BIST 8.905
DOLAR 32,34
EURO 35,10
ALTIN 2.240,56

Emanete İhanet

Mazhar Bağlı'nın yeni yazısı

Geçen hafta Salı günü yüzelli yolcusu ile düşen uçağın düşme nedeni ile ilgili gelen ilk teknik haberler sizi ürküttü mü bilmem ama bence son derece sarsıcı bilgilerdi. Malum, Fransız yetkililer, uçağın kara kutusunda yer alan ses kayıtlarında yaptıkları incelemenin ardından uçağın yardımcı pilot tarafından “kasten” düşürüldüğü sonucuna varmıştı.

Kendisine emanet edilen hiç tanımadığı, mürettebat hariç hiç birisi ile herhangi bir münasebeti olmayan bunca insanın canına kast etmeyi kişisel bir bunalıma bağlı “bir hastalık” ile açıklamak kimi ne kadar tatmin edebilir ki? İntihar üzerine çok şey söylendi bugüne kadar ve bundan sonra da söylenecektir. Çeşitli nedenler üzerinde durulmakta ve durulabilir. İntihar için bir felsefenin var olduğunu söyleyenleri de bir kenara koyalım. Peki kendisi ile birlikte onca masum insanı ölümü götürmeyi, hem kendi hem de kendisine emanet edilen bunca masum insanın canına kast etmeyi gerçekten bir intihar olarak mı görmek gerekiyor?

Yüzelli masum kişiyi katleden bir canavar için yapılacak olan analiz-yorumun bilimsel bilginin buyurmuş olduğu çerçevenin içinde yapılmasının özel bir nedeni var mı? Adamın yaptığı katliamı anlaşılabilir bir makuliyet içinde görmeye neden olan iyimserlik nereden geliyor acaba? Niçin bir “canavardan” bahsedilmiyor da bir ruh hastasından bahsediliyor? Bütün bunlar dünyaya ilişkin paradigmayı belirleme kudretini elinde bulundurmanın vermiş olduğu avantaj sayesinde gerçekleşmektedir. Güç kuralı belirlemektedir aynı zamanda.

Her gün dünyaya demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemi üzerinden ayar veren batı, kendi canavarına ruh hastası, ötekinin canavarına barbar-kan emici vampir demeyi uygun görmektedir. Mecelle’de temel bir prensip vardır, “su-i misal emsal olmaz”. Kötüleri mukayese edip seninki daha kötü demeye getirdiğim düşünülmesin. Benim burada işaret etmek istediğim dünyayı okuma referanslarıdır. Elbette her medeniyet ve kültür farklı bir çerçeveden dünyayı ve insanı okur okuyabilir de. Ancak burada insanı ve dünyayı okuma biçiminde temel insani değerlere ilişkin çerçevenin son derece teknik ve rasyonel gerekçelere indirgenmiş olmasının doğurduğu birçok açmaz var. İki yüzlülük ve çifte standardın kural haline gelmesinin neden olduğu öfke boğazımızda bir yumruk gibi düğümlenmektedir.

Ben bu kazanın nedenini duyduğumda ilk aklıma “emanete sadık kalmanın, ihanet etmemenin” önemi geldi. Benim okuduğum belki de tüm dini kitaplarda ve dinlediğim tüm vaaz-sohbetlerde emanete ihanet edilmemesi şiddetli bir şekilde “emredilir”. İki konu ile bağlantılıdır emanete ihanet etme meselesi, birisi “münafık” birisi de “güven”dir. Belki de en meşhur olan hadislerden birisidir, “münafığın alameti üçtür. Birincisi emanete ihanet eder.” İslam geleneğinde ve literatüründe emaneti gereği gibi korumaya dair öylesine hassas bir söylem var ki bazen geri almak üzere birisine emanet edilen paranın sadece miktar olarak değil aynı zamanda verilen bizzat o banknotlar olması gerektiği bile söylenir-emredilir.

Evet Müslümanlar ve İslam coğrafyası olarak çok büyük sorunlarımız var ve iş buraya mı kaldı diyebilecekler de olabilir. Ama unutulmasın ki o büyük sorunlarımızın çözümü bizzat bu “tikel” hassasiyetlerin oluşturduğu değerlerle mümkündür.

Kendisine emanet edilen canlara kast edenlerin istisna olmaktan çıkmaya başladığını düşünün…