BIST 9.717
DOLAR 32,54
EURO 34,88
ALTIN 2.425,79

Güzel Türkçe’nin; şiir, beste ve bestekar ile etkileşimi…(3)

Beste; ezgi ve şiirin bütünleşmesi ile gönüllere ulaşır.

GÜNCEL/MİHENK TAŞI:“…Medya dünyasında kişisel derdi olanlarla, ülke derdi olanları da çok gördüm. Her devirde iktidarların kiralık kalemleri olanların, ülke derdi yoktur.Her devirde sahibinin sesi olan köşelerin, milletle işi yoktur.Onların mihenk taşları sahibi olan, onu besleyen eldir. O ne der diye bakar, o ne ister diye kulak kabartır….Eğer 16 Nisan yeni bir Türkiye'nin doğuşu, yeniden ayağa kalkışı, yeniden güçlenmesi demekse, aklında mihenk olarak vatan olanların sayesinde olacaktır. Bu insanları uzaklara gidip aramayın. 15 Temmuz gecesine bakın. Sokağa ilk fırlayanlar, sokakta ilk vurulanlar, sokağı en son terk edenler kimlerse, bizim sırtımızı dayanacağımız onlardır.Kendi kişisel menkıbesi peşinden gidenlerin, ülke değil de, zihninde kendi çıkarını mihenk olarak tutanları da uzakta aramayın. Meydana bakın. Öfkesi, nefreti, intikam duygusu, çıkarı, menfaati, koltuğu için oyunun rengini belirleyenleri hemen tanırsınız. Onların nemalarını kesin, bakın bakalım aynı konuşacaklar mı, yine vatan diyecekler mi, görün.17 Nisan'dan itibaren yeni bir Türkiye için adım atacağız. Şuna eminim, artık aklında mihenk olarak 'vatan' olanlarla, 'çıkar' olanların da ayrıştırılacağı günlerin başlangıcı olacaktır…”

Kimler bu derdi olanlar/olmayanlar? Referandumdan sonra ne olacak acaba? “…adım atacağız” dediğine göre, aktif bir göreve gelecek…Gel de merak etme!...

Geçen haftaki konumuza devam edelim….

Elbette,  geçmişte kullanılan dil Osmanlıca, Farsça ağırlıklıyken, bugün –doğal olarak-  Türkçe besteler artmıştır. Dil, bir dönemide anlatır demiştik, gerçektende konservatuarda okuduğumuz yıllarda (195-1979) ve asistanlık dönemimde (1982-1985) sanatkar hocalarımızın dili; “Türk Musıkisi”, “Türk Halk Musıkisi”ydi. O nedenle de ilk kurulan Türk müziği konservatuarının adı “İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı”, ilk kurulan devlet korosu da “Klasik Türk Musıkisi Devlet Korosu” olmuştu. (1982’de İTÜ TMDK oldu) Ama çok zaman geçmeden kurulan diğer konservatuar ve korolarda; “Türk Müziği Devlet Konservatuarı”, “İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu”, “Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu” adı kullanılmaya başlandı. Bunun sebebi; dildeki  değişim ve yetişen genç kadroların dil bakımından “musıki” söylemini  zor, “müzik”  söylemini kolay bulmaları olmuştur.

Zannediyorum bu dil; değerli sanatçı/hocamız Prof. Alaeddin Yavaşça ile bestelerde son dönemece girdi. Çünkü A.Yavaşça; hem Osmanlıca-Farsça, hem Türkçe besteleri çok iyi  bir şekilde harmanlamıştır.

İki örnek verelim.

“Şehnazla gönül kabesi* devlette midir?

Bir sır gibi  vahdette mi(birlikte mi), kesrette (çoklukta mıdır)midir?

Her nameyi suzinake (yakan) döndürdü kader.

Bilmem ki nedendir,güle hasrette midir?”(Suzınak-New, Söz: Memduh Cumhur)

*Eğer senin gönlün varsa,gönül ka’besini tavaf et.Topraktan yapılmış sandığın ka’benin manası gönüldür.

                    ******

“Ne bildim kıymetin, ne bildin kıymetin

Reva mı şiddetin, revamı hiddetin

Zulmeden sen misin, bilmem ki ben neyim?

Kader mi, tali mi? ağyar mı, (yabancı, el)acep kim?

