BIST 9.746
DOLAR 32,52
EURO 34,78
ALTIN 2.420,53

Göreve gelmek için koştur, gelince; yan gel yat/ suistimal yap, sonra kader de!.

Görevini layıkıyla yapmayan, o görevde tutulmamalı…

“Olgun insan alkış kadar yergiyi de aynı ölçüde ağırbaşlılık ve sükûnetle kabul edebilen insandır…İltifatı nasıl severek kabul ediyorsa, olumsuz eleştiriyi de aynı sevgiyle kabul eden insandır olgun insan…Ve…İyi habere ölçülü sevinirken, kötü haber karşısında da panik yapmayan insandır…Peki…Biz Türkler bu genel değerlendirmeye ne kadar uyuyoruz?..Söyleyelim: Çok az…” (Gazeteciler.com/ /haber/serdar-turgut/304571)

İnsan, yapısı gereği; hep üstte olmak, emretmek, insanları emrinde çalıştırmak istiyor galiba...

Ankara’da “siyah takım elbiseli kişilerden  geçilmiyor” dedim ya, destekleyen e-mailler geldi…

Elbette, görev istemek her kişinin hakkı, ama “liyakatlı”  olmak şartıyla…

Liyakat, “o göreve; layık olma, yaraşma, yaraşırlık” demek. Liyakat, “o görev için; uygunluk yeterlilik, yeteneklilik demek...”

Ama, bu dünyada; hiç kimse vazgeçilmez değildir…

Fransız yazar J. Cristophe ne güzel söylemiş; “Gidenin arkasından nokta koyun ki, gelecek olanın ismi büyük harfle başlasın...”

Günümüzde olduğu gibi; o bizden, bizim arkadaşımız, kader yoldaşımız, bizim partiden v.b. söylemlerle görev suçları asla bağışlanmamalı… Bağışlanırsa, güvenirlik sorunu yaşanır.

Yazar A.Eyüboğlu TV tartışma programlarından –bir çoğumuz gibi- şikayet etmiş;

“Bir insanın, iç - dış siyaset, ekonomi, hukuk, savaş gibi birbiriyle alakalı ya da alakasız konuların tümü hakkında uzman olması mümkün mü? Değil, ama dilin kemiği olmayınca isteyen herkes her konuda ahkâm kesebiliyor bizde...  Tartıştıkları konu hakkında, değil derinlemesine, yüzeysel bilgisi olmayan uzmanlar(!),  önceki akşam TV’de Aladağ’daki yurt yangınını tartıştılar! Öğrenci yurtlarının denetimini hangi kurumun yapması gerektiğinden, denetim yönetmeliğinden bihaber ama utanmadan fikir beyan edebiliyor!” (A.Eyüboğlu/ )

Aladağ ilçesinde, 12 kız çocuğunun yanarak can verdiği yurt yöneticisi; yangın “yurttaki kızlarımızın yanması Allah’ın takdiri. Onlar şehit oldu” diyemez. Bu sorumlu bir kişi değildir. Böyle idarecilik olamaz, olmamalı…

Geçtiğimiz hafta TBMM’de AK Parti tarafından verilen; “MV’nin görevi bittikten sonra, eski veya yeni üniversitelere dönmesi ve çifte maaş alması” ile ilgili maddeyi” Meclis’ten  geçirmeleri ile ortalık gerilmiş, ancak Sn.Cumhurbaşkanı’nın, “şık olmadı, şu ortamda yeri yok”  demesi ile geri çekilmişti. Yani 316 AK parti MV, böyle bir maddenin önergesini verirken ortamı ve getireceği zararları görmemişlerdi. Hayret doğrusu!...

Her görev, makam; yetki verir, lojman  verir, araba verir, sekreter verir, koruma verir, hava/sükse verir, ama bunun karşılığında “çalışma ve sorumluluk”  ister…

Görevi; “kendine başka imkanlar/projeler için kullan, gelen istekleri kendine yönelt, başka üniversitelerden/birimlerden  ders al,makamda bulunma” etik değil…

Ayrıca; Bakan, Müsteşar, Genel Müdür, Müdür görevini yapmayıp, hep üstten talimat beklerse, o görevin/görevlinin,  hükmü/saygınlığı kalır mı?

Her görevin; o kurumda -kendi içinde- yapacağı, uygulayacağı yönetmelikler, geleneksel uygulamalar vardır…Her görevli; bunlara göre değerlendirilir…

Beğenmediğin işin yapılması istenmiyorsa,  -yukardan ısrar eden varsa- gönül razı değilse, açıklanır ve görev bırakılır, olur biter…Ama, imzalarsan; sorumlu sen olursun unutma…

Arkadaş; yanlış gördüğünü, uyar ama yazılı yap; yarın bir soruşturma açılırsa yararı olur, belge olur. Ülkemizde, üst makamlar; alttakilerin eleştirisini sevmez, kendilerini akıllı ve başarılı gördüğünden olumlu eleştiriyi dahi olumsuz alır. Tabi, bu; “büyümüş, olgunlaşmış, liyakatlı, eşitlikçi, demokrat, makamına uygun hareket edenler” için geçerli değildir.

