Gündemimiz; Acun!
Acun'la Şeyma'nın boşanmasından "yuva yıkanın yuvası olmaz" kabilinden, kendi hayatımıza teselli devşiriyoruz.
Acun Şeyma ikilisinin boşanma haberi gündeme bomba
gibi düştü.
Aklı arka plana itilip; dürtüleri geliştirecek milyonlarca
görsele maruz bırakılan, zavallı modern insanın gündemine bomba
gibi ne düşecekti? Yemen'de açlıktan ölmek üzere olan seksen beş
bin çocuk mu? On dört yaşında sekiz kilo kalmış sabiler mi?
Filistin'de meşru müdaafa yüzünden tutuklanan öldürülen gençler mi?
Mısır zindanlarında ölümü bekleyen gerçek liderler mi? Arakan'ın
soykırım kamplarından hiç bahsetmiyorum bile...
Bu magazinsel olayların gündem olması; "arz talep
meselesi mi, halk mı hatalı, medya mı?" kısır döngüsünden
çıkamaz hale geldik.
Muhteviyatında her türlü şiddet, yalan, aldatma, fuhşiyat içeren
dizileri halkın önüne koyup, bu olayları zihinlerde bir hipnotik
telkin misali, normalleştirme operasyonu yapan dizi ve magazin
yapımcılarını mı suçlayalım; yoksa hala önüne koyulan kitabı,
görseli, siyasi şahsiyeti ya da bir fikri; doğru yanlış süzgecinden
geçirecek rüşte erişememiş insana mı?
Aslında hepimiz biraz, modern çağ ekosisteminde bir
denek haline geldik. Reklam sektörü zaaflarımızı öğrendi.
Potansiyel tüketici yanımız sürekli güncelleniyor fakat inancımıza,
maneviyatımıza birşeyler katmadan yaşıyoruz.
Yaşlandıkça mutsuzlaşan, güzel olmayı "fiziksel
güzellik" sanan, sıfır beden olanların avantajlı
sayıldığı, maddesel düşünen vahim bir gençlik, bizim peşimizden
gümbür gümbür geliyor. Ama sıfır beden olanlar da, iyi giyinenler
de depresif ve agresif...
İçerisinde huzur ve huşu olmayan bir kapitalist döngüde çırpınıp
dururken; Acun'la Şeyma'nın boşanmasından "yuva yıkanın
yuvası olmaz" kabilinden, kendi hayatımıza teselli
devşiriyoruz.
Yuva yıkmak kadar, bir kimseyi günahından dolayı kınamak da
vebaldir. Gündem olan konular içerisinde kendi inancımız ve
kültürümüzle beslenmiş "kendi gündemimiz" olmalı
bizim. Neyi konuşacağımızı belirleyemiyorsak da nasıl
yorumlayacağımızı, kendi ahlaki süzgecimizden geçirerek
belirlemeliyiz.
Televizyon ve internet gündemi bizim, yediğimizi içtiğimizi,
neye üzülüp dertlendiğimizi, neyi nerde giyeceğimize kadar
belirlerken; aynı zamanda sürekli bir özgürlük telkininde
bulunuyor. Ayağından iple bağlı bir kuşun kafesten uçması kadar bir
özgürlüğün sarhoşluğuyla, esaretimizin farkında bile
olamıyoruz.
Mesela susadığımızda kola içiyoruz. Hiç kulağa tuhaf
gelmiyor değil mi? Susuzluk vücudun su ihtiyacı halidir;
kola gibi şekerli boyalı katkılı ve vücudun su ihtiyacını
karşılayamayan bir sıvıyı, susayınca isteyecek kadar uyuşmuş
durumdayız.
Magazin de böyle bir uyuşmuşluk halinde çok tuhaf gelmiyor işte.
Kendimiz boşandığımızda, insanların bunu konuşmasını,
yorumlamasını, taraf olmasını istemiyoruz; ama tanınmış bir kişinin
boşanmasını, sosyolojik labaratuarda kese biçe inceliyor, ahlaki
sonuçlar ve dersler çıkarabiliyoruz.
Toplumsal kodlarımız böyle olaylarda pratikte "ahlak"
olarak tezahür eder. Biz iyi ahlaklı olmaktan
sorumluyuz.
Davranışlarımızda karşımızdakilerin bunu hakedip etmediğine bakmaksızın; kusur olan yerde mazeret arayan, kusurları örten ya da en azından görmezden gelen, kendi kusurlarına eğilen bir hayat sürmeliyiz ki; yalan mı gerçek mi bilmediğimiz bu kusurlar, normalleşip bizim de hayatımızın ortasına bomba gibi düşmesin!!