BIST 9.645
DOLAR 32,57
EURO 34,89
ALTIN 2.435,70
HABER /  GÜNCEL

DİSK 1 Mayısta Taksime çıkıyor

30 yıl geçti kanlı 1 Mayıs'ın üzerinden. Bu yıl yasak delinecek mi? Gösteri yasaklı meydan için hazırlanan Taksim PLANI;

Abone ol

Türkiye daha önce hiç olmadığı kadar karmaşık bir siyasi sürecin eşiğinden geçmiş gibi görünüyor. Linç olaylarını siyasi suikastlar takip ediyor. Kanlı Danıştay baskını, gazeteci Hrant Dink cinayetiyle üst üste gelirken, kanlı vites bir dişli daha yükseldi: Malatya’da inançları yüzünden üç insan, insanlık dışı bir katliamla öldürüldü.
Karamsar tablo, daha da karanlık süreç için dehşet senaryolarına olanak sağlıyor.
Herkesin aklına aynı soru geliyor:
-Türkiye 12 Eylül öncesine mi dönüyor?
O kanlı dönemin, en büyük operasyonlarından biri olan 1 Mayıs 1977 katliamı 30 yaşına girdi. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları DİSK, 1 Mayıs olaylarının yaşandığı alan olan Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlayacağını ilan etti. Devlet, İstanbul Valiliği aracılığıyla geleneksel tavrını açıkladı:
-Taksim’de gösteri yapılmasına izin vermeyeceğiz!

Türkiye, zaten gergin bir vaziyette Cumhurbaşkanlığı Seçimi için gün sayarken buna bir de 1 Mayıs eklendi. Organizasyonun ekseninde olan DİSK’in Genel Başkanı Süleyman Çelebi, bu ortamda daha da öne çıktı. İnternet Haber bu hafta söyleşi için Süleyman Çelebi’yi seçti. Çelebi, çocuk denecek yaştan itibaren işçi sınıfı mücadelesinin içinde yer almış bir işçi lideri. Sendikal mücadelenin bütün kademelerinde görev yapan Çelebi, Dinarsu fabrikasında başladığı sendikal kariyerini DİSK Başkanlığı’na kadar getirdi.

12 Eylül döneminde genç bir sendikacı olarak idam istemiyle yargılandı, beraat etti. Uzun yıllar Davutpaşa, Metris askeri cezaevlerinde tutuklu olarak kaldı. Ağır işkenceler gördü.
Çelebi, açık sözlü bir işçi lideri olarak, süslü, demagojik ifadelerle konuşmayı sevmiyor. Söyleyeceğini yalın ifadelerle dile getiriyor. Örneğin DİSK’in eski DİSK olmadığını anlatırken, bunun nedenlerini de ortaya koyuyor. Ona kamuoyunun aklındaki bütün soruları sordum. Örneğin “1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasının işçi ücretlerine nasıl bir katkı yapacağını” kamuoyunun merak ettiğini söyledim. O da soruyu bütün yönleriyle yanıtladı.

Söyleşinin asıl amacı elbette 1 Mayıs idi, ama hazır karşı karşıya gelmişken işçilerin bugün hangi koşullar altında çalıştığını, işverenlerin neler yaptıklarını, sendikaların gerçek durumlarını ne olduğunu öğrenmek istediğimi belirttim. DİSK Başkanı hiç dolambaçlı yollara sapmadan anlattı. İçinden çıktığı tekstil işkolunda sendikasız, sigortasız, yasal çalışma sürelerini çok aşan koşullarda işçilerin hangi ruh hali içinde olduklarını söyledi. DİSK’in gerçek üye sayısını, sendikal örgütlenmede yaşadıklarını bir bir açıkladı. Olası provokasyonlar karşısında ne düşündüğünü söyledi. İlgiyle okuyacağınız bir söyleşi ortaya çıktı.
                  Kitleler üzerine ateş açmak 
1 Mayıs 1977’de DİSK o güne kadar yapılan en kalabalık açık hava toplantısını gerçekleştirmişti. Sabah saat: 10.00’da Beşiktaş’tan başlayan yürüyüş, gün boyu sürdü. İkinci kol da Saraçhane yönünden Taksim’e akıyordu. Dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler ancak 18.00’de konuşmasına başlayabildi. Bitirmek üzereydi ki, Sular İdaresi diye bilinen duvarın üzerinden kabalığın üzerine ateş açıldı. Dev kitle, şimdiki Metro girişinin bulunduğu otobüs duraklarının arkasına tam siper yattı. Tam bu sırada Atatürk Kültür Merkezi önünden hareket eden bir polis panzeri kurşunlardan kaçan kitlenin üzerine su sıkarak alana girdi. Kalabalık iki yöne savruldu. Bir bölümü Taksim Gezi Parkı’na yönelirken, daha kitlesel grup Kazancı Yokuşu’na doğru kaçmaya başladı. Dar sokak bu kadar büyük kalabalığın geçişine izin vermiyordu. İnsanlar düştüler, arkadan gelen güçlü akın onların üzerlerinden silindir gibi geçti. Sonuç 36 kişi ezilerek öldü.
Tuhaf bir benzerlik üç yıl sonra Orta Amerika’nın küçük ülkesi El Salvador’da yaşandı. Başkent San Salvador’un anti-amerikan görüşleriyle tanınan hümanist Başpiskopusu Oscar Remero 25 Mart 1980 günü ayin sırasında öldürüldü. 30 Mart’ta yapılan cenaze törenine 300 bin kişi katıldı.
Cenazenin en canlı anında kalabalığın üzerine ateş açıldı. Çıkan kargaşada 44 kişi ezilerek öldü!
Tıpkı 1 Mayıs 1977 gibi... 

