BIST 9.080
DOLAR 32,40
EURO 35,14
ALTIN 2.327,41

H.Bektaş Veli öğretileri ile İ. H. Beyannamesi’nin benzerliği…

Büyük/ulu isimlerin ilkeleri; hayatımıza yön veriyor.

GÜNCEL/ İLK T.M.D. KONSERVATUARI HANGİSİ?:

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) ve Afyonkarahisar Belediyesi işbirliği ile, Tanburi Cemil Bey’in “Vefatının 100. Sene-i Devriyesi” münasebetiyle eserlerinden oluşan özel konser ve CD belgesel tanıtımı yapıldığını geçen yazımızda belirtmiştik. Konservatuar yoğun faaliyetler yapıyor; “3 yılda 20 CD (çocuk şarkıları, Batı müziği, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ve tasavvuf müziği alanında) yapılmış… Törende AKÜ Rektörü’nün konuşmasında yaptığı bir yanlış bilgiyi düzeltmemiz lazım;  “Türkiye’de, Türk ve Batı Müziği eğitimi veren ilk konservatuvarın, AKÜ Devlet Konservatuvarı olduğunu belirterek, “Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, batı müziği ve sahne sanatları bölümünde 300 öğrenci eğitim alıyor. Bugüne kadar 402 mezun verdik. Mezunlarımız Kültür ve Turizm Bakanlığı, TRT gibi kurumlarda çalışabilmenin yanında formasyon eğitimi alarak öğretmenlik de yapabiliyorlar. Halen Macaristan, Ukrayna, Rusya, Azerbaycan ve Polonyalı 7 yabancı uyruklu öğretim elemanı olmak üzere toplam 52 öğretim elemanımız eğitimlerini burada öğrencileri ile paylaşıyorlar.” Sn.Rektörüm, Türkiye’de; Türk (TSM,THM) ve  Batı Müziği eğitimini birlikte veren ilk kurum, 1975’te eğitime başlayan  “İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarıdır.” (1982’de İTÜ’ye bağlanmıştır)  Sonra kurulan DTMK/TMDK’lar, İstanbul TMDK’yı örnek alarak açılmışlardır. Tarihi bilgilerde yanlışlık olmamalı.  

GÜNCEL/ÇOCUK ÇALGILARI: İTÜ TMDK Müzik Teknolojileri Bölümü  Öğr. Gör. Ahmet Tunç Buyruklar’ın sanatta yeterlik tezinden yola çıktığı projede çocukların, yaş grubuna ve anatomisine uygun boyutta çalgı üretimi yapılıyor. A.T.Buyrular ‘ın açıklaması kısaca  şöyle: Çocukların bir enstrümanla ne kadar erken tanışıp onu çalmaya başlarsa o ölçüde kendini geliştirir. Bu nokta; hem icrai ilerlemede, hem de ustalığın artmasında oldukça etkili olmaktadır. Proje amacına örnek olarak, Avrupa’da çocukların fiziksel yapısına uygun boyutlarda yapılan kemanları, gitarları ve diğer küçük boyutlu çalgıları gösterebiliriz. Çalışmanın fikir aşaması, kendi çocukluğumdan kaynaklandı,ortaokul öğrencisiyken ud çalmaya ilgi duymasına rağmen yaşına uygun bir ud bulamaması nedeniyle cümbüş çalmaya başladığını ve ancak daha büyük yaşlarda uda başlayabildim. 2014 yılında sanatta yeterlik teziyle birlikte başlayan süreçte bu soruna odaklandım.  Çalgıların oransal ölçeklendirmeyle küçük boyda yapılması aşamasında, Türk çocuklarının gelişim standartlarına uygun şekilde planlandı ve İTÜ TMDK Müzik ortaokulu öğrencileri esas alındı. İTÜ TMDK’da yapılan ön çalışmalarda; %5, %10, %15 ve %20 oranlarında küçültmelerin yapıldığı ud ve kemençelerde en uygun küçültme oranının %15 olduğu görüldükten sonra, önce üç çeyrek boy olarak, daha sonra bu üç çeyreğin de %15 küçültülmesiyle yarım boy boyutta çalgılar üretildi”

Değerli arkadaşlarımız Öğr. Gör. A.T.Buyrular’ı ve Öğr. Gör. İ.Coşkun’u tebrik ediyoruz.Yıllardır; anlamlı, gerekli ve sonuç veren çalışmalara imza atıyorlar. Ancak, yabancı dil yüzünden hala Öğr. Gör. kadrosundalar. İTÜ büyük  ve güçlü bir camia, en azından özlük haklarında iyileştirme olması için, Y.Doç. kadrosuna atanabilirler. Yaptıkları iş, patentlik…Kuru kuruya teşekkür yeterli olmamalı diye düşünüyoruz…

Konumuza geçelim….