 

Kıskançlık alevi kalplere gireli

Sen deli, ben deli, aşk deli, ruh deli

Severken sen beni, severken ben seni

Bir gurur mahvetti, hem seni hem beni

 

Ne sensiz bir mekan, ne sensiz heyecan

Vermiyor teselli, ne ümit, ne de can

Sararken gönlümü, iştiyak (özleme) an be an

Değer mi bu hasret, bu firkat, bu hicran” (Nihavent, Söz: Müeyyet Berkman)

Konservatuarların özellikle Ses Eğitimi/Şan bölümleri, ses sanatçısı/yorumcu yetiştiren bölümleridir. Dolayısı ile bu bölümlerde; güzel konuşma/diksiyon/üslup/sahne bilgisi v.b. derslerin okutulması, öğrenciye sesi yanında; ağzını/üslubunu, beden dilini doğru kullanmasını öğretmek  şarttır. Ne olursa olsun, bir  konuyu/müziği, özellikle sanatı/müziği sahne sanatı yaptığınızda sahne sanatı kuralları işler. Bu genel bir kuraldır.

Sahnede uygulanacak; duruş/giysi/okuyuş üslubu/oturuş/çalış/arada yapılacak güzel bir dil/sunuş/mimik/konuşma ile konser doruğa ulaştırılabilir.

“Çocuklarını daha fazla şefkat ve alâka içinde yaşatan bir memleket de bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla yürütmekten, yormaktan sakınan çok baba görülür. Ama büyüyen çocuk, babasına büyük saygı gösterir. Emretmedikçe oturmaz. Yalnız ‘Baba’ şeklinde değil, babasının unvanı neyse ‘Efendi Baba’, ‘Ağa Baba’, ‘Bey Baba’, ‘Paşa Baba’ diye hitab eder. Küçük kardeş, büyüğüne saygı gösterir. Büyük kardeş asla ismiyle çağırılamaz, ‘Abla’ veya ‘Ağabey’ denir ki, bizim dilimizde bu kelimeler meçhuldür.” (La Türkiye Actuelle,Türkiye Günlüğü, F.H.A. Ubucini/1855)

Müzik terimlerinin; güzel bir anlatımla, güzel Türkçe ile açıklanması şarttır. Ancak, bu konuda müzisyenler olarak, maalesef iyi bir konumda değiliz. Çünkü, günümüz müzik insanları, yazdıkları eserlerin Türkçe metinlerine gereken önemi vermemektedir. Veya, çok araştırmadan/incelemeden; kes/yapıştır ile kopyalayarak yanlışlar  taşınmaya devam edilmektedir…İşte birkaç tanım örneği:

Tavır nedir?: “Seslendirici ile ilgilidir. Bir çalgıcının, solistin “kendine mahsus biçimi, özgünlüktür.”  Oysa solistin değil, bir çalgıcının; “ çalgısında yaptığı/attığı  kendine mahsus biçim, tezene şeklidir” 

Akort nedir?; “Müzik araçlarında ses ayarı düzeni.” Oysa; Telleri “belli bir düzene göre ayarlamak”, uyumlu hale getirmektir.

Opera nedir?: “Sözlerinin tümü ya da çoğu orkestra eşliğinde, ezgiyle söylenen sahne yapıtı.” Oysa; “orkestra veya çalgı topluluğu eşliğinde, olağanüstü görkemli, süslü bale sahnelerinin, solistlerin, koronun  yer aldığı dramatik bestelenmiş veya müzikli sahne oyunudur.”

Bir şiiri, şaha kaldıran onun iyi seslendirilişidir, kelimelerinin anlamının hakkının verilmesi,  vurgusudur.. Tıpkı, bir türkü/şarkıda; güftenin iyi telaffuzunun  anlamayı ve esere ilgiyi artırdığı gibi…Yıllardır;  konuşmamı,  yoksa müzik/ezgi mi daha önce kazanılmıştır? diye sorulmuş ve araştırmalar yapılmıştır.  Yapılan araştırmalar, ilk insandan itibaren; önce ezgi ve hareketin, sonra dilin kazanıldığını göstermektedir. Evrim biyolojisi uzmanı Tecumseh Fitch bu  konuda şöyle demektedir; “İlk olarak çok karışık ve ayrıntılı, ancak anlamı olmayan sesler çıkarmaya başladık. İkinci süreçte de anlam yapıya bağlıydı, yani müziğe dilin başlangıç hipotezi diyebiliriz.”

Müzik ve  dil birbirlerinin  özelliklerini taşımaktadır. Ayrıca her dilin de bir ritmi ve bir tonlaması vardır. Bu arada aynı dil içindeki, şive/yöre farklılıklarını da unutmamak gerekir.  San Diego  Nöro-Bilim Merkezi Dr. Ani Patel, araştırmalarında  bulduğu karakteristik özellikleri şöyle anlatıyor: “Ritmi incelemek için yeni fonetik araçlar kullanıyoruz. Cümlelerdeki sesli harflerin düzenine bakan yeni bir teknikle, komşu sesli harflerin zıtlığını ölçüyoruz. Yani, bir dizide önce uzun bir sesli harf ve sonra da kısa sesli bir harf varsa ve bu devam ediyorsa, bu zıtlıklarla dolu bir yapı oluşturur. İngilizce’de bazı sesli harfler çok kısa ve vurgulanmayan hecelerde, heceleri gerçekten bastırıyoruz. Fransızca’da bu dramatik zıtlıklar yaşanmıyor. Yakın zamanda araştırmalarımızı melodiye, İngilizce ve Fransızca’da seslerin cümle içinde yükselip alçalmasına yoğunlaştırdık. İngilizce’de sesler hece hece ilerledikçe, ses perdesindeki hareketler de değişiyor, Fransızca ise daha tekdüze. Bu durum müziğe de yansıyor.”

