Hakkari'nin suçlusu bulundu: Vali!...
"Güvenlik güçlerine taşlı sopalı, molotofkokteylli ve
silahlı saldırılar yapıldı. Türk bayrakları indirildi. Atatürk
büstleri parçalandı. Askeri lojmanlara saldırıldı. Sivil evlerde
oturan askerlerin evlerine saldırıldı. PKK bayrakları açıldı. Terör
örgütü lehine açık sloganlar atıldı. Ölümlere sebebiyet
verildi."
"Yukarıdaki fotoğraf, bakmasını bilen için Mustafa Kemal Paşa'nın
NUTUK?un başında "19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktım"
dedikten sonra çizdiği "vaziyet ve manzarai
umumiye" resmi ile aynıdır" diyor Hüseyin
Mümtaz.
***
Kara Kuvvetleri Komutanı bu vahim saptamayı yaptıktan
sonra da kimsenin dillendiremediği yahut "ilişik"
basının etkisinde kalarak görmezden gelmeyi yeğlediği en can alıcı
soruyu soruyor.
(Hürriyet. 23 Kasım 2005)
"Birçok makam haklı olarak, 'Sorumluları bulunacak
ve açıklanacak' dedi. Gizli hiçbir şeyin kalmaması lazım.
Nereye kadar giderse gitsin açıklasınlar dendi. Ancak bu bölgeden
sorumlu komutan olarak bir soru sorma hakkını taşıyorum. Bu olaydan
sonra meydana gelen olaylar yasal mı? Güvenlik güçlerine kimler
saldırdı? Türk bayraklarını indirenlerin, güvenlik güçlerine
saldıranların hareketlerinde kanun dışlık yok mu? Bu konularda
hassasiyet göstermeyecek miyiz? Ben çok merak ediyorum. Böyle bir
orkestra şefi gibi kim harekete geçiriyor bu insanları?"
(Güneş Gazetesi. 23 Kasım 2005)
"Kocası görevdeydi ve 2 çocuğu ile evde yalnızdı polisin
eşi... Evi saran grup önce taş yağdırmaya arkasından kapıyı
zorlamaya başladı. Çığlık çığlığa ağlayan çocuklarını alıp banyoya
sığındı. Salonda kalan telefonunu almak için gittiğinde içeri
yağmur gibi taş yağıyordu. Kapı her tekmede esniyor, arkasına
dayalı sandığı zorluyordu. Her an kırılabilir, kalabalık içeri
girebilirdi. Karakolda bulunan polis memuru, eşinden gelen
telefondan sonra çıldıracak gibi olmuştu. çünkü karakol da saldırı
altındaydı. Tek başına dışarı çıkmayı başarsa bile evlerini saran
ve bir bölümü silahlı kalabalıkla baş etmesi imkansızdı. Polisin
eşi dehşet içinde dua ederken uzaktan silah sesleri gelmeye
başladı. Gelen emniyetin panzeriydi. Evi saran kalabalığı havaya
ateş açarak dağıtmaya çalışıyordu. Ve Hakkari'de 16 Kasım 2005'te,
10 polisin ailesi aynı dehşeti yaşıyordu."
"11 yaşındaki polis çocuğunun olay günü yaşadıkları ise bir ömür
boyu izleri silinemeyecek kadar korkunç. Bakın küçük M.'nin başına
neler gelmiş: Okuldan çıktım eve geliyordum. 8-10 kişilik bir grup
Kürtçe ana avrat küfretti. Sonra '........ polis çocuğu.
s...... gidin bizim memleketimizden' diye üzerime yürüdü.
Kaçmaya başladım. Hem taş atıyor hem kovalıyorlardı. Askerlik
Şubesi'nin önüne geldiğimde 'imdat beni öldürecekler'
diye bağırıp yardım istedim. Kapıdaki nöbetçi asker havaya
ateş açtı. Beni alıp içeri götürdü. Ben artık burada okula gitmem.
