BIST 9.525
DOLAR 32,61
EURO 34,81
ALTIN 2.494,04
HABER /  POLİTİKA

Davutoğlu'ndan flaş KPSS açıklaması

Başbakan Ahmet Davutoğlu, KPSS'de network tespit edilmesi halinde gereğinin yapılacağını söyledi.

Abone ol

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Hz. Muhammed'i tasvir ettiği iddia edilen karikatürlerin özgürlük kapsamında değerlendirilmeyeceğini söyledi. Türkiye'deki basın özgürlüğünü eleştirenlere kendisiyle ilgili bir örnek veren Davutoğlu, daha dün bir mahkemenin bir basın kuruluşunu, kendisiyle ilgili yalan haberden dolayı tazminata mahkum ettiğini belirtti.

KPSS ile ilgili soruşturmanın devam ettiğini ve soruşturma sonunda network tespit edilmesi halinde, gerekenin yapılacağını anlatan Davutoğlu, Hrant Dink soruşturmasının sembolik bir anlam taşıdığını ve mutlaka aydınlatılması gerektiğini söyledi.

Ahmet Davutoğlu, NTV'de Oğuz Haksever'in sorularını cevapladı. Özellikle Avrupa'da Türkiye'deki basın özgürlüğünün eleştirildiğini; bunları söyleyenlerin gerçeği bilmediğini söyleyen Davutoğlu, halen cezaevlerinde 7 gazetecinin tutuklu olmasına rağmen, bu sayının yurt dışına abartılarak aktarıldığını ifade etti. Tutuklu gazetecilerin tamamının AK Parti hükümetleri öncesi cezaevine girdiğini söyleyen Davutoğlu, bu isimlerin tamamının gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde bulunmadığını anlattı. Davutoğlu şunları söyledi; 

"Şahsen ve hükümet olarak Paris'e gittim. Çünkü her ne surette olursa olsun masum insanlara dönük bir eylemin ki orada polisler... Birisi yine Müslüman olan Ahmet Merabet de öldürüldü. Terör olgusu, hepimizin karşı çıkması gereken bir olgudur. Her surette, orada dünya liderleriyle birlikte yürüyerek bu konudaki ilkeyi öne çıkardık. Ve benimsediğimizi gösterdik. 

"TÜRKİYE'DE YAYINLANMASI DUYARSIZLIK"
 
O gece bana haber geldiğinde arkadaşlar gazeteyle (Cumhuriyet gazetesi) temas kurdular. Bunun hassasiyeti kendilerine anlatılmaya çalışıldı. Sadece fikir özgürlüğü hassasiyeti değil, güvenlik hassasiyeti de. Dünyada zaten öylesine bir tansiyon yüksekliği var ki bu tansiyon yüksekliği ülkemizi de etkiliyor. Burada bizim herkesi koruma sorumluluğumuz var. İlkesel olarak, hayatımda kimseye hakaret etmedim. Kimsenin de benim saygı duyduğum birine hakaret etmesine izin vermem. Bu, tek başına bireysel olarak da tutumumdur. Bu ülkenin değerleriyle ilgili sorumluluk yüklenmiş bir Başbakan olarak da tutumum budur. Eğer birisi benim hiç beğenmediğim bir başka dine de hakaret etse aynı tavrı alırdım. 
 
TAHRİK EDİYOR İDDİALARI
 
Söylediğim şey çok açık. Bu, yayın dolayısıyla güvenlik tedbirleri alınması gerekiyorsa ki alınması gerekir. Kastettiğim tamamıyla bu gazeteyi de korumaya yönelik bir güvenlik tedbiri. Onlarsa sanki gazetenin yayınına dönük bir güvenlik tedbiriymiş gibi... Alakası yok. Üç ilkeyi vurguladım. Teröre her şekilde karşıyız, hakarete her şekliyle karşıyız. Başbakan olarak da bu ülkede herhangi, bu gazeteyi zikretmek istemiyorum. 'O gazeteyi korumak gerektiğinde de güvenlik tedbiri anlamında onun da gereğini yaparız' dedim. Bu konudaki tutumum açık. Maalesef saptırarak, bizi gerilimin bir parçasıymış gibi yapma çabası da son derece yanlış bir tutum. Bu ilkeler çerçevesinde çelişki de görmüyorum.
 
