BIST 8.718
DOLAR 32,34
EURO 35,19
ALTIN 2.245,60

Hayrünnisa Gül’ün ‘intifada’sı

Hayrünnisa hanımın, “çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın” sözü, çok yerindedir. Bir taraf AK Parti’nin kuruluş ilkelerine sadık kalırken, diğer taraf olumsuz anlamda değişmiştir.

Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün Çankaya’daki ikinci resepsiyonuna bir maniden ötürü katılamadım. Ancak ben de herkes gibi resepsiyonda yapılan açıklamaları dikkatle izledim. Bilhassa da Sayın Gül’ün ve eşi Hayrünnisa hanımefendinin kendilerine “saygısızlık” yapanlara dair dile getirdikleri haklı sitemleri…

Bu sitemler elbette haklı. Çünkü gerçekten son iki yıl içinde giderek artan bir dozda “Gül’ün önünü kesme” manevraları yapıldı AK Parti’de. Erdoğan sonrası dönem için parti tabanındaki desteği diğer tüm adaylara göre açık ara önde olan Gül, tam da bu sebeple yıpratılmaya çalışıldı. Belirli kalemler köşe yazılarında “aba altından sopa” gösterdi kendisine. Twitter üzerinden yapılan tezviratlar daha da rezildi.

Açıkçası, Abdullah Gül’ün tüm bunlara karşı müthiş sabırlı ve erdemli bir tutum izlediğini düşünüyorum. Kendi çocuğu gibi bildiği AK Parti’de bir çatlak yaratmak istemedi. Adeta, “sövene dilsiz, vurana elsiz” davrandı. Kendisine açıkça vefasızlık edenlere bile olabildiğince “hüsn-ü zan” gösterdi. Kabadayılığın, lümpenliğin, “kodu mu oturtmanın” prim yaptığı Türkiye siyasetinde bu tutumun değeri bugün belki anlaşılmıyor olabilir; ama en azından tarih bunu hakkını verecektir.

Öte yandan Hayrünnisa hanımın son resepsiyona damga vuran yorumlarının biraz daha “açık sözlü” olduğu da aşikar. Dahası, bu sözlerde çok önemli bir “teşhis” de var.

Önce hatırlayalım Hayrünnisa hanımın ne dediğini:

Bir turnusol döneminden geçiyoruz. Herkesin ne olduğu ortaya çıkıyor. Neler yazıldığını gördük! Neler söylendiğini gördük! Bizi en çok üzen de özellikle son yılımızda bizim camiadan, dindar, Müslüman camiadan yapılan saldırılar oldu. Bu süreçte bazı yaşadıklarımızı, 28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile bu kadarını görmedik. Bizi kaç yıldır tanıyorsunuz, çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Hayır. Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın. Neler yazılıyor, söyleniyor, insan inanamıyor. Ben her şeyi biliyorum. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım.”


Benim burada en çok dikkatimi çeken söz, “Çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Hayır. Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın” kısmıdır. Bu, evet, bir “teşhis”tir. Gül çevresi ile iktidar çevresi arasında giderek açılmış olan bir “makas”ın ifadesidir.

Bu makası inkar eden de yok zaten. Ama, iktidar çevresi bu işi şöyle bir mantıkla yorumluyor:

-       AK Parti son yıllarda büyük saldırılara, komplolara maruz kaldı. Buna karşı savaşmaya mecburdu. Gül ise bu savaşlarda yeterince “sağlam” durmadı, iktidara umduğu desteği vermedi.

İktidar çevresindeki pek çok insanın samimiyetle böyle düşündüğüne eminim. Ama bu düşüncede bir “kör nokta” var: AK Parti iktidarının, söz konusu “savaşların” ortaya çıkmasındaki payı. Bunları ortaya çıkaran hataları.

Ne mi demek istiyorum?

 

Gezi ve 17 Aralık

Açalım. Söz konusu savaşların en önde gelenleri “Gezi olayları” ve “17 Aralık süreci” olsa gerek. İktidar, bunların her ikisini de haince birer darbe girişimi olarak yorumluyor ve kendisini yüzde yüz haklı görüyor. Oysa dışardan bakan biri için durum biraz karmaşık.

Gezi olaylarından başlayalım. Kanımca bu olayı başlatan protesto zinciri, önceden planlanmış bir komplo değil, Erdoğan iktidarına karşı birikmiş bir öfkenin spontane patlamasıydı. Bu öfkenin içinde haklı ve haksız unsurlar bir aradaydı kuşkusuz. Ama sonuçta toplumsal bir realiteydi ve bu mantıkla anlaşılması, yönetilmesi, sakinleştirilmesi gerekiyordu. Ama iktidar, tam da “Eski Türkiye”nin Kürt sorununun toplumsal realitesini anlamayıp topu “dış mihraklar”a atması gibi, olayı komplo teorilerine bağladı. Ve önü alınabilecek, yatıştırılabilecek bir dalgayı daha da büyüttü.

Buna mukabil Gül, Gezi dalgasını anlamaya ve yatıştırmaya çalıştı. Doğru olanı yaptı yani.

Peki ya 17 Aralık süreci? Yahut, iktidar jargonuyla tarif edersek, “paralel yapının darbe girişimi”?

Önce şunu söyleyeyim. “Paralel yapı” denen olgunun varlığını teslim ediyorum, bunun iktidar tarafından şeytanileştirilmiş tarifine katılmasam da. (Bkz: “” başlıklı İnternethaber yazım.) Devlet içinde böyle bir otonom klike izin verilemeceğine, bunun tafsiyesinin gerekli olduğuna katılıyorum. Gülen Hareketi’nin de, bu gibi işlerle anılmak yerine, takdir ettiğim iman, eğitim ve sivil toplum hizmetlerine devam etmesini (ve iktidarın da bunlara musallat olmamasını) savunuyorum. (Bkz: “” başlıklı İnternethaber yazım.)

Ancak şunu da görelim: Devlet içinde bir sürü “dinleme” yapan “paralel”ler, eğer ortada dinlenince bulunacak vehametler (yolsuzluklar, usulsüzlükler, Alo-Fatih sistemleri) olmasaydı, ne bulabilirlerdi ki? Bu süreçte açığa çıkan bu vehametler, bize bir tarafta “paralel devlet”in varlığını gösterdiyse, diğer tarafta da büyük bir “iktidar yozlaşması”nın varlığını gösterdi.

İşte, Gül ile iktidar arasında açılan “makas”ın önemli bir sebebi de, Gül’ün, hem konumu hem karakteri hem de siyasi ilkeleri sebebiyle, bu “iktidar yozlaşması”ndan ari kalmasıdır. Dahası, yine iktidar çevresinde gördüğümüz mütekebbir ve mütehakkim zihniyetten, giderek Kemalizm’i andırmaya başlayan otoriterlikten ayrı durması.

Velhasıl, Hayrünnisa hanımın, “çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın” sözü, çok yerindedir. Bir taraf AK Parti’nin kuruluş ilkelerine sadık kalırken, diğer taraf olumsuz anlamda değişmiştir.

Bunun üzerine bir “siyasi intifada” başlar mı gerçekten, onu bilemem. Ama Gül soyadının tarihe saygı ve takdirle geçeceğine eminim.