Emanete İhanet
Mazhar Bağlı'nın yeni yazısı
Geçen hafta Salı günü yüzelli yolcusu ile düşen uçağın düşme
nedeni ile ilgili gelen ilk teknik haberler sizi ürküttü mü bilmem
ama bence son derece sarsıcı bilgilerdi. Malum, Fransız yetkililer,
uçağın kara kutusunda yer alan ses kayıtlarında yaptıkları
incelemenin ardından uçağın yardımcı pilot tarafından “kasten”
düşürüldüğü sonucuna varmıştı.
Kendisine emanet edilen hiç tanımadığı, mürettebat hariç hiç birisi
ile herhangi bir münasebeti olmayan bunca insanın canına kast
etmeyi kişisel bir bunalıma bağlı “bir hastalık” ile açıklamak kimi
ne kadar tatmin edebilir ki? İntihar üzerine çok şey söylendi
bugüne kadar ve bundan sonra da söylenecektir. Çeşitli nedenler
üzerinde durulmakta ve durulabilir. İntihar için bir felsefenin var
olduğunu söyleyenleri de bir kenara koyalım. Peki kendisi ile
birlikte onca masum insanı ölümü götürmeyi, hem kendi hem de
kendisine emanet edilen bunca masum insanın canına kast etmeyi
gerçekten bir intihar olarak mı görmek gerekiyor?
Yüzelli masum kişiyi katleden bir canavar için yapılacak olan
analiz-yorumun bilimsel bilginin buyurmuş olduğu çerçevenin içinde
yapılmasının özel bir nedeni var mı? Adamın yaptığı katliamı
anlaşılabilir bir makuliyet içinde görmeye neden olan iyimserlik
nereden geliyor acaba? Niçin bir “canavardan” bahsedilmiyor da bir
ruh hastasından bahsediliyor? Bütün bunlar dünyaya ilişkin
paradigmayı belirleme kudretini elinde bulundurmanın vermiş olduğu
avantaj sayesinde gerçekleşmektedir. Güç kuralı belirlemektedir
aynı zamanda.
Her gün dünyaya demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemi
üzerinden ayar veren batı, kendi canavarına ruh hastası, ötekinin
canavarına barbar-kan emici vampir demeyi uygun görmektedir.
Mecelle’de temel bir prensip vardır, “su-i misal emsal olmaz”.
Kötüleri mukayese edip seninki daha kötü demeye getirdiğim
düşünülmesin. Benim burada işaret etmek istediğim dünyayı okuma
referanslarıdır. Elbette her medeniyet ve kültür farklı bir
çerçeveden dünyayı ve insanı okur okuyabilir de. Ancak burada
insanı ve dünyayı okuma biçiminde temel insani değerlere ilişkin
çerçevenin son derece teknik ve rasyonel gerekçelere indirgenmiş
olmasının doğurduğu birçok açmaz var. İki yüzlülük ve çifte
standardın kural haline gelmesinin neden olduğu öfke boğazımızda
bir yumruk gibi düğümlenmektedir.
Ben bu kazanın nedenini duyduğumda ilk aklıma “emanete sadık
kalmanın, ihanet etmemenin” önemi geldi. Benim okuduğum belki de
tüm dini kitaplarda ve dinlediğim tüm vaaz-sohbetlerde emanete
ihanet edilmemesi şiddetli bir şekilde “emredilir”. İki konu ile
bağlantılıdır emanete ihanet etme meselesi, birisi “münafık” birisi
de “güven”dir. Belki de en meşhur olan hadislerden birisidir,
“münafığın alameti üçtür. Birincisi emanete ihanet eder.” İslam
geleneğinde ve literatüründe emaneti gereği gibi korumaya dair
öylesine hassas bir söylem var ki bazen geri almak üzere birisine
emanet edilen paranın sadece miktar olarak değil aynı zamanda
verilen bizzat o banknotlar olması gerektiği bile
söylenir-emredilir.
Evet Müslümanlar ve İslam coğrafyası olarak çok büyük sorunlarımız
var ve iş buraya mı kaldı diyebilecekler de olabilir. Ama
unutulmasın ki o büyük sorunlarımızın çözümü bizzat bu “tikel”
hassasiyetlerin oluşturduğu değerlerle mümkündür.
Kendisine emanet edilen canlara kast edenlerin istisna olmaktan
çıkmaya başladığını düşünün…