BIST 9.722
DOLAR 32,57
EURO 34,93
ALTIN 2.427,35

Dicle Ün.Devlet Konservatuarı THO Çalıştayı…

Çalıştayları diğer toplantılara göre önemsiyorum. Daha gerçekçi oluyor, tartışıyor, sonuca ulaşabiliyor, kararlar alıyor ve uygulamasını takip edebiliyorsunuz. Sözünü söyleyen cevabını ya da açıklamasını anında alıyor. Birlikteliğe kapı açıyor.

Çalıştayları diğer toplantılara göre önemsiyorum. Daha gerçekçi oluyor, tartışıyor, sonuca ulaşabiliyor, kararlar alıyor ve uygulamasını takip edebiliyorsunuz. Sözünü söyleyen cevabını ya da açıklamasını anında alıyor. Birlikteliğe kapı açıyor.

Dicle Ün. Devlet Konservatuarı Müdürlüğü tarafından 4-6 Mayıs 2015* tarihleri arasında yapılan 1. Müzik ve Dans Kongresi içinde yer verilen “Türk Halk Oyunları Bölümleri sorunları ve ders müfredatları birliği” konulu çalıştaya  çeşitli kurumlardan öğretim elemanı arkadaşlar katılmıştı. Benim yaptığım konuşma içeriği   aşağıdadır. Alandakilerin bilgisine sunmak istiyorum.

Sevgili Kürşad Gülbeyaz  Hocam; önce bizi Diyarbakır’da ağırlayarak önemli bir sempozyuma/çalıştaya ev sahipliği yapmanızdan dolayı Sn. Rektörü ve sizi gönülden kutlarım.

Çeşitli sanat kurumlarından çalıştaya katılan değerli arkadaşlar;

Önce belirtelim ki, ilk -İTÜ TMDK- Türk Halk Oyunları Bölümü kolay kurulmamış, komisyonun uzun çalışmaları sonunda (Fikret Değerli, Göktan  AY, Zeyenep  Sema Yüceışık,  Ali Yılmaz) Rektörlüğün ve YÖK'ün onayı ile açılmıştır. Bu aşamada daha çok "halk oyunları öğreticilerinde olması gereken vasıflar" nelerdir?  tesbiti üzerine dersler inşa edilmiştir.

Özellikle; "halk oyunları, halk müziği solfeji, çalgı, ritm" ana paydaşlar olarak belirlenmiş üzerine; giysi, öğretim yöntemleri, derlemecilik, halk bilim v.b. dersler programa konulmuştur.

Sonra kurulan Ege Ün. DTMK da hemen hemen İTÜ TMDK’nın derslerini temel almış ancak  halk oyunlarına yararlı beden eğitiminde uygulanan bazı dersleri de devreye sokmuştur.

  1. TMDK olan Gaziantep Ün. TMDK , İTÜ TMDK’ya yakın bir yapılanma içinde olmuştur.

Mezunların ne olacağı konusunda bilinçli bir çalışma yürütülerek, Halk Eğitimi Merkezleri'nde öğretmenlik hakkı kazanılmıştır. Neden okullar değil de HEM? sorusuna verilen cevap; "Her ilçede yüzlerce okul var, ama ilçelerde bir tane HEM var, dolayısı ile buraya atanan mezun diğer okulları da kontrolü altına alabilir, kurslar açabilir, etkin olabilir." olmuştur.  Sonra Gaziantep Ün., Dicle Ün., konservatuarları THO bölümleri faaliyete geçmiştir.

Elbette, THO Bölümü öğrencileri temel de %75-80 aynı bilgilere sahip olmalı, ancak 25-20 bağımsız hareket edebilmeli, yeni/farklı dersler -bulunduğu yöreye göre- programa koyabilmelidir. Bütün THO Bölümleri’nde  birebir aynı derslerin olması düşünülemez. Ancak; "THO terminolojisinde, dizi-makamlarda, ritm bilgisinde, nota okuma-diktede, çalgı çalmada, giyside" mutlaka aynı dili konuşabilmelidir, aynı seviyede buluşabilmelidir.