-1999’dan beri Başkan olduğunuzu kamuoyu biliyor, peki kaç yıllık DİSK üyesisiniz?

1975 yılından beri DİSK üyesiyim. 1952 doğumluyum. Ama sendikal mücadelem DİSK’e katılmadan önce. DİSK daha kurulmadan, Türkiye’de esas ayrışmanın yaşandığı sendikalardan birisi TEKSTİL’tir. Birleşik sendikanın Genel Başkanı Bahri Ersoy’du. 11 Kasım 1965 yılında TEKSTİL Sendikası bağımsız olarak kuruluyor ve o günden sonra da bağımsızlık mücadelesini 1975 yılına kadar sürdürüyor. 1970'li yıllardan itibaren DİSK’in bütün eylemlerine TEKSTİL Sendikası aktif olarak katılmıştır. Kuruluş çalışmalarının altında Rıza Güven’in imzası var. Ben TEKSTİL sendikasına 1967’de üye oluyorum.”

-Hangi iş yerinden girdiniz?

“Eyüp’te kurulu Dinarsu Dokuma İplik Fabrikası. 13 Yaşında orada işçilik hayatıma başladım. Dokumaya başlamadan önce atkıcıydım. Daha sonra çözgücü oldum. Aşağı yukarı bütün tekstil sektöründe çalıştım, hatta orada meslek eğitimi de görerek elektrikçilik de yaptım. Aşçılık ve bulaşıkçılık da yaptım. İşçilik hayatımız başladığından beri mücadelenin içindeyiz.”

-Sendikal kariyer nasıl başladı?

18 yaşında Tekstil İşçileri Sendikası’nın Şube Sekreteri idim, 19 yaşında Şube Başkanı oldum. 25 yaşında DİSK’in Örgütlenme Daire Başkanı’ydım. 12 Eylül öncesi DİSK’ten bahsediyorum. Yürütme Kurulu Üyesi’ydim. 1980 Kongresinde yani darbeden 2 ay önce yaptığımız kongrede Genel Başkan Abdullah Baştürk, Genel Sekreter Fehmi Işıklar, ben Yürütme Kurulundaydım. Ertan Andaç maalesef 12 Eylül darbesinden 1 ay önce İzmir’de kalp krizinden öldü. Yerine yönetimden bir arkadaş gelmesi lazımdı. Yönetime bu anlamda kimse seçilemedi. 7.Genel Kongre Harbiye Şehir Tiyatrosu’nda yapıldı. Baştürk, Nebioğlu’nu, Aktolgalı’yı Tuncer Kocamanoğlu’nu aday gösterdi. Abdullah Bey, Nebioğlu’nu önermişti. Birinci turda 2/3 çoğunluk gerekiyordu, olmadı. İkinci turda salt çoğunluk gerekiyordu, o da olmadı. Çok az oy aldılar. Diğerleri de seçilemedi. Sayın Baştürk kongreyi terk etti. Bir gün sonra geldi, bizi önerdi. En çok oyu alarak İşçi Yönetme Kurulu’na seçilmiştim.”

-Kısaca işçi sınıfına dahil olmadan önceki yılları de anlatır mısınız?

21 Eylül1952’de Ordu’nun Perşembe kazasında doğdum. İlkokulu orada okudum. Ortaokulu iki yıl okudum Perşembe’de sonra İstanbul’a geldik. Ortaokulu sonradan bitirdim. 1966 yılında İstanbul’a yerleştik. Ailecek geldik. Köyde tarımla uğraşırdık. Geliri kötü olmayan bir aileydik; ama ‘duruş’ sorunu nedeniyle problemler yaşadık. Ayvansaray’a yerleştik. Çok önemli bir sanayi merkeziydi. Dokuma vardı, Altınyıldız. Erko vardı, çok büyük bir fabrikaydı. Ana merkezdi. Alibeyköy’e kadar irili ufaklı birçok iş merkezinin olduğu bir bölgedir orası. Sınıfın içinde doğdum ve öyle de gidiyor.”

-Şimdi o çapta işçi bölgeleri olmadığı için mi, bu çapta işçi liderleri de çıkmıyor?

