BIST 9.562
DOLAR 32,49
EURO 34,79
ALTIN 2.491,22

Eğitime Özgürlükten ve Demokrasiden Düşen Pay

Eğitime Özgürlükten ve Demokrasiden Düşen Pay

Eğitimin en temel sorununu konuşmaktan bizi alıkoyan şey bu sefer de açıkçası eğitim sistemi içinde bir anormallik olarak gördüğüm dershane mahreçli tartışmalar oluverdi. Oysa eğitime ilişkin bugüne kadar yüzleşmeyi hep ertelediğimiz daha açık anormallikler doğuran yapısal bir sorunumuz olduğu kanaatindeyim. Bu sorun eğitime özgürlükten ve demokrasiden tahsis edilmiş payla ilgilidir.

Dinî ya da siyasî yapıların kendi varoluşlarını eğitim sistemleri aracılığıyla sürdürmeleri anlaşılır bir şeydir. Kabul edilemez olanı ise, modern ulus devletlerin zuhuru ile birlikte resmi ideolojiyi aktarma aracı diye tabulaştırılmış bir eğitimin çarklarında çocuklarımızın ziyan oluşunu seyretmektir. Üstelik gayet iyi biliyoruz ki, tabulaştırılmış bir varlık ya da sistem kuramsal olarak her türlü eksiklik ve yanlışlıktan münezzeh kabul edildiği için her türlü eleştiriye daha baştan kapalıdır. Eleştiriye kapalı olan bir yapı da kendi gelişim imkânlarını daha baştan yok ettiği için olsa gerek ki, bir süre sonra kaçınılmaz olarak ilerleyen hayatın gerisinde kalacaktır. Evet, eğitim sistemimiz birçok açıdan ana unsurları itibariyle bugün için açık bir gericilikle malul hale düşmüştür. Gericiliği ise eğitim sürecindeki bireyi resmi ideoloji açısından endoktrine etmek gibi ‘aşkın’ bir amaç yüklenmiş olmasından kaynaklanıyordur. Bu durum eğitim sürecine giren bireyin düşünce ve davranışları itibariyle bağımsız bir karakter olarak teşekkülünü engelleyen en önemli faktördür.

Oysa çağımızda ileri diye tanımlanan eğitim sistemlerinin en bariz vasfı insana devlet başta olmak üzere her türlü yapısal kuruma karşı özgürleşmenin imkânlarını sunması ve yolunu açmasıdır. Ne var ki bizde eğitim hâlâ insanın varlığını devletin ideolojik varlığına armağan eden bir öz taşıyordur. Bu da bir paradigma olarak bugün için çoğu yerde metruk bir köhnelik olarak tanımlansa gerek.

Çünkü her ulus devlet ilk iptidai haliyle egemenliği altındaki insanları tek tipleştirip herkesi aynı kalıba koymak ve onlara aynı rengi çalmak, sonrasında ise ruh ve bedenleriyle birlikte herkesin kendisine bağlılık göstermesini istemişti. Bu planın Fransa’dan İran’a devrim süreçleri yaşamış tüm toplumlarda etkin bir şekilde işletildiğini biliyoruz. Böyle olunca da devlete ve kutsadığı ideolojisine aslî, sabit bir özne hakkı; insan ve topluma ise o ‘kutsal’a göre değişmesi/dönüşmesi gereken tâlî bir nesne olma payesi verilmişti.

Evet, tekrarlıyorum, ideolojik yapıların aşıldığı bir asırda bizim eğitim sistemimiz bireyi ana unsurları itibariyle hâlâ katı ve faşizan bir ideolojiye kurban etmeyi sürdürmektedir. Çünkü söz konusu ettiğim ideoloji eğitime ‘muasır medeniyet seviyesine’ çıkmak bahanesiyle toplumun dilden tarihe İslamî kimliğiyle bağını kesmek, resmi ideolojinin propagandasını yapmak ve geleneksel dinsel eğitimin yerine ulusal/laik bir eğitim sistemi yerleştirmekten öte bir şey görev yüklememiştir.

Böyle olunca da eğitim sistemine ilişkin her öneri baştan beri bu sabiteye göre değerlendirilmiş, resmi ideolojiye aykırı görünmesi halinde ise tehlike ve tehdit olarak tanımlanıp mahkûm edilmiştir. Sivil siyasi iktidarların birçok alanda kaydettikleri başarıyı eğitimde gösterememiş olmaları da bu yüzden olsa gerek. Hele bir de başındaki ‘millî’ sıfatından devşirilen gerekçeler de eklenince çık çakabilirsen işin içinden. Böyle olunca da eğitime ilişkin asıl tartışılması gereken en temel konuları hep pas geçmeyi yeğlemişiz, ‘selamet der kenarest’ diyerek köşe bucakta kalarak süre doldurmayı ‘iş yapmak’ saymışızdır. Bu yüzden de ileri demokratik ülkelerde onlarca yıl önce pek çok açıdan tartışılmış ve çözülmüş birçok konu vardır ki, bizler bugün dahi onları telaffuz etmeye cesaret edemiyoruz. Geçenlerde karma eğitim konusunda ‘sürçü lisan eyledi’ diye Sadık Yakut’un maruz kaldığı linç bunun açık ispatıdır. Oysa en fazla yüzyıllık bir geçmişi olan bu eğitim tarzı ilk günden itibaren birçok ileri ülkede her açıdan tartışılmış, bugün başta Amerika ve İskandinav ülkeleri olmak üzere bazı ülkelerde halkın isteği doğrultusunda bu sistemden diğerine geçişler yaşanmaktadır. Bu arada Amerika Dışişleri Bakanı Albright ile Hillary Clinton gibi Senato’daki her dört kadından birisinin kız okulundan mezun olduğunu da hatırlatmak isterim. Demokratik eğitim dediğimiz şey de bu olsa gerek. Bizde ise bir asra yakın zamanımız ‘Devlet Baba’nın kızlarımıza ‘benim istediğim şekilde istediğim kılıf kıyafette ancak okuyabilirsin’ dayatmasıyla harcanmıştır. Şarkta devlet hiçbir zaman kızların okuma oranındaki düşük rakamların sebebini o kızlara ya da velilerine sorma gereği duymamıştır. Gerçi niye duysun ki, nasıl olsa her şeyin en iyisini sadece o biliyordur.

Bu açıdan bakıldığında ortaçağlarda dünyanın birçok yerinde icra edilen eğitim öğretimin bugünden daha sivil bir karakter taşıdığını görüyoruz. Mesela İslam dünyasında eğitim ekseriyeti itibariyle devletten bağımsız olarak çalışan medreselerde icra edilirdi. Hatta ilmin ve âlimin itibarı devletle aradaki mesafeye göre değerlendirilirdi. Devletin kapısında dolaşanlar ‘Harem Fukahası’ veya ‘Resmî Ulemâ’ diye yadırgayıcı imâlar taşıyan lakaplarla anılırdı. Böyle olunca da eğitim sistemine doğru bilgi üretmenin yanı sıra, ‘iyi insan’ ve ‘erdemli toplum’ olmanın yolunu da göstermek gibi daha ulvi bir amaç yüklenmişti.

Öyle ise gelin eğitimde daha köklü bir meseleyi tartışalım; eğitimin merkezi bütçeden aldığı paydan önce özgürlük ve demokrasiden ne kadar pay aldığını konuşalım.