Geçtiğimiz Cuma namazını Ataköy/Atrium yanındaki camide kıldık.   Güncel olaylara değinen ve örnekler veren iyi bir hocası var. Liyakat, sorumluluk ve görevlerden bahsetti. Bir hakim arkadaşı kendisine; “Bak Bahattin Hoca, bana suç işleyip gelme, seni bile tanımam” demiş. Çok memnun olmuş, “kişiler arasında ayrım yapmıyor” diye ve “böyle olmalı” diyor…

Daha öncede yazmıştım, görevlerin/makamların başarı ölçütü maalesef yok… ( yazımı bir kez daha okuyabilirseniz ne demek istediğimi anlarsınız…

Hocamız, sonra Bakara Suresi’nin son iki ayetinin hikmetini anlattı. Belki çoğumuz biliyordur, ama iş koşturmasından unutulabiliyor. Dedi ki; “bu iki ayetin, akşam yatarken mutlaka okunmasında gelecek için yarar var.”

Yanlış bir şey yapmayalım diye, bir kez daha  araştırdık; Amenerrasulü” diye bilinen bu iki ayetin fazileti hakkında, o kadar çok “Hadisi şerifler” ve rivayetler var ki…Örneğin;
“Aklı başında hiçbir adam görmedik ki Bakara Suresi’nin son iki ayetini okumadan uyusun”

 “Her kim geceleyin Bakara Suresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter. Allah Teala, Bakara Suresi’ni iki ayetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, çocuklarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü; bunlar salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’an’dır.” (Hz Peygamber)

İşte o ayet:

“Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun,küllün amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih,la nüferriku beyne ehadin min rusülih ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykelmesir. (285) La yükellifullahü nefsenilla vüs’aha,leha ma kesebet ve aleyha,mektesebet,rabbena latüahızna innesiyna ev ahta’na,rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min gablina,rabbena vela tühammilna,mala takatelena bih,va’fü anna,vağfirlena,verhamna,ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn”(286)


Türkçe Meali:

“O peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü’minler de (onlardan) her biri Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı”

“Onun(Allah’ın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arkasından ayırmayız(hepsine inanırız),dinledik,(kabul ettik)emrine itaat ettik.”

“Ey Rabbimiz,mağfiretini isteriz.”

“Son varışımız ancak sanadır” dediler. (285)

“Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.”

“Herkesin kazandığı hayır faidesine, yaptığı şer kendi zararınadır.”

“Ey Rabbimiz, unuttuk, yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme.”

“Ey Rabbimiz,bizden evvelki ümmetlere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme.”

“Ey Rabbimiz, takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma.”

“Bizden sadır olan günahları sil, bağışla, bizi esirge.”

“Sen mevlamızsın bizim.”

“Artık kafirler ruhuna karşı, bize yardım et” (286)

Son söz: “Bugünün kıymetini bilirsen, yarını satın almış oluyorsun...”

YİĞİT BULUT VE KINA YAKMAK…
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Sabah Gazetesi yazarı Sn.Yiğit Bulut, TRT Haber’de; “Devletin, terör saldırısı sonrasında tedbir ve soruşturmaları ‘polis şöyle’ ‘polis böyle’, ‘eskiden böyle yapardı, bugün böyle mi yapılır’, ‘internette haber paylaşanlar gözaltına alınıyor bu nasıl bir baskıdır’ diye konuşanları –haklı olarak- sert bir dille eleştirmiş ve konuşmanın bir yerinde; “Ben onların hepsine birer tabak kına göndereceğim, alsınlar kullansınlar nasıl istiyorlarsa” demiş. Bu cümlenin sonundan –nasıl istiyorlarsa- kınanın “argo manada p.p.ya yakılması”nın istendiği anlaşılıyor. Daha öncede bir çok yazar, bu cümleleri yanlış olarak kullanmış ve tarafımızdan eleştirilmişti. Neden derseniz; kınanın folklorumuzda önemli/kutsal/değerli  bir yeri var... Böyle basite indirgemek doğru değil…Şöyle ki, kına;saflık, bereket, sağlık olarak kabul edilir. Kına yakmak –ele, yüze, avuca-ayaklara- eski İslam geleneklerindendir. Askere gidecek olan gence ve kurbanlık koyuna yakılır. Kınasız gelinin cennete gidemeyeceğine de inanılır. Ama genellikle; bakireliği, diğer bir deyişle bekareti simgeler. Erkekler saç ve sakallarını, kadınlar ise saçlarını, ellerini ve yüzlerini boyarlar..Kına; saç bitirir, saçı kuvvetlendirip güzelleştirir, güzel bir renk verir... Vücuda sürülür; sertlikleri yumuşatır, yaraları iyileştirir. Soğutucu, hafif rutubet verici ve yumuşatıcı özelliğe sahip olduğundan ağrıyan yerlere sürüldüğü zaman, sinirleri yumuşatır ve ağrıyı giderir. Kına, makyaj malzemesi olarak kızlar/kadınlar arasında yaygın olarak kullanılır. Eeee, yanlış kullanılmasına itirazımda haksız mıyım?!...
HASBRO TÜRKİYE REKLAMI!...
Sosyal medya üzerinden yayınlanan  Hasbro Türkiye'nin bir reklam filmi var. Firma, “Yılbaşında evde oturup bizim oyunlarımızı oynayarak eğlenin” demek istemiş, ama reklam; “Yılbaşında dışarıda eğlenmeye kalkarsanız, tecavüze uğrarsınız”a  dönüşmüş. Ya arkadaş, her gün; taciz, öldürme, dayak v.b haberleri geliyor, toplum nereye gidiyor? diye soruyoruz. Sizin reklam ve halkla ilişkiler biriminiz uyuyor mu? Bu derece mi toplumdan, gelişmelerden kopuk ve uzaksınız? Reklamı Sabah’ta Y.Aytuğ, çok yalın bir şekilde –aynı görüşteyiz- özetlemiş.