Zaten okulda beni hiç rahat bırakmıyorlar. Sınıfa Kürdistan
haritası asıyorlar. Durmadan 'Burası bizim ülkemiz..
Defolup gidin. Yoksa biz göndereceğiz' diye hakaret
ediyorlar."
***
Kocası görevde olan polis eşinin ve iki çocuğu ile
yalnız başına evinde;
Ve 11 yaşındaki polis çocuğu M'nin de okulunda yaşadıkları, Kara
Kuvvetleri Komutanı'nın söylediklerinden daha vahimdir kıymetli
okuyucu.
Sizi bilmem ama bana 1963'ün Kanlı Noel'inde Lefkoşe?de Türk
Kuvvetleri Alayı doktorunun eşi ve iki çocuğunun saklandıkları
banyo küvetinde Rum katiller tarafından öldürülmeleri olayını
hatırlatmıştır.
Peki, Hakkâri'nin "konu ile ilgili" en yüksek
mülki âmiri olan Vali Erdoğan Gürbüz ne
demişti?
(Hürriyet; 17 Kasım 2005)
"Güvenlik görevlilerine taş atanlara karşı silah
kullanılmaması için sürekli talimatlar veriyoruz. Ancak bir anda
kalabalıklar oluşuyor ve inanılmaz ölçüde bir taş yağmuru başlıyor.
Yüksekova'da, güvenlik görevlileri göstericileri dağıtmak için
uyarı atışları yaptılar. Panzerin devrilmesi sonucu altında üç
polisimiz kaldı. Polislerimizi göstericilerin arasından güçlükle
kurtarabildik. Ne zamana kadar silah kullanmayacağız? Göstericiler
silahlı neticede. Üzerinize geliyorlar, linç etme girişiminde
bulunuyorlar. Buralarda şimdi DEHAP'lı belediye başkanları ne
istiyorsa, halk onu yapıyor. Belediye Başkanları 'durun'
diyor duruyorlar. Durduran da, harekete geçiren de onlar.
Başkanlarla görüşüp görevlilere ateş edilmemesini söylemelerini,
aksi halde güvenlik görevlilerinin de ateş edenlere silahla
karşılık vereceklerini belirtiyoruz. Olaylar o kadar yoğun ki, üç
kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylara Cumhuriyet Savcısı hala el
koyamadı. Burada herkes silah kullanıyor, atıyor. Jandarma,
emniyet, vatandaş silah atıyor. Buradaki olaylar öyle Ankara'dan,
İstanbul'dan görüldüğü gibi değil. Buradaki olayı başka yerde
bulunan birisine anlatsam, 'korkmuş, çekinmiş, abartıyor'
diye içinden geçer. Burada olaylar bildiğiniz gibi değil.
Görmeden, yaşamadan buradaki olaylar anlatılmaz. Örgüt
elemanlarının telsiz konuşmalarından, olayların daha da
tırmandırılması talimatları veriliyor.'Örgüt polisin, jandarmanın
halka ateş etmesini, halka saldırmasını istiyor. Sivil bir uzman
çavuşu kaçırıp neredeyse komaya girecek kadar dövdüler. Daha sonra
alıp bir yere götürmüşler. Uzman çavuş, daha sonra grubun elinden
kaçmayı başarıyor. Silahı ve kimliği gasp edildi. Tedavi için Van'a
kaldırıldı."
Bunun üzerine adı geçen Belediye Başkanları Vali'nin kendilerini
hedef gösterdiği konusunda şikâyetçi oluyorlar.
Başbakan'ın Hakkâri'yi ziyaretinde de toplanan kalabalık
"Vali istifa" diye bağırıyor.
Başbakan diyor ki; "Ben ve bakanlarım sloganlarla ülkeyi
idare etmiyoruz. Bu böyle biline. İndirin o pankartları cebinize
koyun."
"Şikayetçi" Belediye Başkanı bir el
işareti ile protestoları susturuyor.