30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair yasa ile, Hacı Bektaş Veli Dergahı da kapatılmıştı. Hacı Bektaş Veli Dergahında bulunan eserler, Milli Eğitim Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü'nce gönderilen bir heyet tarafından saptanarak, önemli ve taşınabilir durumda olanlar önce Ankara Kalesindeki bir depoya, Ankara Etnografya Müzesinin kurulması ile söz konusu müzeye taşınmıştır.   Külliyenin geniş kapsamlı onarımına 1958’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlanmış, 1959'dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından devam edilmiş,16 Ağustos 1964’te müze olarak ziyarete açılmıştır.Hacı Bektaş Veli Müzesi’nde; “1. Avlu (Nadar Avusu), 2.Avlu (Dergah Avlusu), Aş Evi, Cami, Mihman Evi (Konuk Evi), Meydan Evi, Kiler Evi, 3. Avlu (Hazret Avlusu), Kızzılca Halvet (Çilehane,Çiledamı), Kırklar Meydanı, Hacı Bektaş Veli Türbesi (Pir Evi), Güvenç Abdal Turbesi, Balım Sultan Türbesi” yer almaktadır. (http://www.hacibektas.com/index.php?id=Hacibektas_Veli_Muze)

Hacı Bektaş Veli'nin (1209-1271) 13.yüzyılda temellerini attığı ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin ışığını; O'nun (yada O'na atfedilen) şiirleri ve özdeyişlerinde ve hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında bulabilmek mümkün. Şiir, özdeyiş ve söylencelerin satır aralarında, Hacı Bektaş Veli'nin; sevgi, eşitlik, tanrı, din, paylaşım, hoşgörü, bilim, eğitim gibi kavramlara bakışını,felsefesini ise; insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve eşitlik ilkeleri üzerine oluşturduğu görülmektedir.

Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin kültür mozaiğini bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde bir araya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve Bektaşiliği'nin doğmasına öncülük etmiştir.Onun bazı ilkeleri şunlardır:

 "Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu"

 "Nefsine ağır geleni kimseye uygulamayınız"

 "Eline, beline, diline sahip ol"

 "Yetmiş iki milleti bir gör" 

"Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur" 

“Hararet nardadır, sac'da değildir,Keramet baştadır, tac'da değildir. Her ne arar isen, kendinde ara, Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.”

“Dinin kaynağı; tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır.”
"Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır"

"Kadınları okutunuz"

"Okunacak en büyük kitap insandır" 

"İnsanın alnı açık ve cesur dolaşması için, her şeyden önce adaletli olması gerekir"
 "Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!"

“İncinsende incitme!”

“Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.”

“Gözü ilerde, gönlü geride olan kimse, yola gidemez”

“Ölür ise ten ölür, can ölesi değil”

“Düşünce  karanlığına ışık tutanlara, ne mutlu”

“Benim üç iyi dostum var.Ben bu dünyadan göçünce; biri evde kalır, biri  yolda kalır, biri benimle gelir. Evde kalan, benim malımdır. Yolda kalan, hısımlarımdır. Benimle gelen, iyiliğimdir.”

“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

“Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.”

“Araştırma açık bir sınavdır.”

“Her kim ki, ilme yakın olsa, öğrenmelikten mahrum kalmaya. Elbette ki başta; Allah ilmi  gelir.”

 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi…

Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 50 ülke tarafından 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan bir komisyonun hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, bundan 50 yıl önce 10 Aralık 1948 tarihinde Genel Kurulca kabul ve ilan edildi.” 2 maddeyi verelim:

“Madde 27

(1) Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.

(2) Herkesin yaratıcı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.

Madde 28

Herkes, söz konusu bildiride yer alan hak ve özgürlüklerin hayata geçirildiği sosyal ve uluslararası düzen hakkına sahiptir.

Ülkemiz, bu beyannameyi 6 Nisan 1949 tarihinde onayladı.

Oysa; Yunus Emre, Ahmet Yesevi, Hz. Mevlana’nın öğretilerine baktığımızda 13.yy da bu beyannamenin hayata geçirilmeye başladığı görülecektir.

Ülkemiz; her alanda çok büyük tarihi/bilge kişilikler yetiştirmiştir.

Bu; geçmişte büyük olan, kıtalararası hükmeden, devirler açmış/kapamış,  “bir  olmayı bilen ve paylaşan milletin” güçlü  izleridir.

SORU:

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza attığımız halde, örnek olarak; yukarıdaki (1) ve (2) nin hayata geçirilmesinde, istenen/arzulanan yerde miyiz?!...

Değilsek neden?

Düşündürelim istedik…

Son söz: Okullarda sınıfta kalan öğrenciye defalarca yeni fırsatlar verilir dersini geçmesi için. Ancak gerçek hayatta durum böyle değildir.” (Bil Gates)

TÜRKİYE'Yİ ANLAMA KLAVUZU...