Ayrıca, THO Bölümleri’nin  yukarıdaki oranla şekillenmesi "yatay geçişte de" sorun yaratmayacaktır. 
THO Bölüm mezunları için kazanılmış ve sonradan müzik öğretmenliğine döndürülmüş (kendi istekleri ile) haklarında ısrar edilmeli ve “öğretmenliğin” peşi bırakılmamalıdır.

THO Bölümleri’nde; “kaliteden ve yöresel özelliklerden”  ödün verilmemelidir.

THO, sahneye taşınacaksa “sahne kuralları” işletilmeli ve bir senaryo ile sunum yapılmalıdır.

THO Bölümleri’nde yöresel oyunları tam öğrenmemiş öğrencilere, başka ülke dansları öğretilmesi uygulamasına son verilmelidir. (Yanpaydaşlardır)
                 Sürekli konservatuar -dolayısı ile THO Bölümleri- kurulmasının da önüne geçilmelidir.

Bilindiği gibi GSF içinde Müzik Bölümleri kurulması -çoğalması- ile mezunlar ne sanatçı, ne öğretmen olabilmekte arada bir yerde kalmaktadırlar.
                 THO Bölümü lisansta; yabancı dil, kendi alanlarına uygun bir şekilde öğretilmeli, ağırlaştırılmamalıdır.
                 Programlar mezun vermeden değiştirilmemelidir.

Programların sonuçları alınmalı, yararsız olanlar yerine yenileri konulmalıdır.
                 THO Bölümleri’nde; ihtisaslaşma, öğretim elemanı değişimi, istihdam yaratılması, ders kitaplarının hazırlanması, MEB ders açtırılması, branş hocalarının yeterliği v.b.konular sadece tartışılmamalı, kararlar alınmalı, uygulamaya geçilmelidir.

THO Bölümleri’nde;  “unvan” yarışı değil, “üretim” yarışı ön plana çıkarılmalıdır. 
Saygılarımla.

Y.Doç.Dr. Göktan AY

* Çok değil, aradan bir seçim ve 6 ay geçti. O güller diyarı Diyarbakır terör bataklığına bir kez daha saplandı. Oysaki bilim insanları ile gezdiğimiz yerlerde (Mardin dahil) ne kadar saygılı/ sevgi dolu esnaf ile karşılaşmıştık. Diyarbakır Dicle Ün. gelişmiş yapısı ile yöre insanının okuma/bilim ile bağlantısını kurmuştu. Mezunlar ülkenin her yerinde görev yapıyor, öğretime destek veriyorlardı. Gençlerin seslendirdiği, tarihi ve doğa güzelliği yerlerde çekilen tanıtım filmi ve “Suzan suzi” türküsü çok beğenilmişti. () Seçim döneminde ve sonrasında bu iki güzel şehrimizin sokakları adeta silah/bomba deposu yapılmış.Halk PKK terör örgütü nedeniyle evlerini terk ediyor.

“…..Sur’un arka sokaklarında dolaştım. Dar sokak aralarında kum torbalarından barikat yapmış gençler soba başında ellerinde silahlarla nöbet tutuyor. Yürüyerek yanlarından geçerken, beni tanıyıp “Abi gel otur tartışalım” diyen gence, “Senin elinde silah var nasıl tartışacağız” deyip uzaklaştım. Aslında oturup konuşmayı, “Yapmayın, etmeyin ölmekten, öldürmekten başka yollar da var” diyerek o çocukları ikna etmeyi o kadar çok istedim ki. Çünkü henüz 15-16 yaşındaki çocuklar ellerinde silahlarla sokak başlarında nöbet tutuyor. Elimi kolumu sallayarak yanlarından geçip dolaştığım sokaklarda neyi kimden koruyorlar anlamadım….” ()

En çokta gençler kullanılıyor bu kaos ortamında. Anne-Babalar; lütfen  çocuklarınızı terörün elinden çekip çıkarın. Gençleri eğitimden ayırmayalım, ülkenin kurtuluşu eğitimle/sanatla sağlanacaktır… Bunu da unutmayalım!...