Başbakana ve bakanlarına "otorite "gösterisi
yapıyor.
Başbakan Ankara'ya dönüyor.
Ve Vali görevden alınıyor.
Siz şimdi bir el işaretiyle halkı susturan, bir el işaretiyle
kepenk kapattırıp açtıran belediye başkanı olsanız;
Keyifle çubuğunuzu tüttürüp ellerinizi ovuşturmaz mısınız?
Peki ey okuyucu şimdi sen olayların aldığı bu son şekil üzerine
Hakkâri'yi kimin idare ettiğine hükmedersin?
Yalnız kimse Hakkâri'ye yeni atanan Nasuhbeyoğlu'nun; AKP'nin
"vücut dilinden anlayan" yeni bir Efkan Ala
olacağını zannetmesin.
Tanıdığımız Nasuhbeyoğlu "milli endişeleri olan"
bir vatan evladıdır.
Fakat Vali'nin değiştirilmesi "acz"dir, görülmedik
büyüklükte bir yönetim zaafıdır ve "örgütün" de
zaferidir.
Hazır eliniz değmişken Belediye Başkanı'nı "vali"
yetkisi ile donatsanız daha az çapraşık olmaz mıydı?
***
Belediye Başkanı, Erdoğan'la görüşmesinde;
"Cenaze töreninde neden jetler uçtu?" diye hesap
soruyor.
Başbakanın verdiği cevap daha da tüyler ürpertici. "Ben de
rahatsız oldum, araştıracağım"...
Neredeyse Hakkâri'yi işgal eden, Hakkâri'de devlete sövenlerden
özür dilenecek.
Önce jetlerin "rutin" görev yerleri
değiştirilecek... Sonra sıra askere ve polise gelecek...
Vali demiyor muydu; askeri ve polisi cenaze günü ortalıktan
çektik.
Ateş etme yetkisini aldık..
En sonunda bölge "askersizleştirilecek".
Barış Gücü gelecek.. AB Çerçeve Belgesini iyi
okusanıza.
BBC o gece Yüksekova'ya bağlanıyor.
Yüksekova Haber Gazetesi'nin muhabirine, "Başbakanın gezisi
nasıl karşılandı?" diye soruyor?
Cevap; "Güvenlik kuvvetleri ile çatışmada öldürülen üç genç
için başsağlığı dilemedi."
Bombalanan kitapçıya giden, Vali'yi görevden alan,
jetlerden rahatsız olan Erdoğan bari bir de onu yapsaydı.
Başbakanla Yüksekova Belediye Başkanı arasında geçen şu diyalog
tarihe not düşülecek bir ibret vesikasıdır ey millet:
Başkan Yıldız: Sayın Başbakanım. Cenazelerin üzerinden
uçakların sorti yapması çok hoş olmadı. Kırgınlık yarattı. Halk
rahatsız oldu. Keşke olmasaydı..
Erdoğan: Cenazeler sırasında uçakların
alçaktan uçmasından ben de rahatsız oldum. Konuyu
araştırtıyorum.
Erdoğan: Cenazelerin sarı-kırmızı-yeşil
renkli bayraklarla örtülmesi de hoş değildi.
Yıldız: Olayların etkisiyle halk öfkeliydi.
Bayrakların sarılmaması konusunda çok fazla bir şey yapamadık.
Erdoğan: Münferit olaylar karşısında birlikte
duralım.
Yıldız: Biz buna hazırız. Ne askerimizden, ne
polisimizden ne de dağdaki gençlerimizden vazgeçmeyiz.
***
Başbakanın; son cümledeki "dağdaki gençlerimiz"
kavramına yüklenilen anlamın farkında olup olmadığını
bilmiyorum.
Merak da etmedim.
Ama FM kanalından yayın yapan genel yahut yerel radyoların istek
programlarında asker ve polisler tarafından en çok istenilen
şarkının hangisi olduğunu biliyor musunuz ey okuyucu?
"Dağlar seni delik deşik ederim".