Biz Rıdvan Budak’la Tekstil Sendikası’nda beraber göreve geldik. Rıdvan Bey bizim Çerkezköy Şube Başkanı’ydı. Ben de Bursa Şube Başkan’lığını yaptım. Askerliğime kadar Eyüp Şube Başkanı’ydım. Sonra askerden geldim 1975 yılında Genel Kurula girdim. Askerden geldiğim gün, Kongreye on beş gün vardı. Yönetim kurulundan birisi istifa etti. Birinci yedek benim. Beraber kongreye gidiyoruz. O zaman Rıdvan Bey muhalif kanat, biz de iktidar kanadıyız. Bir oy farkla Rıdvan Bey sendikanın Genel Başkanlığı’na seçildi. Karşısında Yunus Kara vardı. Biz yönetimin tamamını aldık. Yürütme Kurulu’ndan yedisinden dördünü biz aldık. Üçü Rıdvan Bey’in listesinden girdi. Biri de başkandı zaten. 1975’te Rıdvan Bey muhalefetti. O kongreyi kaybetti. Rıza Güven başkan oldu. Ben de genel yönetim kuruluna seçildim. Sonra ben müfettiş oldum. Bursa’dan bize büyük talep geldi. Bursa’da Selim Mahmutoğlu o zaman DİSK Bölge Temsilcisiydi. Beni merkez Bursa’ya gönderdi. Ben bir yıl içinde 5000 üyemizi orada örgütledik ve etkin bir sendika haline geldik. Marmara Bölge Temsilcisi olarak işe başladım ben. Hemen bir şube yaptık. Geçici bir şubenin yönetiminde görev aldık. Ben sendikanın her kademesinde çalıştım. 78’deki kongrede de Rıdvan Bey adaydı. Başkan adayımızı Yunus Kara’ydı. Yunus Kara bir oyla kaybetti. 19000 üyemiz vardı. 1980 darbesinde 77. 400 aidat ödeyen aktif üyemiz olmuştu. O dönemin örgütlenme daire başkanı bendim. Genel Başkan Rıdvan Budak’tı. O ara Sümerbank’larda yapılan referandumların yüzde 90’ını kazandık. Bir tek Malatya’da referandumu kaybettik. İzmit, Nazilli, Bergama, Diyarbakır. İkinci büyük sendika durumuna gelmiştik. Aidat açısından bakıldığında ikinciydik.”

İŞÇİ SINIFININ DURUMU KÖTÜ

-İşçi sınıfı şu anda ne âlemde?

“Başta ülkemizde olmak üzere, bütün Avrupa’da buna dâhil, en kötü dönemini yaşıyor. 1980 sırf klasik terör darbesi değil. 24 Ocak kararlarının uygulanması ancak böylesi bir demokrasi dışı yöntemlerle uygulanabilirdi. Arjantin ve Şili dâhil olmak üzere, oranın büyük bir bölümünde darbe yönetimleriyle, IMF programları uygulanmıştır. Bugünkü “Neo-Liberal” politikalarının bir miladı var. O milad da 1980li yıllardır. Küreselleşmenin ortaya koyduğu politikaların başlangıcıdır. Bazı ülkelerde zorla yapıldı, bazılarında da uygulanan yöntemlerle, uygulanan propagandalarla yapıldı.”

-Yeni kazanımlar elde edildi mi, yoksa geriye mi gidildi?

Gerek Avrupa’da gerekse ülkemizde kazanılan hakların büyük bir değişime uğradığını söylemek gerekiyor, çünkü ciddi bir saldırı var. İki tane anlayış var. Bir tanesi sosyal devletin tanımladığı, yıllarca mücadeleyle elde edilmiş hakların gaspına yönelik kayıplar. Bizde bunlar 1980 darbesiyle başlıyor. O bütün kazanılmış hakların arkasında DİSK’in ve işçi sınıfının verdiği mücadele vardır. Ödediği bedeller vardır. Bir kısmı 12 Eylül darbesiyle yok oldu. Bir kısmı uygulanan neo-liberal politikalar ve Dünya Bankası’nın talepleri doğrultusunda her geçen gün kuşatılmaktadır.”

-Somut rakamlarla ifade edebilir misiniz?

Türkiye’nin nüfusu 1980 darbesinde 45 milyon, sendikalı aktif işçi 2,5 milyon. Şu anda o rakam 1 milyonun altında. Nüfus artışına rağmen, sanayide gelişme vardır ama örgütlü toplumun ayağında da ciddi azalma vardı. Cılız bir sendikal yapı, cılız bir mücadeleyle işçi sınıfı bugün karşı karşıyadır!”

İSTİHDAMIN YÜZDE 60’I KAYIT DIŞI

-Kapitalizmin üçüncü sanayi devrimin yapmış olmasının bir etkisi var mı sizce? Bilgisayar teknolojisi girdi üretim sürecinin içine…

