BIST 9.717
DOLAR 32,51
EURO 34,95
ALTIN 2.436,36

Gelişmiş ülkelerdeki “üst yetkililer” de böyle mi?!.

Ülkemizde üst yetkili olmak, her şeye bedeldir!

Aristo; “konuşma sanatını bilen insan, her düşündüğünü söylemez, fakat söyleyeceklerini düşünür de söyler.” demiş.

Bugün çok kişiyi rahatsız eden, ama üst makamların farkında olmadıkları! -ama çoğunluğun farkında olduğu- davranış şekillerinden örnekler vermek istiyoruz;

1/ Sn. Yetkili, basına demeç verirken/konuşurken, yanına, çevresine/ekrana girmek için yoğun bir savaş veriliyor. Bu; ben ne kadar samimiyim, o’nun yanındaydım v.b. mesajlar vermek için yapılıyor.Siyasetçiler için çok önemli olsa gerek!.. Oysa, ne kadar komik olunduğunu görmüyorlar mı? Koca koca insanların, konuşanın arkasında, bir yerden görünmek için koşturmaları, birbirini itmeleri  hoş olmuyor!....

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

2/ Sn. Yetkili’nin  arabası görünüyor, ardında siyah gözlüklü, takım elbiseli korumaların olduğu siyah arabalar… Gelinen noktaya varınca, arkadaki arabanın kapılarının –araç durmadan- açılması ve korumaların koşarak Sn. Bakanı korumaya almaları, kapıyı açmaları çok yaygın!...

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

3/ Sn. Yetkili, arabaya binecek, kapılar açılıyor…Kafası arabanın üst tarafına değmesin diye elle kamuflaj yapmak neden? Sanki, kendi arabası olmamış, hiç arabaya binmemiş gibi!...

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

4/ Sn.Yetkili konsere geliyor…Zaten üst yetkilinin zamanında gelmesi pek olağan değil!...Konser başlıyor, solist/orkestra eser seslendiriyor, birden bir rüzgar esiyor, korumalar seyircileri rahatsız edercesine içeri giriyor, yan kapılar açılıyor ve Sn.Yetkili içeri girip, kendine ayrılan yere doğru gidiyor..O sırada, ön sıradakiler ayağa kalkıp, el sıkmaya ve yanaktan öpüşmeye başlıyor ve arada  “Hoş geldiniz!, Nasılsınız? Sizinle görüşmek istiyorum? Ne kadar sanat seversiniz! v.b.” kelimeler işitiliyor. Bu arada konsere ne oldu?!. Konser sırasında arka sıralardan yetkiliye doğru kartların gittiğini görmek alaturka tarzımız…

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

5/ Bin bir zorluklarla etkinlik hazırlıyor, üst makamlarında görmesini arzuluyorsunuz… Sn. Yetkili’nin gelmesi, sizin protokolle ne kadar samimi olduğunuzu!, siyasi gücünüzü de gösteriyor!..

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

6/ Özel bir etkinlik/festival galası hazırlıyorsunuz…Üst yetkilinin  davetiyelerini en az bir ay önce gönderiyorsunuz…Etkinlikten bir hafta önce, Sn. Yetkili’nin özel kalemi tarafından aranıyorsunuz; “Acaba TV’ların haberi var mı?” Sözcükler boğazınızda düğümleniyor, böyle bir yetkilinin idaresinde olmaktan gurur duyuyorsunuz!  ve “hayır efendim, yok” diyorsunuz.

