BIST 9.722
DOLAR 32,57
EURO 35,01
ALTIN 2.428,80

Havada aşk kokusu vardı

Güneş birkaç günlüğüne de olsa göz kırptı ya işveli, evrendeki yarım toplarını bulan aşıklar taşındılar sokaklara... Kendi ‘güneş’lerine adaklar adayanlarsa bir telaş içindeydi ki sormayın gitsin...

 

Havadaki aşk kokusu sohbetleri de üzerini kaplayınca elimi atıverdim Cogito’nun 1995 basımı, “Aşk” sayısına… Önce 19.yy’ da yaşamış Danimarkalı düşünür Sören Kierkegaard’ın, nişanlısı Reigine’ye yazdığı mektuplardan birini okudum:

 

“ Regine’m

Şu anda seni düşünüyorum ve eğer bazan sana, gizleniyormuşum gibi geliyorsa, bu, seni az seviyor olmamdan değil de artık bazı anlarda yalnız kalmam gerektiğinden böyle. Ama sen, hiç de bu yüzden düşüncelerimin dışında kalmış, unutulmuş değilsin; tam tersine senin o capcanlı varlığınla doluyum ben. Senin o sadık yüreğini ne zaman düşünsem yeniden neşeleniyorum, sen çevremde  gezinip duruyorsun, geri kalan her şey de silinip gidiyor ufkumdan, sonsuza doğru uzanan ve artık bir tek sınırı olan ufkumdan. İşte o zaman ben sana kavuşuyorum ve dalgalanmakta olan düşüncem huzuru sen de buluyor. Senin S.K.’ın”

 

Sonra da Napoleon Bonaparte’ın Josephine’e yazdığı bir mektubu…

 

“Seni sevmeden bir tek gün bile geçirmedim, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarmadan; yaşamımın ruhundan beni uzak tutan zafer ve tutkuya lanet etmeden bir tek fincan çay bile içmedim. İşlerin arasında, orduların başında, savaş alanlarını aşarken benim tapılası Josephine’im hep kalbimde tek başına duruyor, zihnimi meşgul ediyor, düşüncemi alıp götürüyor. Senden, Rhone’un sel suları kadar hızla ayrılmamın nedeni seni daha çabuk yeniden görmektir.(…) BONOPARTE - Nice, 30 Mart 1794”

 

Birinde sanki aşkın hezeyanlı tabakası süpürülmüş de, bu tabakanın altındaki sakin, ölçülü, dengeli bir sevgiye ulaşılmışlığın hissiyatı hakim… Diğerinde ise tutkulu bir aşkın hırçınlık süslü yansımaları. Tabii her aşkın dinamiği öylesine farklı ki birbirinden… Ve bir o kadar sahibine münhasır…

 

İnsan sırtını verebilmelidir bazen kahramanlık öykülerine, bir şiire, ya da böylesi içten iki mektuba… Güç verir çünkü,  cesaretlendirir. Tarihleri, duyguların zamansızlığını hissettirir.

Bazen de acımaya devam eden yaralara iyi gelir!

 

Evet, artık sonlarına yaklaşsak da hala kış aylarında olduğumuzu hatırladık bu gün. Güneş tekrar yuvasına döndü, aşıklar ve aşık olmayı bekleyenler de kabuklarına çekildi.

 

Olsun, güneş aşkı hatırlattı. 

 

Aşkın bir adım sonrasını düşünmeden, sadece bir  bakışın, sarhoş edebilmeye muktedir bir gülüşün, belki derin bir suskunluğun, bir kahve içimlik sohbetin peşinden gidenleri sevdiğini..

‘Bir gün giderse elimi kolumu nereye koyarım’ telaşına düşüp yaslanılan ‘kalkan’lardan hiç mi hiç hoşlanmadığını…

Kahramanı kim olursa olsun, ister öncü bir düşünür, ister savaş meydanlarının en güçlü kumandanı da,  ya da bakkal Mehmet Efendi… Aşkın her zaman insan coğrafyasındaki tek iktidar olduğunu.

 

Havada aşk kokusu vardı…