 64.CUMHURİYET HÜKÜMETİ HAYIRLI OLSUN …

Önce seçim sonuçları merak ediliyordu, tek parti çıkınca derin bir oh çekildi, çünkü istikrar kazanmıştı. Sonra, Bakanlar Kurulu “k imlerden oluşacak” diye 10 gün tartışıldı ve  “sürprizlerle dolu bir liste” açıklandı. Yani, köşe yazarları kamuoyu şirketleri gibi yaya  kaldı. Bu arada Mahir Ünal’ın Kültür ve Turizm Bakanlığına atanması olumlu bulundu. Entelektüel birikimi ile tanınan Ünal’ın kültür/sanat/turizm hayatımıza çok önemli katkı yapacağına, bakanlığa yeni bir heyecan ve vizyon getireceğine inanıyoruz...

Bakan Ünal, devir teslim töreninde şunları söylemiş; "Dolayısıyla bizim yaşam biçimimizi, zevklerimizi, günlük hayatımızın içerisindeki bedii ve estetik zevklerimizi belirleyen o yaşam biçimi, o kültür duygusu da bu değişim ve gelişim sürecinde kendisini güncelleyerek tarihin içindeki akışını sürdürecektir. Burada bizlerin sorumluluğu her şeyden önce 'biz kimiz' sorusunun cevabı... Anadolu coğrafyasında, farklı renklerin, kimliklerin, inançların, bu kadar büyük zenginliğin bir yaşam biçimi ve kültüre dönüştüğü bu coğrafyada 'bizim kim olduğumuz' sorusunun cevabını iyi bir şekilde geleceğe taşımamız gerekiyor." Teşekkürler Bakanımız.

Böylece Başbakan Ahmet Davutoğlu  Başkanlığı’nda  64. Cumhuriyet Hükümeti kuruldu. Artık, tek başına iş başına…

Nasıl mı?

 İlk günkü gibi “aşkla”

Hadi o zaman…

                  EĞİTİM…EĞİTİM…

 “………Üniversiteye çeşitli programlarla gelen yabancı öğrencilere bakıyorum. Bizim öğrencilerimizle aralarında her bakımdan (buna kişilik, fizik, hal tavır gibi alanlar da dahildir) fersah fersah fark var. Bir test yaptım. Üç ayrı ülkeden genci ve bizden birer öğrenciyi karşıma aldım. Hemen hemen aynı eğitimlerden geçmişler. Yazı dikte ettirdim. Anadillerinde. El yazılarına baktım. Görmenizi isterdim. Onların okunaklı, kişilikli, güçlü el yazılarına mukabil bizimkilerin el yazısının perişanlığı (dolayısıyla ah o sınav kâğıtlarını okumanın ıstırabı...) Onların bir meseleyi anlatması ve bizimkilerin 'dilsizliği'... İlkokul eğitimi veriyoruz değil mi milyonlarca çocuğa ve onlara gramer öğretiyoruz. Okuma-yazma oranımız neredeyse % 100. Peki siz mağaza vitrinlerindeki bir tek ilanda 'de', 'mi' eklerinin ayrı yazıldığını gördünüz mü? Allah aşkına biz bu çocuklara ne öğretiyoruz? İngilizce de bilmiyor çocuklarımız. Bütün ilk ve orta öğretimde öğrenemiyorlar. Hazırlık okutuyoruz, gene öğrenemiyorlar. Çok yazdım bu konuda.

                En iyi bildiğim eğitim alanlarından biri. Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Programının kurucusuyum ben. Yapılan bütün evrensel ölçümlerde Türkiye'nin İngilizce öğretemediği ortaya çıkıyor. Bunun nedeni üstünde çok düşündüm. Diğer bütün gerekçeler bir yana, eğitim sisteminin şu anlattığım hali, koşullarıdır ana sebep... Matematik, bilgisayar eğitimi keza... Yokuz bu alanlarda. Fransızlar Le Monde gibi saygın bir gazetenin manşetinden güle oynaya verdiler haberi; yeniden 'dikte'ye dönüyorlar, yazı yazdırıyorlar çocuklarına. İlkokul eğitimini yeniden dil (bilgisi), matematik ve yazı üstüne oturtuyorlar. Aynı fikirdeyim, bir de görgü kuralları öğretilirse ötesine gerek yoktur. TEOG'a gerek yoktur. Yeni hükümet ne yapıp edip bu alanı güçlendirmek zorundadır. Oysa Akparti iktidarının geride kalan başarılı dönemlerinde dahi en fazla değişen bakanlık Milli Eğitimdir. Şimdi kararlı ve gerçekçi biçimde bu sorunların aşılması gerekiyor. Asıl olan eğitimdir. Gerisi teferruattır” (/yazarlar/kahraman/2015/11/25/asil-olan-egitim-gerisi-teferruat)