Biz 10 başlık içinde bir çözüm üreten bir çalışma yapacağız. İlki de geçtiğimi cumartesi günü yapıldı. Teknolojik girişimlerin ve değişimlerin burada istihdamı azalttığını söyleyebiliriz. Bunun sadece nedeni bu değil. Bugün Avrupa Birliği (AB) üyesi konumuna gelmiş Bulgaristan ve Romanya’da işçilik maliyetleri açısından bizim durumumuz daha iyi; ama koşullarımız daha iyi anlamına gelmesin… Bundan 100 yılı önce 1 Mayıs, kölelik düzenine karşı çıkmak, 16 – 17 saatlik çalışma sürelerini 8 saate indirmek için yapılan direnişler yüzünden ortaya çıkmıştı. Bugün aynı şartlar yeniden ortaya çıktı. Bugün işçi sınıfının büyük bir bölümü, zaten yüzde 60’ı kayıt dışı çalışır, buna bir de 12 – 13 saatlik çalışma sürelerini ekleyin, işçi sınıfı sahici kölelik düzeniyle karşı karşıyadır. Bu kadar haksız rekabetin olduğu bir süreci yaşıyoruz. Eskiden çalışma koşullarının kötü olması sendikal mücadeleyi yükseltiyordu. İşçiler sömürü düzenine karşı çıkmak için sendikalarda örgütleniyorlardı.”
                 TEKSTİLDE İŞÇİLER KÖLE OLDU

“Sektörde 3 milyon kişi çalışıyor. Sektördeki kriz nedeniyle işverenler bakanın yanına gidiyorlar, ‘biz 2 milyon 800 kişiyi temsilen geldik’ diyorlar. Bakan da ‘kayıtlarda 600,000 kişi gözüküyor’ diye yanıtlıyor onları… Tekstil sektöründe kayıtlı, sigortalı 586,000 işçi var. Toplam 100 bin kişi sendikalı… Bütün bu tablolara rağmen sigortalı işyerlerinde işçiler ortalama 600 YTL’yi buluyor. Sendikalı yerlerde bu iki katına çıkıyor, 1300 YTL alan işçiler var. Çok şanslı diyemeyeceğim, çünkü bu parmakla sayılacak işçiyi kapsıyor. Büyük bir bölümü asgari ücret düzeyinde (kayıtlı çalışanlar), kayıt dışı çalışanların büyük bir bölümü asgari ücretin altındadır ve çalışma süreleri 13 – 14 saattir. Hatta kayıtlı olanların çalışma süreleri yüzde 70’i, 12 saat çalışmaktadır.” 

-1963 ile 1990 arasında ‘gerçek’ işçi ücretlerin en yüksek seviyeye ulaştığı dönem olarak 1977 yılı gösteriliyor. Gerçek ücretler, yani satın alma gücünün en yüksek seviyeye ulaştığı yıl…

“DİSK kurulduğunda 5 sendika, 30 bin üyesi vardı. 1975’e kadar önemli bir ivme kazanıyor. 12 Eylül 1980’ne ulaştığımızda, 13 yılda 600,000 üyeli bir konfederasyon haline geliyor. Bu örgütlenme hızı İsveç ile birlikte örnek olarak gösterilen bir işçi yapılanmasıydı.”

-Şimdi?

“Şimdi önümüzde iki Avrupa modeli var. Bir tanesi liberal Avrupa diye sanayinin Avrupası, biri de sosyal Avrupa! Egemen olan sanayinin Avrupası… Ama emeğin Avrupası da kayıtları görüyor, geçmişte enternasyonal duyarlılığa ihtiyaç vardı, şimdi artık daha fazla var. Tek başına verilecek mücadelelerle başarı elde edilemeyeceği çok açık. O yüzden uluslararası dayanışmaya, birlikte mücadeleye ve birlikteliğe daha çok ihtiyaç var.”

-Avrupa için milat ne zaman sizce?

“Ben aynı dönemler olarak kabul ediyorum. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan, bir sosyal damping diye tanımlanan bir süre vardı. Bu politikalar uygulama alanlarında bazı yerlerde erken başladı, bazı yerlerde de bu oran farklıdır. İsveç’e sonra yansıdı. Onun yansımasını ülkenin ekonomik koşulları ve algılamasına göre hazmettire hazmettire yapıldı.”

-Şu anda da sendikalaşma işten atılma nedeni midir?

“Çok büyük bir nedendir. 12 Eylül 1980’de Halit Narin Türkiye İşveren Sendikaları Konfedarasyon’u (TİSK) başkanıydı. Darbe olduktan sonra şunu demişti, ‘Yirmi yıl onlar güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde!..’ 12 Eylül hukuku birçok konuda önemli tahribatlar yarattı; ama özellikle sendikal alan ve örgütlenme özgürlüğüne büyük zarar verdi. Tek değişmeyen şey Sendikalar ve Grev Toplu Sözleşmeleri Yasası (2821 ve 2822 Sayılı yasalar) Generallerce yürürlüğe konmuştur. Bu yasalarla yüzde 10 barajı getirildi. Örgütlenme özgürlüğünün önünün tıkayan düzenlemedir. Bir örnek vereceğim, tekstil iş kolunda çalışan 586 bin üyeden 58 bin 600’ünü sendikaya kayıt edemezseniz, sözleşme yapma yetkiniz yok. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan aykırı bir düzenleme. Üç türlü baraj var.

-Nasıl?