 Müzik-edebiyat birlikteliğinden ortaya çıkan güçse, bir müzik dilidir. Prozodi dediğimiz, sözün ezgi ile uyuşumu ile o eser güç kazanır. Bu birliktelik, yüz yıllar boyunca Osmanlı’dan günümüze yakın ilişki içinde süregelmiştir.

Bir şiirin beste haline gelmesi; onun bestekar üzerinde yaratacağı olumlu izle başlar. Bestekar şiirde karar vermişse, zaten kafasında bu şiirdeki duyguyu hangi makamla birleştireceğini kurmuştur. Şiir (güfte), ezgi (makam)nin ardından usul gelir. Usul de o şiire katkı sağlayan önemli bir ögedir. Besteci; dinleyicinin belleğine, adeta  işçiliğini nakşetmek için çalışır. Hiçbir besteci; ben bestemi yapayım köşede dursun demez, aksine o duygu patlaması sonucu meydana getirdiği eseri, milyonlarla paylaşmak ister. İşte burada sosyal paylaşım devreye girer. Bestecinin bestesinin kabulu; insanların paylaşımı ile doğru orantılıdır. Biz buna kalıcı eserler diyoruz. Edebiyatta bir söz vardır “edebi olan, ebedi yaşar” diye, çok severim…  Besteci olarak kabul edilen bir kişinin, artık o çizgiden aşağıya eser vermesi beklenmez. Elbette, her eser çok iyi/beğenilir olmayabilir. Hiç ismi bilinmeyen genç birisi de bir eserle kamuoyunda patlayayabilir. Ülkemizde, büyük eserler yazılamamakta, daha çok şarkı formu rağbet görmektedir. Oysaki, tarihimizde, çok büyük/uzun besteler yapıldığı, zencir usulünün kullanıldığı bilinmektedir. Kar-ı Natık, Mevlevi ayinler, Ayin-i şerifler, İlahiler, Murabbalar,Kar’lar, Peşrevler,Saz Semaileri, Gazel v.b. büyük eserler artık bestelenemez olmuştur.

SONUÇ: Müzik ile edebiyat öteden beri hep yakın olmuş; iç içe geçmiş, birbirlerini beslemiş ve zenginleştirmiş sanatlardır. Birini anarken, diğeri de akla gelir. O nedenle akademik sistemde/üniversite eğitiminde müzik; “Sosyal Bilimler” içinde yer almaktadır, ancak son yıllarda Y.L. ve Dr. programlarının  “Güzel Sanatlar Enstitüsü” içinde yer alması, daha akla uygun gelmektedir.

Müzik sanatı ile meşgul olanların, güzel Türkçe’ye, diksiyona, Türkçe imla yazım kılavuzlarına, şiir sanatına ve özelliklerine hakim/vakıf olmaları şarttır.

Dil ve edebiyat, sadece bestekarların konusu değildir. Sahne sanatına, yazıma/kitaba dönüşen her şey kurallarına göre işlemelidir.

O nedenle diyoruz ki “edebi olan ebedi yaşar.” Kalıcı olmak isteyen, halkın gönlünde yer etmek isteyen, müzikte kaliteyi yakalamak isteyen bu sözü asla unutmamalıdır.

YENİ BİR CD/TELDEN ZİYADE…

Dönem arkadaşım, İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Gör. Erdoğan Eskimez’in yeni THM albümü çıktı. “Telden Ziyade”  Orta Anadolu türkü ve deyişlerinden oluşan CD, ST Yapım imzasını taşıyor. Başarılar diliyor, yer alan türküleri veriyoruz;

Dil yarası, Söz ve müzik: Nuh Akgün 
Gül yüzlüm, Söz ve müzik: Hüseyin Dalkılıç
Mapushanelere  attım postumu, Söz ve müzik: Erdoğan Eskimez

Bülbül, Söz: Pir Sultan Abdal, Müzik: Kenan Durul

Nazar Kıl Gönül Şehrine, Anonim, Kul Nesimi’den, Kangal/Sivas

Yokat yaylasında yaylayamadım, Anonim, Orta Anadolu, Refik Başaran

Yine Katarlanmış Aşkın Kervanı (Tahtacı semahı), Anonim, Musa Eroğlu

Bir Yıldız Doğdu Yüceden, Anonim, Nurettin Bayhan, Niğde
Peşkir Çektim Direkten, Anonim, Niğde