BIST 9.090
DOLAR 32,38
EURO 35,04
ALTIN 2.326,66

Göreve gelince; “yönetmelikler” ve “sorumluluklar” neden unutuluyor ki?!.

Hayret, üniversitede, “akıl”; yönetime gelince çalışıyor!…

GÜNÜN TÜRKÜSÜ, Tarkan Erkan’dan…. Yaylalar (Afrin Harekatına katılan TSK mensuplarına armağan ediyoruz)
GÜNCEL/ARİF SAĞ: Aydın Doğan Vakfı tarafından, her yıl kültür, sanat, edebiyat ve bilim alanlarında, yaratıcılıkları ile başarıya ulaşmış kişileri ödüllendirmek amacıyla verilen ‘Aydın Doğan Ödülü’ne bu yıl Türk halk müziği sanatçısı Arif Sağ layık bulundu. Hocamızı tebrik ediyor, sağlıklı yıllar diliyoruz.

GÜNCEL/AKADEMİK TEŞVİK: Yükseköğretim Kurulundan (YÖK) devlet üniversitelerinin rektörlüklerine gönderilen yazıda, YÖK'e farklı kişi, kurum ve kuruluşlardan ulaşan çok sayıda bildirimde, akademik teşvik uygulamasında akademiye ve akademik geleneğe uygun olmayan başvuruların da yer aldığının belirtildiğine işaret edildi ve şu ifadeler kullanıldı: "Sadece akademik teşvik ödeneğine başvurabilmek adına kitap veya dergiler çıkarılması, uygun niteliği haiz olmayan yayın evlerinde kitaplar veya dergiler yayımlatılması, uluslararası niteliği olmayan kitapların uluslararası olarak bildirilmesi, uygun niteliği haiz olmayan sempozyum/kongre/konferans düzenlenmesi ve bunlara bir şekilde uluslararası nitelik kazandırılmaya çalışılması, haksız faaliyet ortaklığı yapılması, başvuru sahiplerinin alanıyla ilgili olmayan faaliyet bildirimlerinde bulunulması, 'akademik teşvik yönetmeliğine uygun' ibareli kongre ve dergi ilanlarına sıkça rastlanması gibi bilimsel etiğe uygun olmayan birçok duruma maalesef rastlanmaktadır. Böyle bir durum çok yaygın ve genel olmamakla birlikte akademik teşvik ödeneğinin ruhuna uygun olmayıp akademik camiaya ve bilime katkı sağlayacağı yerde akademinin yozlaşmasına sebep olma ihtimali barındırdığından sarfınazar edilemeyecek derecede mühim bir meseledir."
(A.A.) Yıllardır; “etiklik ve liyakata” önem veren bir Akademisyen–Sanatçı Öğretim Üyesi  olarak, bazı etik olmayan akademisyenler yüzünden, böyle bir yazının gönderilme mecburiyeti doğmasına üzüldük!…Sonuçlarını mutlaka görmek/duymak istiyoruz…

Üniversitelerimiz...

Ülkemizde; raporlarla/bilimsel araştırmalarla  ispatlanmış, çok ciddi bir “yabancı dil öğretememe” sorunumuz var. Y.Doç. ve Doç.lik yasa tasarısı ile ilgili söylemlerimizi/önerilerimizi  ilgililere ulaştırdık. Artık, karar TBMM Eğitim Komisyonu üyelerinin ferasetine ve  kalıcı/uygulanabilir bir yasa çıkarmasına kaldı. Basında sürekli üzerinde duran ve çözümler üreten köşe yazarı Burhan Ayeri’ye (Yeniçağ) teşekkür ediyoruz.

Belki bu arada yararı olur diye başka başka bir konuya değineceğiz; “İdarecilik nosyonu ve bizdeki uygulamalar” 

Üniversitelerde Rektör atamaları  seçimle yapılıyordu.  Şimdi;  OHK nedeni ile  ilana çıkılıyor, YÖK başvuranlar arasından  3 aday belirliyor ve Cumhurbaşkanı atamayı yapıyor. Seçime karşı çıkıldığı gibi, yeni şekle de -doğal olarak- karşı çıkılıyor. OHAL kalkınca nasıl bir düzene geçilecek bilinmiyor...  Aslolan;  “insan yapısı, insan düşüncesi”  ve  “yönetme becerisi”  olmalı.