“IPSOS’un Türkiye’yi Anlama Kılavuzu’na göre, Türkiye’de insanlar sanatsal ve kültürel gelişimlerine zaman ayırmıyor; Televizyon tek bilgilenme ve eğlence kaynağı. Toplumun 3’te biri hiç radyo dinlemiyor, gazete okumuyor; yarısı kitap okumuyor, sinemaya gitmiyor; yüzde 96’sı opera veya baleye, yüzde 80’i tiyatroya, yüzde 75’i konsere gitmiyor. Kültür ve sanatın bu kadar dışında kalan bir toplumla, dijital devrimin ardından inovasyonu merkeze koyan günümüz dünyasında nasıl oyuncu olunur? Ya da olunur mu? ……“Kültürel hayata eşit katılım” sadece bir grubun değil, herkesin meselesi olmalı. Sadece parası olanın değil, tüm gençlerin kültür sanata erişimi şart. Gençler bir tiyatro oyunu veya dans gösterisi izleyebilmeli, konserlere, müzelere gidebilmeli ki önyargılarını kırıp kritik becerilerini geliştirebilsinler. Yaratıcı konular gelişimi ve başarıyı olumlu yönde etkiler. Görsel sanatlar yazma becerileri ve okuduğunu anlamaya destek olur. Müzik, akıl yürütme ve matematiği anlamakta yardımcıdır. Dikkat ederseniz, PISA’da tam döküldüğümüz alanlar.  Dezavantajlı, yoksul gençler için sanat ve müziğin faydaları saymakla bitmez. Ama en çok da onların sanata erişiminde sıkıntı var. Halbuki bir ülkede yaratıcılık ve inovasyonun yeşerip canlanabilmesi için avantajlı kesimin iyi eğitim alıp kültürel hayata katılımı yetmez; tüm kesimlerden katılım gerekir.  Sanatın bütün dallarına erişim, bu yolla da türlü beceriler kazanmak, tüm gençlerin hakkı. Yaratıcı nesiller sadece ekonomik anlamda bir ihtiyaç değil. Canlı, kendini ifade edebilen ve sorgulayan bir toplum olmak için de, insanların çocukluktan itibaren kültürel hayatın içinde olması gerekir……”

KOLTUK YÖNETİCİSİNİN KÜPELERİ!..

Ülkemiz  insan manzaraları ve idari görevler konusunda ben de görüşlerimi aktarıyorum. Şahsımda İTÜ TMDK içinde ve özel sosyal projelerde görevler yap(ıyorum)tım…Kurumu ilgilendiren bir konuda, sadece atanan kişi ve yönetim kurulu oluru  ile karar alınması doğru mu? Paylaşmaktan neden korkuluyor? Siz kimsiniz?, biz görevdeyiz, demek ki akıllıyız!” mı denilmek isteniyor? O kadar çok şikayet alıyoruz ki, el insaf…Hiç mi geçmişten ders alınmıyor?  diye sormadan edemiyoruz…(Kesinlikle atalarımızda sormuşlardır)

Göreve atanan kişi; “neden değişiyor, ulaşılmaz oluyor, kafayı dikiyor, kendini en akıllı sanıyor, eleştirilere kulak tıkıyor, görevi bitince arkadaşlarının arasına döneceğini unutuyor” bilmiyoruz!... Göreve gelmekle, bir üst unvan almakla v.b. ne değişiyor?…Neden hazımsız bir toplumuz? 

Turkkariyer Yönetim Kurulu Başkanı Süheyir Aygül “Koltuk töneticisinin küpeleri!  Başlıklı, yararlı bir yazı kaleme almış…

1. Küpe : Yöneticilik iş odaklı olmaktan ilişki odaklı olmaya geçilen bir dönemdir!
  1. Küpe : İnsanları yönetemezsiniz. İzin verildiğinde insanlar kendilerini zaten yönetirler. Siz ancak insanlarla olan ilişkinizi yönetebilirsiniz!
3.Küpe : İnsanlar farklıdır… Davranışları da… Motivasyonları da… Onlara eşit değil, adil davranın!
  1. Küpe : İşinizi değiştiremeyebilirsiniz ama iş yapış yönteminizi değiştirebilirsiniz. Kalp akıldan önce gelir. Önce duyguları harekete geçirmelisiniz. Onlara ilham vermelisiniz!
  2. Küpe : Onların güçlü yönlerini tespit ederek işe katın. İnsanları cesaretlendirin. Birlikte "Biz" olabileceğiniz bir "zafer duygusu" yaşatın!
  3. Küpe:Duygusal zekası olmayan yönetici tek gözlü yöneticidir. Olaylara, durumlara ve stratejilere tek gözle bakar!
  4. Küpe : Sonsuz öğrenci olun! Öğrenmeye ve unutmaya hazır olun!
  5. Küpe : İnsanlarla ağ değil bağ kurun! Onları cesaretlendirin!
  6. Küpe: Başarıyı sürdürülebilir kılmak! Yeni EY'ler yetiştiriyor olmak!
  7. Küpe : Hayatı ıskalamayın!”