“Birincisi yüzde 10’luk işkolu barajını aşacaksınız, sonra yüzde 51’lik iş yeri barajını aşacaksınız, üçüncü önemli baraj ise, eğer iş yeri holding ise, onun da yüzde 50 +1’ini geçmek zorundasınız. En önemli ikinci engel şu; notere üye olmak için en az 25 YTL ödemesi gerekiyor. Bir işçinin sendikaya üyeliği, bir başka sendikadan geçiyorsa 85 YTL’ yi buluyor. Direkt üye olmak istiyorsan 25 YTL’ yi notere vermen gerekiyor. Bu tarz bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde yok. Herhangi bir partiye üye olunurken hiçbir şart aranmıyor. Bu bir tek sendikalara üyelikte noter şartı var. İşçilere güvenilmiyor, onların üyeliği mutlaka noterden olmak zorunda. İşçiler normal koşullarda sendikaya üye olmaları içim noterin çalıştığı saatler içinde notere gitmeleri lazım.”

SANAYİCİLERİN YÜZDE 95’İ İLKEL VE ÇAĞDIŞI

-Çalışma günleri ve saatleri dışında noterler çalışıyor mu?

“İşçiler işyerinden ücretsiz izin alıyor işçi ve notere para veriyor sendikalı olması için. Biz 32 ilde 425 işyerini kapsayan yaklaşık 17,000 kişilik bir örgütlenme süreci yaşadık. Ama bunun yüzde 25’i işten atıldı.”

-Neden?

“Sendikal aktivite yüzünden. Türkiye’de örgütlenme özgürlüğü yok. Bu yüzden de işçiler çok ağır bedeller ödüyorlar. Yaşama hakkı kadar kutsal olan çalışma hakkı, sırf Anayasa’dan kaynaklanan haklarını kullandığı için cezalandırılıyor. Sendikal harekette bu nedenden ciddi anlamda bir dirençsizlik var. İkincisi, mahkemelerde yedi yılı bulan davalar var. İşçi sendikaya sosyal haklarını az da olsa iyileştirmek için geliyor. Hem işinden oluyor, hem de işveren teknik konudaki itirazlarını kullanıyor. İş kolu tespiti yaptırıyor. Ciddi bir yüzsüzlük, çifte standart yapıyor işverenler. Çok azınlıkta olarak çağdaş değerlere saygılı olan sanayiciler var. Hiç yok diyemem. Gerçekçi olmaz. Bu ülkenin sanayicisinin yüzde 95’i ilkel, çağdışı, sendikal hak ve özgürlüklere tamamen ters düşen, bütün antidemokratik uygulamaları mubah sayan, halen o tüccar kafasıyla sanayiciliği birbirine karıştıran bir anlayış içerisinde… Bunlar işçilere köle düzeninde bakan, sendika nereden çıktı diyen bir anlayışta direniyorlar. Türkiye işçi sınıfı böylesi bir çağ dışılıkla karşı karşıya…”

DİSK SİYASET YAPIYOR HALA

-DİSK 70li yıllarda siyaset yapılıyor diye eleştiriliyordu. Süleyman Demirel 1980’de askerler tarafından devrildikten sonra, ‘siz eğer, ben sanayiciyim siyaset yapmam diyorsanız, siyaset gelir sizi fabrikanızın kapısında bulur. Onun için herkes siyaset yapmalı’ demişti. DİSK o zamanlar siyaset yapan sendikal kuruluştu, hala da öyle. Siz ne diyorsunuz?

“DİSK’in kuruluş bildirgesi şu an da okunsa, DİSK’in 40 yıl önce söyledikleriyle bugün söyledikleri arasında söylem olarak far
DEMİREL 12 EYLÜL'DE DİSK İÇİN NE DEDİ?

12 Eylül döneminde yabancı gözlemciler geldiğinde Demirel’e DİSK’i soruyorlar. Süleyman Bey, ‘Türkiye’de yasalar var. Eğer yasadışı bir şey yapmış olsalardı, yargı önüne çıkartılırlardı. 12 Eylül sabahı ne suç işlediler de hepsi içeri atıldı?’ diye bilgi veriyor. Yani şunu da söylüyor, demokrasi tanımında bu hakların mücadelesinin verdi diyor. Burada hakkını teslim etmek gekeriyor. Ama bize ciddi engellemeler yapmıştır. Bu engellemelerin çoğu da Demirel’in uygulamaya koymak istediği yasalardan, iktidar süreçlerine bakıldığında Demirel’in uygulamaya koyduğu politikalar vardır. 
klılık vardı; ama duruş farkı yok. Bugün bir kez daha okunmasını, özümsenmesini istiyorum. DİSK devletten, siyasi partilerden ve sermayeden bağımsız bir örgüt. DİSK, siyaset yapan bir örgüt. Soldan, emekten, insan haklarından yana ortaya koymuş ve bunun bedelini ağır ödemiş bir örgüt. Benimle beraber bütün yöneticiler idamla yargılanmıştı. 12 Eylül darbesinin baş nedenlerinden biri bu neo-liberal politikalara geçiş süreci, 24 Ocak kararlarının uygulanması, DİSK gibi bir örgütün ortadan kaldırılmasıyla Türkiye’de ancak başarılı olabilirdi. İhtilalin baş hedeflerinden bir tanesi DİSK’in susturulmasıdır. Çünkü DİSK’in mevcudiyetini devam ettirdiği aktif mücadele sürdürüldüğü bir dönem aslında gelecek açısından tehlikelidir. 12 Eylül dünyada sendikal davaların en büyüklerinden birisidir. 84 idam istenmişti. 5340 kişi soruşturmadan geçti. 1477 kişi sanık sandalyesine oturtturuldu. Bunların büyük bir bölümü işkenceden geçti, büyük bir bölümü uzun süre hapishanelerde yattı. Biz bugün yine toplumun içindeyiz ve onurluca bir mücadelenin emanetini korumaya çalışıyoruz. Bize bunları yaşatanlar ise halkın içinde dolaşamıyorlar…”

KIRILMA NOKTASI 1 MAYIS 1977

-Bugün eski DİSK var diyebilir miyiz?