MV olan her kişi,  Bakan olmak istiyor ve kendi alanı olması  da önemli değil!…Genel Müdür, Müsteşarlığa; Müsteşar ve MV’li  Bakanlığa oynuyor. O zamanda bu makamlar arasında sık sık çarpışmalar/görüş ayrılıkları ortaya çıkıyor. Oysa kişi; “önce atandığı görevi” gereği  gibi yapsa, “kendini orada gösterse” daha iyi olmaz mı? Ama olmuyor; “her kişi yükselmenin, üstü alt etmenin arayışı içinde” olunca devlet işleyişi karışıyor. Geçenlerde bir kurumu ziyaretimde, Müd. Yard. olan arkadaş; “Müdür, hiç göreve gelmiyor, bütün işleri ben yapıyorum, kaymağı o yiyor” dedi. Önce garipsedim, ama sonra öğrendim ki; müdür olan arkadaşımız görevine çok az uğruyor, sürekli toplantılarda geziyor, İstanbul dışındaki toplantıları takip ediyor!..O zaman elbette saygınlık olmaz ki!..Zannediliyor ki, ben amirim; herkes beni kabul etmek, saygı göstermek, dediğimi yapmak v.b. zorunda, istediğim zaman gelirim-giderim kimse hesap soramaz!…Peki, görev bitince ne olacak?!...,

https://www.internethaber.com/universite-idarecileri-etik-olmaz-ise-gelisme-nasil-ve-nerede-olacak-1794512y.htm

Bakınız;  “657 sayılı Kanunda, Amir Durumunda Olan Devlet Memurlarının Görev ve Sorumlulukları" şöyle yazılmış: 

Madde 10 - "Devlet memurları amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurlarını yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli sorumludurlar. Amir, maiyetindeki memurlara hakkaniyet ve eşitlik içinde davranır….”

Madde 11 – “….. Devlet memuru amirinden aldığı emri, Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, memur bu emri yapmağa mecburdur. Ancak emrin yerine getirilmesinden doğacak sorumluluk emri verene aittir. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. …”

Kanun maddeleri çok açık ve net.  Peki, uygulamalar neden açık ve net  değil?!..

Neden, göreve atanan kişi;  işine dört elle sarılmıyor, kurumuna sahip çıkmıyor, üretimle kendini  göstermeye  çalışmıyor?  Bilemiyoruz!..Nerede o güçlü;  Bakan/ Rektör/Müsteşar/Genel Müdürler!…Heyhat!....Rahmetli H.Pulur’un dediği gibi; “O güzel insanlar, beyaz atlara binip”  gittiler mi?!..

 “Üniversiteler; bilimsel araştırma yapmakla ve yüksek nitelikli insan gücü yetiştirmekle sorumlu kuruluşlardır. Yüksek nitelikli insan gücü ise; bağımsız düşünebilen, yaratıcı, araştıran, sorgulayan içinde bulunduğu topluma ve insanlığa faydalı olabilecek bilgi, beceri ve davranışlarla donatılmış aydın ve çağdaş bireyler demektir. Böyle bir eğitim ve öğretim etkinlikleri ancak bilim üreten, Ar-Ge yapan, düşünen ve fikir üretmeyi özendiren, bu tür etkinlikleri tüm boyutları ile destekleyen üniversitelerin-olmazsa olmazları olan- bilimsel, idari ve mali özerkliğe sahip olmaları ile olasıdır”. (Prof. Dr. İsmail Bircan)

Bu yazımızda,  “üniversiteleri,  görevlendirmeleri/atamaları”, “insan yapımıza” uyarlayarak bir özeleştiri yapmaya çalışalım:

1/ Kişi Rektör Yard.: Rektör atandıktan sonra, yanına  3 yardımcı alıyor. Birlikte çalışıyorlar, bir süre sonra görüş ayrılıkları çıkıyor. Bir yardımcı;  rektörün “uygulamalarından rahatsız olduğu, kendine mobbing yapıldığını söylediği”  halde görevine devam ediyor ve seçimlere 2-3 ay kala istifa edip rektör adayı oluyor…Elbette, bu durum kişiye olan güveni zedeliyor. Sorun varsa; geç kalınmamalı,  anında karar verip ayrılınmalı…Ama, olmuyor!...

