BIST 9.645
DOLAR 32,55
EURO 34,89
ALTIN 2.430,58

Gündemimiz; Acun!

Acun'la Şeyma'nın boşanmasından "yuva yıkanın yuvası olmaz" kabilinden, kendi hayatımıza teselli devşiriyoruz.

Acun Şeyma ikilisinin boşanma haberi gündeme bomba gibi düştü.
 

Aklı arka plana itilip; dürtüleri geliştirecek milyonlarca görsele maruz bırakılan, zavallı modern insanın gündemine bomba gibi ne düşecekti? Yemen'de açlıktan ölmek üzere olan seksen beş bin çocuk mu? On dört yaşında sekiz kilo kalmış sabiler mi? Filistin'de meşru müdaafa yüzünden tutuklanan öldürülen gençler mi? Mısır zindanlarında ölümü bekleyen gerçek liderler mi? Arakan'ın soykırım kamplarından hiç bahsetmiyorum bile...
 

Bu magazinsel olayların gündem olması; "arz talep meselesi mi, halk mı hatalı, medya mı?" kısır döngüsünden çıkamaz hale geldik.
 

Muhteviyatında her türlü şiddet, yalan, aldatma, fuhşiyat içeren dizileri halkın önüne koyup, bu olayları zihinlerde bir hipnotik telkin misali, normalleştirme operasyonu yapan dizi ve magazin yapımcılarını mı suçlayalım; yoksa hala önüne koyulan kitabı, görseli, siyasi şahsiyeti ya da bir fikri; doğru yanlış süzgecinden geçirecek rüşte erişememiş insana mı?
 

Aslında hepimiz biraz, modern çağ ekosisteminde bir denek haline geldik. Reklam sektörü zaaflarımızı öğrendi. Potansiyel tüketici yanımız sürekli güncelleniyor fakat inancımıza, maneviyatımıza birşeyler katmadan yaşıyoruz.
 

Yaşlandıkça mutsuzlaşan, güzel olmayı "fiziksel güzellik" sanan, sıfır beden olanların avantajlı sayıldığı, maddesel düşünen vahim bir gençlik, bizim peşimizden gümbür gümbür geliyor. Ama sıfır beden olanlar da, iyi giyinenler de depresif ve agresif...
 

İçerisinde huzur ve huşu olmayan bir kapitalist döngüde çırpınıp dururken; Acun'la Şeyma'nın boşanmasından "yuva yıkanın yuvası olmaz" kabilinden, kendi hayatımıza teselli devşiriyoruz.
 

Yuva yıkmak kadar, bir kimseyi günahından dolayı kınamak da vebaldir. Gündem olan konular içerisinde kendi inancımız ve kültürümüzle beslenmiş "kendi gündemimiz" olmalı bizim. Neyi konuşacağımızı belirleyemiyorsak da nasıl yorumlayacağımızı, kendi ahlaki süzgecimizden geçirerek belirlemeliyiz.
 

Televizyon ve internet gündemi bizim, yediğimizi içtiğimizi, neye üzülüp dertlendiğimizi, neyi nerde giyeceğimize kadar belirlerken; aynı zamanda sürekli bir özgürlük telkininde bulunuyor. Ayağından iple bağlı bir kuşun kafesten uçması kadar bir özgürlüğün sarhoşluğuyla, esaretimizin farkında bile olamıyoruz.
 

Mesela susadığımızda kola içiyoruz. Hiç kulağa tuhaf gelmiyor değil mi? Susuzluk vücudun su ihtiyacı halidir; kola gibi şekerli boyalı katkılı ve vücudun su ihtiyacını karşılayamayan bir sıvıyı, susayınca isteyecek kadar uyuşmuş durumdayız.
 

Magazin de böyle bir uyuşmuşluk halinde çok tuhaf gelmiyor işte. Kendimiz boşandığımızda, insanların bunu konuşmasını, yorumlamasını, taraf olmasını istemiyoruz; ama tanınmış bir kişinin boşanmasını, sosyolojik labaratuarda kese biçe inceliyor, ahlaki sonuçlar ve dersler çıkarabiliyoruz.
 

Toplumsal kodlarımız böyle olaylarda pratikte "ahlak" olarak tezahür eder. Biz iyi ahlaklı olmaktan sorumluyuz.
 

Davranışlarımızda karşımızdakilerin bunu hakedip etmediğine bakmaksızın; kusur olan yerde mazeret arayan, kusurları örten ya da en azından görmezden gelen, kendi kusurlarına eğilen bir hayat sürmeliyiz ki; yalan mı gerçek mi bilmediğimiz bu kusurlar, normalleşip bizim de hayatımızın ortasına bomba gibi düşmesin!!