“DİSK eski değil; ama Türkiye’de artık eski işçi sınıfı da yok! 1971 muhtırasındaki hak kayıpları bir dönemi başlattı, bu süreç de 12 Eylül’le tamamlandı. İşçi sınıfının geriletilmesi sürecinde kırılma noktası 1 Mayıs 1977’dir. Bu çok bilinçli yapılmıştır! Gazeteci, aydın, politikacı, sendikacıların öldürülmesi, Kahramanmaraş ve Çorum katliamları bütün bu hazırlığın bir parçasıydı.

(...) DİSK, bütün bu saldırılara direndi ama bedelini ağır ödedi. DGM direnişinde çoğu işçi arkadaşımız işinden atıldı. Çoğu işsiz kaldı. Başka yerlere bu arkadaşların isimleri bildirilerek bir daha işe alınamam konusunda resmen karar istendi. 1 Mayıs 1977 katliamında 36 tane insanımız öldü. Daha sonra 1980’de kurucu genel başkanımız Kemal Türkler öldürüldü. 12 Eylül sonrası Kenan Budak öldürüldü. Biz büyük tahribatlardan geçtik. DİSK ilkesel olarak bir değişim içinde değil. Eski gücünde olmadığını kabul ediyoruz; ama asla iki yüzlülük yapmıyoruz.

SUSTALI MAYMUN DEĞİLİZ

Gelene ağam, gidene paşam diyen bir örgüt değiliz.
Ben sosyal demokrat bir insanım. Bizde her siyasal düşünceden insan olmuştur. En sağından en soluna kadar her türlü düşüncede insan var olmuştur. Biz kitle örgütüyüz. 12 Eylül sürecinde hapishaneyken bizde Milli Selamet Partili (MSP) temsilciler vardı. Adalet Partili temsilciler vardı. Bunlar anayasal düzeni yıkmak isteyip, Marksist, Leninist düzeni kurmak isteyenler diye yargılanan sakallı temsilciler vardı. Bana “Bunlara öteki dünyada hesabını soracağız” diyorlardı. Tabii ki farklı görüşlerimiz oldu. Kemal Türkler’in siyasal duruşu belliydi; ama solun iktidara taşınması konusunda büyük önderlik yaptık. CHP’nin 75 yılındaki genel kurulumuza destek vermesi, iktidara taşınmasında, 1977 Genel Seçimlerinde DİSK sandık başlarında hep görev aldı. Dağlara taşlara ‘Umudumuz Ecevit’ ‘Yeni CHP’, ‘Karaoğlan’ sloganlarını DİSKliler yazdı. CHP’nin iktidara taşınmasında çok etkin bir rol aldı. Sonra Ecevit geldi, bazı uygulamalara geçti. Diyet borcum yok dedi. Biz bir siyasi partinin eteğine yapışmış değiliz. Biz, DYP ve SHP’nin koalisyon kurmasını önerdik. Ondan öne SHP’nin destek vermesine karar verdik. 89 seçimlerinde hepsinden katkımız var. Ama 5 Nisan kararları açıklandığında da en şiddetli tepkiyi veren de DİSK oldu. Bağımsızlık dediğimiz şey işte bu… Destek veriyoruz diye sustalı maymun gibi önlerinde duracak değiliz. Bağımsız olmak, bunlar işçi sınıfının aleyhine diye meydan okumak, tavır koymaktır. Yoksa tercihimiz sol bir iktidardır; ama sol iktidar yanlış yapıyorsa, o yanlışı da onaylamayız.”

NEDEN TAKSİM’DE KUTLAMA YAPMAK İSTİYORUZ

-Şimdi 30’uncu yılda yeniden Taksim’e çıkacağız diyorsunuz. Bu kararınızı neye göre aldınız?