2/ Kişi Dekan: Dekan ataması yapılıyor. Bir süre sonra senatoda, bazı önemli kararlarda/yönetim tarzında rektörle ters düşülüyor. Kişi, “seçime kadar” sorunlu olarak görevini devam ettiriyor ve seçime kısa bir süre kala istifa edip rektörlüğe aday oluyor. Tabii, bu arada rektör, onu görevden almamışsa!..

Bu durum da yanlış…Hani bir söz vardır; “sorunları içeride kalarak çözebilirsin, ayrıldığında uzaklaşmış olursun” gibi. Ama; hem içeride kalıp, hem eleştiri yapmak akademisyenliğe yakışmaz. Sürekli “şerh düşünce” de çoğunluk kararı ile geçeceği için bir yararı yok. Çünkü, kimse senin şerh koyduğunu bilmeyecek. Rektörle görüşüp, ayrılıkların giderilmeyeceğini anlayınca, görev bırakılmalı ki; doğru olan davranış budur…

3/ Kişi Dekan Yard./Müd.Yard.: Dekan/Müdür atandıktan sonra iki akademisyeni yanına alıyor. Elbette Doç. olmamalı -ki yakın unvan  olmasın-, en iyisi zaten yabancı dil mağduru olmuş Y.Doç.'lerden olmalı!...Beraber çalışıyorlar. Zamanla görüş ayrılıkları oluyor, ama kişi; görevini, bırakmıyor, her karara evet diyor, yeni dönemde  -kurum iyi yönetilmiyor diyerek-  Dekanlığa/Müdürlüğe aday oluyor, kulislere başlıyor…Tamamiyle yanlış bir yol. Kurum ileri gitmişse, zaten senin sözün olmaz, geri kalmışsa kararlara etki edemediğin için, geç kalmışsın demektir. Yöneticilik, zamanında ve doğru karar almayı gerektirir.

4/ Kişi Yön.Kurl.Üyesi: Rektör/Dekan/Müdür  atandıktan sonra, 2547 say.kan. göre Üniversite/Yüksekokul/Konservatuar  yönetim kurulu oluşuyor. Kişi, yönetim kurulu üyesi olmanın havasını atıyor, ama, toplantılarda; ağzını açmıyor, eleştiri yapmıyor, muhalefet etmiyor, şerh koymuyor, yönetimin getirdiği her şeye evet diyor. Sonra da, kurumun iyi yönetilmediğini söyleyip; Rektörlüğe/Dekanlığa/Müdürlüğe aday oluyor…Tamamiyle yanlış bir tarz, tam bir “kurnazlık.”  Buna; “ içeride konuşmuyor, dışarıda bülbül kesiliyor” derler. Söylemlerde  bulunmak için, “görevin sırasında sen ne yaptın?” sorusuna cevap verilmesi gerekir.

5/ Kişi Bölüm Başkanı: Dekan/Müdür, atandıktan sonra geçerli kanun hükümlerine göre –ki pek uygulanmıyor-  Bölüm Başkanlarını atıyor. Kişi’de atanıyor, ama  makamına  uğramıyor/gelmiyor. İşi yardımcılarına bırakıyor. Çok başarılı bir dönem geçirmediği, bölüm içinde paylaşımı yapamadığı, sorunlara sahip çıkmadığı, kurullarda ses çıkarmadığı halde, Dekanlığa/Müdürlüğe aday oluyor…

Göreve gelmemek suç, ihmal etmek suç.. Çünkü, 2547 say.kan.atanan/görevlendirilenlerin 09.00-17.00 kurumda olmalarını kabul etmiş sayıyor. Böyle bir sorun varsa, sorumlu Müdür/Dekan’dır. Böyle bir kişinin rektörlüğe başvurması, baştan kaybettiğinin göstergesidir. Buraya kadar olan 5 mad. kişilerin; görev yaptıkları, sorumluluk aldıkları, yasaları öğrendikleri v.b. tahmin edilmektedir. Oysa, işin aslı öyle değildir. Çoğu idareci, idari konuları görev sırasında yanlış-doğrularla öğrenmektedir.

