BIST 9.525
DOLAR 32,57
EURO 34,75
ALTIN 2.492,09

Dünyayı soğutmak için yanan Fransa

Fransa'daki eylemleri tetikleyen vergi arttırımı ve gerekçesi..

Fransa’da her arabada bulunması zorunlu olan acil durum yeleklerini giyerek Fransız yönetiminin aldığı akaryakıt zammını protesto eden kalabalık grupların yıkıcı eylemleri var karşımızda. Giydikleri yeleklerden dolayı da bu adla anılıyorlar. Sosyal medyadan öğrendiğim kadarı ile her şeyden anlayan evrensel aydınlarımız tarafından küresel bir komplo ile de açıklanmış bu eylemler. Bir kısım Twitter cevvallerinden gezi eylemleri analojisi de okudum.  Konunun ciddiyeti, batan Avrupa ve yükselen Doğu yorumları düzeyinde idi en son. Her meselede bir Çapanoğlu arama becerimizin de desteği ile, komplo teorilerinin Japon Pazarı tadında yürüyen tartışma programları sayesinde, hiçbir mesele ile ilgili tutarlı ve ciddi bir diyalog mümkün olmuyor.

Bu yüzden, her mevzuda ama özellikle de dış ilişkiler konusunda, doğru ve kaynakları teyit edilmiş bilgiye ulaşmak için ciddi bir fact-checking (bilgi doğrulama) müessesesine ihtiyaç var ülkede.

Fransa’daki eylemlerin asıl sebebi ya da bardağı taşıran damlası, son yapılan akaryakıt zammı. Bu zam ise daha çok bir vergi artırımı. Batı medyası, bu eylemleri fakirlerin ve gelir dağılımda en alt tabakada yeralan çalışanların, kötüleşen ekonomik koşullara tepkisi olarak görüyor. Fransızlara göre ise kendi taleplerine kulak tıkayan, zenginlere vergi indirimi öngören, temel tüketim maddelerine ait vergilere zam yapan Macron yönetimi sokak eylemlerinden başka yol bırakmıyor.    Eylemlerin sosyolojisi ve destekleyenlerin politik duruşları ile ilgili Yıldıray Oğur’un 03.12.2018 tarihinde Karar Gazetesinde kaleme aldığı  “Dünyaya Fransız kalmamak için…” başlıklı yazısı neler olduğunu anlamaya dönük iyi bir analiz.

Ancak, benim asıl değinmek istediğim konu bu akaryakıt vergisinin nedenleri ve ortaya çıkışındaki dinamikler.

Bunun için tarihi biraz daha geriye sarmak gerekiyor. 30 Kasım-12 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı yapıldı. Konferansta iklim değişikliklerine karşı tarihe Paris Antlaşması olarak geçen ve karbondioksit emisyonunu azaltmayı hedefleyen bir anlaşma imzalandı. Karbondioksit emisyonu, iklim değişikliği ile ilgili teknik detayların yanında, bu konudaki küresel eğilimler ve tartışmalar ile ilgili başka bir yazı kaleme alacağım için teknik detaylara girmeden devam edeceğim. Anlaşmanın amacı, fosil yakıtların sebep olduğu karbondioksit düzeyinin tahammül edilebilir bir seviyede tutulması ve bu sayede küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 2.7 santigrat dereceden daha az olmasını sağlamak. Anlaşma daha sonra 174 ülkenin katılımı ile 22 Nisan 2016’da New York’ta imzalandı.

Anlaşmanın en önemli özelliklerinden birisi her ülkenin karbondioksit salınımını ne kadar azaltacağına ve bunu hangi tarihte başaracaklarına dair tüm detaylara kendilerinin karar vermesi. Bir diğer özelliği ise bir bağlayıcılığının olmaması. Yani taahhütleri yerine getirmeyen ülkeler için herhangi bir müeyyide de yok. Gönüllülük esas.  Taahhütlerini yerine getirmeyecek ülkeleri için öngörülen ceza ise teşhir.

Anlaşmanın etkin olabilmesi ve hedeflerini tutturabilmesi için atmosfere en fazla karbondioksit salan ülkelerin bu konuda ciddi değişikliklere gitmesi gerekiyor. Bu ülkelerden biri de Türkiye. Yani yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gerekiyor. Maalesef küresel enerji alışkanlıkları hala fosil yakıtlarına bağımlı. Küresel ekonominin ve sosyolojinin önemli bir parçası olan fosil yakıtları ulusal ve uluslar arası politikanın da önemli bir bileşeni.

Yenilenebilir enerji kaynakları, yeni araştırma ve iş sahaları oluşturma potansiyeline sahip olmasına rağmen toplum, henüz sürdürülebilir enerji kaynaklarına hazır değil. Çünkü kademeli de yapılsa enerji kaynaklarında çeşitlilik epey bir değişiklik gerektiriyor. Buna bir de politik direnç eklenince, değişimin hiç de kolay olmadığı açık.

Paris Antlaşmasının ev sahibi ve Avrupa Birliğinin büyük ortaklarından olan Fransa, karbondioksit salınımının azaltılmasında  en öncü ülkelerinin başında geliyor. 2012 yılından bu yana toplam elektriğinin %90’ından fazlasını karbondioksit salınımı yapmadan yenilenebilir enerji kaynakları ile üretebilen Fransa, fosil yakıtları daha da azaltma çabasından dolayı akaryakıtlardaki vergiyi arttırdı. Bu vergiler ise halen yaşanan bu eylemleri tetikledi. Eylemleri sonlandırmak için çaba içerisine giren Fransa bir konuda geri atmamak için epey direndi. Cumhurbaşkanı Macron, eylemler için meşru öfke demesine rağmen atmosferik kirlenmeyi önlemeye dönük vergilerden geri adım atmayacağını deklere etti. Bu vergi artırımının kirliliği azaltmaya etkisi veya sosyolojisi kesinlikle tartışılmalı. Ancak protestocuların bu konuda hiçbir kaygıları olmadığı açık. Protestocular bu vergi arttırımını zenginlere sağlanan vergi indirimi ile karşılaştırdığı için kabul edilmez buluyor ve anlaşmaya yanaşmıyor. 

Hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir anlaşma olsa da yarattığı hava, iklim değişikliğinin dünyada belli bir düzeye çıkmış bir hassasiyet olduğunun göstergesi. Bu yüzden kirliliği azaltma gayretinin ekonomik kaygılardan daha meşru bir zemini var. Eylemlerin medyatik olmasına karşın entelektüel bir destek bulamamasının en temel sebebi de bu. Dolayısıyla ahlaki üstünlük konusunda eylemciler çok şanslı değil. Çünkü Fransa yanarken dünyayı soğuk tutmaya çalışıyor. En azından bu konuda ahlaki üstünlüğe sahip.