Bir dönem sendikal mücadeleye döndüğümüzde ilk 1 Mayıs’ı
“Orada ölenlerin anısına 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istiyoruz. Burası ‘işçilerden korunması gereken’ bir alan değildir. Kurtarılmış bir bölge de değildir. 30’uncu yılında daha etkin, biraz da bize konulan yasakları ve zincirleri kırmak adına Taksim’de kutlamak istiyoruz. Engeller var; ama hiçbir şey mücadele edilmeden elde edilemiyor!
salonda kutladık 1991’de… O zaman TÜRK-İŞ’te Şevket Yılmaz başkandı. İlk önce büyük bir salon dedik. Neyse salona indik beraber kutladık. Sonra alanlara geldik… Zaman zaman TÜRK-İŞ’le birlikte, zaman zaman ayrı kutladık. Siyasi partilerle birçok mitingler yaptık. Ama her miting öncesi Taksim’e gidip çiçek koyup Kazancı yokuşunda saygı duruşunda bulunuyoruz. Bizim çok açık 30’uncu yılla ilgili daha önce ortaya koyduğumuz bir irademiz vardı. Biz bu irademizi geçen yıl Kadıköy meydanında açıkladık. Bu ülkenin hukuk devleti olduğuna inanan yurttaşlarımız bir coşkuyla 30 yıl önce 1 Mayıs’ını kutlamak için Taksim’deydi… Bir provokasyon sonucu 36 vatandaşımız öldü ve çok sayıda arkadaşımız yaralandı. Bütün bu insanların yarım kalan bayramını, onlar adına yapmamız gereken bir saygıyı yerine getiriyoruz.”

PROVOKASYONA AÇIK ORTAM

Türkiye yeniden 1970lere benzer bir kaos ortamına doğru sürükleniyor. İstanbul Valisi ‘Taksim’e çıkartmayacağız’ diyor. Her türlü provokasyona açık bir ortam için DİSK sorumlu davranmıyor deniliyor. Siz ne diyorsunuz?

“DİSK çok sorumlu davranan bir örgüt ve bundan sonra da öyle olacak. DİSK kahramanlık aramıyor!.. Bütün bu provokasyonların temel nedeni çalışanlar değil. Burada olay çıkartan işçiler değil. Eğer provokasyon olacaksa Kadıköy’de de olacaktır. Kimler tarafından yapıldığı belli… Kışkırtmaya kararlılarsa, biz de bu yüzden korkutulup geri çekileceksek o zaman bu ülkede hiç bir şey yapmanın anlamı yok. En azından bu sürece demokratik tepkilerini veren bu uğurda bir anıyı tazeleyen örgüte bir engelin çıkartılması doğru değil. Biz barış içinde bir 1 Mayıs’ı yaşamak istiyoruz. 1977’de bütün işçiler kendi kıyafetleriyle yürüdüler. Sadece panzerlerle ezilen insan fotoğrafları yok. Bir kamyon üzerinde işçiler çalışırken kendilerini ifade eden bir gösteri sundular. Yeraltı maden işçileri kendi iş kıyafetleriyle geldiler. İş kolu bazında kendi sembolik değerlerin hepsini oraya yansıttılar. Bunlar görünmedi. Orada sonuç görülüyor. Sonucu yaratanlar provokasyon yapanlar. Bizim derdimiz toplumu germek değil. Ama bu ülkede en azından 30’uncu yılında 1 Mayıs’ın kitlesel olarak kutlanmasını engelleyecek yaklaşımlar esas provokasyonlar.”

VALİYE SÖYLEDİM, EMNİYET MÜDÜRÜ DE ORADAYDI

-Peki, bu konuda siz temaslarda bulunuyor musunuz?

“Bizim bu konuda Başbakan’a bir talebimiz oldu… Birincisi 1 Mayıs’ın yasallaşması konusunda, ikincisi bir soruşturma komisyonunun kurulması konusunda Başbakan’dan randevu talebinde bulunduk. Henüz Başbakan’dan bir randevu vermedi. Kendisi bu aralar daha çok cumhurbaşkanlığı konusuyla meşgul olduğu için… Bizim bu talebimizi dikkate almadığını bilmiyoruz. Hep bu yasal değil deniyor. Ben, Gazeteciler Cemiyeti’nin bir gecesinde Vali Bey’le karşılaştım. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacağımızı bildirdim. Emniyet Müdürü de oradaydı. Bütün önemli futbol maçlarından sonra o alan coşuyor. Herkes istediği gibi geliyor. Yılbaşı orada toplanıyor. Konserler yapılıyor. Bu alanlar için izin mi alıyorlar? Hayır. Refleks hakkıyla gösteri yapıyor. Bizim de Anayasa 90’ıncı maddesinden kaynaklanan bir hakkımız olduğunu biliyoruz ve kullanmak istiyoruz. Uluslararası sözleşmeler anayasa niteliğindedir diyor Anayasa’nın 90’ıncı maddesi. Bu kadar abartılacak bir yönü yok!”
-DİSK Taksim’e çıkınca işçilerin saat ücretlerine ne kadar zam gelecek, ya da gelecek mi?

“1 Mayıs bizim yılda bir defa haykırma günümüzdür. Doğru yüründüğünde bunun meyvelerini yedi işçi sınıfı… 1977 – 1978 1 Mayıslarındaki kitlesellik şunu gösterdi: Saldırı yapılarak haklarımız gasp edilemez! Bu iki büyük 1 Mayıs işçi haklarına taarruz konusunda caydırıcı oldu. Buna cesaret edemediler… Şu anda sosyal güvenlik sistemindeki yeni düzenlemeler, beraberinde kıdem tazminatını kaldırılması gündemde. Bundan sonra kıdem tazminatı kaldırılmış bir ülkenin işçileri olacaklar…”

-1 Mayıs’ta Taksim’de ‘savunma hattı’ mı oluşturmak istiyorsunuz?