Ben, o nedenle hangi görev olursa olsun, atanacak kişilerin; “maddi durumlarına, aile yapılarına, kurumdaki odalarına, kurumdaki ilişkilerine, üretimlerine, kişiliklerine  v.b. bakılarak” atanmasının doğru olduğuna inanmaktayım. Atalarımız;  “yiğit, yattığı yerden belli olur” sözünü boşuna söylememişler!...Kısaca; atama mercilerinin omuzlarına büyük bir sorumluluk binmektedir.

6/ Kişi bağımsız: Kişinin akademik yapıda bir görevi bulunmuyor. Kurullarda yer al(a)mıyor. O nedenle; yöneticilik becerisi bilinmiyor, kendi halinde/alanında çalışıyor.  Ama, buna üst makam önem vermiyor; o kişiyi Rektör/Rektör.Yard./Dekan/Müdür yapıyor… Hatalı bir durum gibi gözükse de, makamlar kendilerine rakip olabilecek; disiplinli, kafası çalışan, özverili, çalışkan v.b. kişileri atamaktan, yanına almaktan çoğunlukla imtina ediyorlar. Oysa; iyi araştırılırsa, yıpranma olmadığı için,  böyle kişiler kuruma daha yararlı olabilecektir. Kurumu ileri götürmek için kadroyu doğru belirlemek gerekmektedir.

Uygulamalar…

2547’ye göre; Rektör ve Yardımcıları Prof. olmak zorunda. Rektör; “kendine ayak bağı olmayacak, her dediğini uygulayacak, yumuşak başlı, parlak olmayan” kişileri -tabii ki kendine göre- yanına atıyor. Tıpkı; Bakanların Müsteşar, Müsteşarların Yard. ve  Genel Müdür atamalarında olduğu gibi!...

Dekan, yönetmelik gereği Prof. olmak zorunda. O zaman, yanına Prof. ve Doç. almak yerine, bir kademe daha düşüyor ve Y.Doç.leri yanına alıyor. 

Müdür’de  Prof. zorunlu değil,  yönetmelik “öğretim üyeleri arasından” dese de;  makamlar öyle görüyor. Dolayısı ile aynı uygulama, aynı anlayış burada da hakim. Yönetim Kurulu Üyesi  seçiminin nasıl yapıldığını da   siz düşünün!..

Demek ki ülkemizde iyi idareci denince şu anlaşılıyor; “akıllı, ilerde olabilecek tehlikeyi görecek ve bunu engelleyecek  olan kişi!!!

Genel sorular;

Rektör adayı; eski rektör hakkında suçlamalar yapıyor, ama atanınca hiçbirini gündemine almıyor?  Kamu malını, kamu zararını göz ardı ediyor? Neden acaba?

Bakan, Belediye Başkanı; eski başkan hakkında suçlamalar yapıyor, ama atanınca hiçbirini gündemine almıyor? Kamu malını, kamu zararını göz ardı ediyor?  Neden acaba?

Bakan, Belediye Başkanı; eski bakanın,başkanın  yaptıklarını iptal ediyor, hiçbirini gündemine almıyor? Kamu malını, kamu zararını göz ardı ediyor?Neden acaba?

Kısaca:

Büyük oynayacaksanız; yönetimden memnun değilsiniz/görüş ayrılığınız varsa; o zaman yönetimin  yanında/kurullarında ne işiniz var?

Söyleyeceklerinizi/eleştirilerinizi; kapı arkasında değil, toplantılarda, akademisyenlerin huzurunda yapınız  ki işe yarasın!.. Güvenirliğiniz artsın!..

Aksi durumda,  sadece dedikodu yapmış olursunuz ki, dedikodu;  bilim/sanatla tezattır.

Liyakatlı ve etik akademisyenin/ insanın; korkacağı bir şey olmaması gerekir!..

Üniversitelerde,  eleştiri kültürü olmaz ise; bilim/sanat gelişmez…

Ve, başarı şansı azalmış demektir.

TEBRİKLER: Yükseköğretim Kurulunca, QS’in yaptığı çalışmaya göre, araştırma ve tanınırlık açısından dünyadaki bin üniversite arasında ilk 400’e giren 10 Türk üniversitesine ödülleri törenle verildi. “Ankara Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi,İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi.” 24 alanda dünya üniversiteleri ile rekabet eden 10 Türk üniversitesini tebrik ediyoruz...