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

7/ Sn. Yetkili, açılışta konuşma yapmak istiyor…Memnun oluyor sahneye çağırıyorsunuz…Ama, öyle bir –spontane- konuşma yapıyor ki, “sizin etkinliğinizle ilgisi yok” Danışmanları ve özel kalemi ile gurur duyuyorsunuz!…

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

8/ Sn. Yetkili, etkinliğe geleceğini haber veriyor… Ama, gelmiyor veya yerine birisini gönderiyor… Gönderilen telgraflar aynı cümleler: “Başka bir toplantıda olmam nedeni ile…”, “Son anda çıkan bir etkinlik nedeniyle…”

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

9/ Sn.Yetkili etkinliğe geleceğini bildiriyor, basına da bilgi verildiği için TV’ler geliyor. Salon Sn.Yetkiliye görünmek/elini sıkmak/bir zarf tutuşturmak için gelenlerle doluyor. Ama o ne!, Sn.Yetkili; konserin arasında, “başka bir programım var” diyor, ayrılıyor.. Konser, ikinci bölüme yarı seyirciyle başlıyor…

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

10/ Sn. Yetkili, göreve atanınca  arkadaşları/çalışanları  ile arasına bir sınır koymakta, böylece saygınlık sağlayacağına inanmaktadır. Sürekli toplantıdadır, randevu alarak bile zor ulaşılır, odasından çıkıp çalışanlarını, üniversite ise  dekanlarını, bölüm başkanlarını ziyaret etmez… Hep ben üstüm,ben Prof.um, ona göre demeye çalışılır? (Görev bitince ne olacak düşünülmez!..)

Acaba, gelişmiş ülkelerde de böyle mi?

Yani;

“Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, ama, kimse kendini değiştirmeyi akıl etmiyor” (Leo Tolstoy)

HAFTANIN YAZISI (Sami Hazinses)…

“Sadece oyuncu değil, sıra dışı bir sinema emekçisiydi. Çok sayıda filmin müziğini yaptı. Şarkılar yazdı, ona ait olduğunu bilmeden dinledik. Ömrünü Sami Hazinses olarak yaşadı. Sonra doğduğunda verilen adla Samuel Agop Uluçyan olarak ayrıldı aramızdan…….

Kaç filmde oynadığını kendisi dahil kimse bilmiyor. Hiç birimiz üç filminin adını sayamayız. Peki bir küçük kardeş sevgisiyle bağlandığımız bu güzel insanın sırrı ne?

Burada sözü (belki de hepimiz gibi Samuel Agop Uluçyan olduğunu bilmeden Sami Hazinses’i çok seven) Haydar Ergülen’e bırakalım:

“Bazı sanatçılar yapıtlarının toplamından fazla bir şeyi ifade ederler… Sanki onlar her zaman hayatımızın içinde olmuşlardır… Onları hayatımızın içinde bulduğumuz anı/ zamanı hatırlamayız bile. Tıpkı hepimizin Sami Hazinses’le ilk nerede, ne zaman karşılaştığımızı ve hiç yabancılık çekmeden birbirimizi nasıl sevdiğimizi hatırlamadığımız gibi… Sami Hazinses hem gözlerinden, hem yüzünden doğru eski tanışımızdır, hiçbir filmini doğru dürüst hatırlamayız ama Hazinses hep göz ve gönül belleğimizdedir. Sami Hazinses, ne figüran ne yardımcı oyuncu olarak adlandıramayacağımız bir ‘garip star’dır: Sokakların, yalnızlıkların, yoksullukların ‘star’ yaptığı ve kendi hayatında bile başrolü kapamayan, kapsa da oynayacağı şüpheli bir ‘star’.” ()

Yazıyı okuyan ve bana gönderen  Esra Şencel şöyle yazmış; İcim sıkılıyor vallahi okurken..O kadar büyük yetenekler, sanatçılar birçoğu hak etmedikleri hayatları yaşamış, birbirlerine karşı da nasıl bu kadar vefasız olmuşlar.. Yalnız ölmüşler; hem de piyasa o kadar boşken, anlam veremiyorum. Allah rahmet eylesin… İlk defa okudum hayatını… Şimdikilerin sığlığını beğenmiyoruz ama, Yeşilçam'ın arka yüzü de hiç masum değil!!