Şimdi noktayı koyuyorum…

Ekmeleddin İhsanoğlu, günümüzün yeni Fatin Rüştü Zorlu’sudur…

Muhafazakârdır…

Dini inançları güçlüdür…

Ve fakat…


 

Batılı düşünce ve hayat tarzını benimsemiştir…

Dünyevidir…

Laik sistemi demokrasinin ve gelişmenin olmazsa olmazı olarak kabul eden bir devlet adamıdır

Yani…

Hem Batı’dan kopmayı düşünmeyen aksine daha da hızlı Batılılaşmak gerektiğine inanan…

Ama hem de…

Ortadoğu’nun Arap Müslüman devletlerine “Liderlik” yapacak kadar bölgeyi yönetenler ve halkları tarafından sevilen bir güzel insan…

Lütfen bana öfkelenmeyin ey Ak Partili dostlarım…

Samimiyim

Hiç yalansız…

Hiç dolansız…

Ve Erdoğan’ı da kırmadan, incitmeden gerçekleri söylüyorum…

 

 

DAVUTOĞLU BAŞARABİLDİ Mİ?..

Uluslararası ilişkiler ve bölge ülkeleriyle olan yakınlaşmada, Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı dönemindeki başarıyı bir daha (Ne yazık ki) asla yakalayamadık…

“Ahmet Davutoğlu beceriksizdi” demek istemiyorum…

İyi niyetliydi elbette ama…

Başarılı olamadı…

Bunda doğru istihbarat alamayışının rolü olduğu kadar, deneyimsizliğinin, romantizminin ve Ortadoğu’yu hayallerinde canlandırdığı gibi görmek isteyişinin de rolü oldu…

Biliyorsunuz…

Ortadoğu’da destek gördüğümüz, ilişkilerimizi devam ettirdiğimiz, ya da bizimle ilişkilerini bozmayan bir tek Katar kalmıştı…

O da daha önce çektiği Büyükelçisini Kahire'ye geri gönderdi!..

Diyeceksiniz ki; “Cumhurbaşkanımız sayın Gül de Sisi’yi tebrik etmedi mi?.. O halde ne sakıncası var?”.

Tabii ki Sayın Gül gerçekçi bir tavır aldı ve Sisi’ye tebrik mesajı çekti…

Doğru olanı da yaptı…

Ama…

Türkiye halen parlamenter sistemle yönetiliyor…

Yani…

Cumhurbaşkanı devleti temsil etse de o temsilin kâğıt üzerinde olduğunu, asıl yetkilerin Başbakan ve başında olduğu hükümette bulunduğunu bilmeyen yok…

Başbakan ve Dışişleri Bakanlığı için ise Mısır Cumhurbaşkanı Sisi halen “Darbeci, terörist”…

Kahire büyükelçiliğimiz halen boş…

Yani…

Bu minik haber (Katar’ın da Kahire’ye büyükelçi gönderdiği haberi), “Ahmet Davutoğlu başarılı bir Dışişleri Bakanlığı yaptı mı?” sorusunun cevaplarından sadece biridir…

 

 

REZİL OLMAK ÜZEREYİZ…

Hollandalı misafirim bizimle beraber mecburen televizyon seyretmek zorunda…

Bir ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapacağımızı da biliyor…

Haber kanallarında neredeyse her dakika Erdoğan’ı görünce şöyle dedi gülerek:

“Tıpkı Kuzey Kore gibisiniz... Cumhurbaşkanı seçeceksiniz ama sanki tek adaylı bir seçim yapacakmışsınız gibi… Her yerde, bütün televizyonlarda hiç rakibi olmadığı için olsa gerek hep Bay Erdoğan konuşuyor hep ondan söz ediliyor…”

Evet…

Aynen böyle söyledi…

Ben de sadece gülümsemeye çalıştım ama yüzüm kızardı…

Allah aşkınıza bir şeyler yapın YSK’nın muhterem hakimleri ve Ak Partili akil insanlar!..

Yoksa bütün gelişmiş dünya ülkelerine rezil olmak üzereyiz…