CİP  ve ALIŞVERİŞ GÖRGÜSÜZLÜĞÜ…

Haberler (yorumsuz)  şöyle;

“Murat Boz, Eser Yenenler, İbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç ve Gökhan Şükür, Arnavutköy'de bir balıkçıda buluşmuşlar. Fotoğrafta da görüldüğü gibi balıkçının bulunduğu sokak cip galerisine dönmüş… Şehir içi için tasarlanmamış bu araçlar; hem çok benzin yakıyor, hem de havayı daha çok kirletiyor. Bizim cip meraklısı sanat camiası, Hollywood'da cip kullanmanın çevreye karşı büyük bir duyarsızlık olarak görüldüğünü biliyor mu acaba? … ABD ve Avrupa'da ünlüler arasında çevreye duyarlı olmak artık bir yaşam biçimi. Öyle bizimkiler gibi sokakları cip galerisine çevirmiyorlar. Bizimkilerin çevre duyarlılığı ise lafta kalıyor. Kamu spotunda 'Çevreyi kirletmeyin mesajı verip doğanın anasını ağlatanların ülkesi burası.” () Doğru söze ne denir? Teşekkürler M.Tezel…

“H&M ve Balmain işbirliği ortalığı birbirine kattı. İstanbul'da H&M’in düzenlediği VIP davette 1500 Türk liraya mont alabilmek için birbirini yediler. Meğer bu görgüsüzlük sadece İstanbul'da değilmiş. Aynı çılgınlık Ankara'da da yaşandı. Ankara'da reyonlar yıkıldı, çamaşırlar havada uçuştu, insanlar birbirlerini ezdiler. Gece 03.00'de sıraya girenler, yeni ameliyat olup alışverişe gidip ezilenler, ürünleri alıp internette satanlar...”

GAZETELERDE HABER OLMAK!…

Ayşe Özyılmazel, yazılarını hiç okumadığım bir kişi. Ancak, çevremde eleştirel bir söylem yapılıyor ve  bana göre doğru. Yine eski aşklarını gündeme taşımış ve basında öne çıkmış. Aynı siyasi köşe yazarlarımız gibi, onlarda şahsi olaylarını/sorunlarını köşesinde yazıyor. Ama, o köşe onun için verilmiyor ki…Yazık değil mi verilen paralara…Okuyucu sizin özel yaşantınızı/hatalarınızı okumak istemiyor ki…Genel yayın yönetmenleri bu tür yazıları neden kaldırmıyor anlamıyoruz…Haber şöyle;

“Eski eşi Ali Taran hakkında yaptığı açıklamadan sonra tepki çeken Ayşe Özyılmazel'i eleştiren bir isim de arkadaşı İzzet Çapa olmuştu. Bu yazı ikili arasında polemik başlattı. Özyılmazel, bugünkü köşesinden cevap niteliğinde "Dosta, düşmana, meraklısına..." başlığıyla bir yazı kaleme aldı. Çapa ise bu yazıyı “sana ayrılan sürenin sonuna geldik” notuyla Instagram hesabından paylaştı.” Okuyun da hata yapmayın, ders alın!...

Aynı durum Adnan Oktar’ın kedicikleri içinde geçerli. “Adnan Oktar'ın slikonlu kedicikleri twitter ve sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorlar. Bazıları ise hemen her gün yeni bir fotoğrafını çekip atıyor.”Neden sayfaların en başında yer veriliyor? Sanki millet, işi gücü bırakmış  onların resimlerini bekliyor!..Gençlere kötü örnek oluyor, kadınların değerini azaltıyor ve…. memlekete hiçbir  yararı yok bu haberlerin..