“1 Mayıs illaki net para değildir! Ama en azından bundan sonraki sürecin halk kayıplarını engelleyecek bir dönemeç noktasının başlangıcı olabilir. Birlikte duruş bu saldırıları en azından püskürtür. 89 yılında başlayan, daha sonra Zonguldak’taki işçilerin yürüyüşü, bunlar hak kayıpları doğurmamıştır. Geriye gidişleri durdurmuştur. Biz daha önce konfederasyonlara İstanbul’da beraber kutlayalım önerisi getirdik, onlar Taksim’e hayır dediler. DİSK’in Taksim’de 1 Mayıs yapacağını duyan kuruluşlar, başka konfederasyonlar katılmak istiyor.”

-Sizle beraber kimler var?

“DİSK, KESK, Türk Mimar ve Mühendisler Odası gibi önemli meslek örgütlerinin de içerisinde olduğu, Türkiye’deki demokratik kitle örgütleri ve sol siyasi partiler 1 Mayıs kararımızın arkasında durduğunu söylüyor.”

-Eski DİSK tabanına çok hakim bir kuruluştu. Siz şimdiki hareket kabiliyetinizi tam olarak biliyor musunuz? DİSK’in ne kadarı Taksim’e gelecek?

“DİSK’in değeri sayısal değildir. Sayısal oranla DİSK’i bir araya oturtanlar yanılıyorlar. DİSK’in kredisi, imajı, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ üyeleri arasında, köylüde kentlide, bütün aydınların gönlünde yüksektir! Eskiden 600 bin üyesi vardı, şimdi kağıt üzerinde 400 bin ama gerçek üyesi bunun çok daha altında gibi söylemlere bak
DİSK olarak,tek 1 Mayıs Taksim’dir diyoruz… Bütün üyeler gelemeyebilir. Çünkü resmi tatil günü değil. Ama iş yerlerinden o gün bildirileri okuyacaklar gelemeyenler.
Bizim örgütümüz diğer eylemlerde çok yoktur; ama 1 Mayıs deyince damarlarına basılır. Kendi çapında en geniş katılımı sağlayan örgüttür. Türkiye’nin her tarafında yapıldığı için dağılma oluyor. Gücü az gözükebilir. Ama bu sefer diyoruz ki, Taksim’de bir merkezi kutlama yapacağız.
ıp da bizim çağrımıza kulak asmayacaklardır türünde şeyler doğru değildir. Ben hiçbir şeyi saklayıp, gizlenmesinden yana değilim. Her şeyi açık açık söylüyorum. ”

DİSK olarak aktif üyeniz ne kadar?

“Aktif, toplu sözleşme kazanımı sağlayarak, aidat aldığımız üye sayısı 154 bin kişi.

-El Salvador’da Başpiskopos Oscar Romero 25 Mart 1980’de öldürüldü. Cenazesi 30 Mart günü mahşeri bir kalabalıkla kaldırılırken, kimliği belirsiz kişiler kitlenin üzerine ateş açtılar. Çıkan kargaşada 44 kişi ezilerek öldü. Tıpkı 1 Mayıs 77 gibi…

“Planlar bir yerden yapılıyor. Düzenleyicisi ABD’dir!.. 78’de 1 Mayıs’a daha kitlesel bir katılım oldu. 79’da sıkıyönetim. İstenen o kitleselliğin sonlandırılması. Bu süreçlerin tamamında direnci kırmak adına birçok yol ve yöntemler denenmiştir. 78’de daha kitlesel olunca bu sefer başka yöntemlere başvuruyorlar. Bu sefer sıkıyönetim ve darbelerle direnci kırmaya çalıştılar.

-1 Mayıs’ta nitelik kadar nicelik de önemli. Şu kadar bin kişi katıldı deniyor mesela. Bu sizin için bir handikap değil mi?

“Bizim örgütümüz diğer eylemlerde çok yoktur; ama 1 Mayıs deyince damarlarına basılır. Kendi çapında en geniş katılımı sağlayan örgüttür. Türkiye’nin her tarafında yapıldığı için dağılma oluyor. Gücü az gözükebilir. Ama bu sefer diyoruz ki, Taksim’de bir merkezi kutlama yapacağız. Herkes gelemeyebilir, gerçekçiyiz. Ama o gelemeyenlerle birlikte biz kitleselliği yakalamışızdır. En son örneği 2 yıl önce bir Saraçhane bir de Çağlayan’da yapılmıştır. Önceki yıllara oranla en çok katılımı o yıl sağladık. Geçen Adana’daydım. 1 Mayıs deyince herkes gelmek istiyor. Başbakan demiş ki, bizde çok bayram var bir tane daha çıkarmayalım. İşçilerin büyük kısmı Salı günü 1 Mayıs’ı kutlamak için Pazar günü çalışmak istiyorlar. Tabii 1 Mayıs Salı gününe geliyor. Tatil değil ne yazık ki… Afrika ülkelerinde, hatta İran’da bile 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlanabiliyor, ama biz de yasak! ”