TÜRKİYE'DE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
 
Bu da maalesef uluslararası alanda son dönemde belli çevrelerin yürüttüğü bir çalışma. Dün Brüksel'deydim. Zannedilir ki Türk Başbakanı Brüksel'e gittiğinde oradaki Avrupa Birliği yetkilileri savcı edasıyla beklerler, Başbakanı sanık koltuğuna oturturlar ve soru sormaya başlarlar. Gidişimde öyle bir hava verdiler. Juncker'le yaptığımız görüşmede herhangi bir şekilde Türkiye'de basın özgürlüğü konusu açılmadı. Nasıl açıldı? Toplantı bittikten sonra o gün aynı saatte Avrupa Parlamentosu'nun toplantısı vardı. Bu kararı çıkmıştı. 'Dışarıda basın özgürlüğüne vurgu yapabiliriz' dedim. Sadece şunu sordum: 'Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda bilginiz ne kadar, mesela kaç gazeteci tutukludur?' Avrupa Parlamentosu'nda orada bu tasarıya oy verenler bundan habersizdir.
 
Kendilerinden Türkiye'de tutuklu gazetecilerin listesi istendi. 10 isim verdiler. Bu 10 ismin 3'ü daha önce salıverilmiş. Ben bunları anlattım Avrupa Birliği'nde. Ben konuyu açarak anlattım. Çünkü Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararı açıkça kabul etmemiz mümkün değil. Bu geriye kalan 7 gazetecinin tek tek ne zaman ve hangi suçtan tutuklandığını kendilerine izah ettim. Birisi bir hanım; silah bulundurmaktan, banka soygunculuğundan 1991 veya 1992'de... Bir başkası 1995'te. Hemen hemen hepsi bizim iktidarımızdan önce ve tümü de şiddet kullanmak suretiyle yapılan suçlar dolayısıyla.
 
"TAZMİNATA MAHKUM OLDULAR"
 
O sitenin içinde benim için, OBA helikopterinin inmesi için ağaçlar kesilerek alan açıldığı iddiasıyla bir sayfalık haber verildi. Biraz önce Charlie Hebdo şeyini yapan gazetede, Cumhuriyet'te açık söyleyeyim. O da bu atıfla bir haber yaptı. Benim ne pistten haberim var, ne o siteyle bir alakam var, ne de oraya helikopterim inmiş. Helikopter, Başbakanlık helikopteri, bir tek indiği yer burasıdır, resmi alandır. Gerekmedikçe de helikopter kullanmam. Bugün mahkeme tazminata mahkum etti. Bugün aldım haberi. Bu kadar sorumsuzca yayın yapılacak, yine de hukuk dışında herhangi başka bir yola başvurulmadı. Bunların hepsi gözümüzün önündeyken; dışarıda öyle bir algı oluşuyor ki 'Türkiye'de her an basına baskı var' algısı. Avrupa Parlamentosu'nun kararının olduğu gün, Brüksel'de bunları sordum. Muhataplarım bunlardan habersiz ve bunu da dile bile getirme ihtiyacı hissetmediler. Dışarıda basın özgürlüğü konusunda Türkiye'yi eleştiren herhangi bir şey de iletilmedi.

KPSS İDDALARI

Mesleki kimliğime atıfta bulunmak zorundayım. Bir öğretim üyesinin, en büyük ahlaki kriter sınavların objektif biçimde yapılmasıdır. Bir kişiden hırsızlık yaparsanız, eğer vergi kaçakçılığı yaparsanız 77 milyonun hakkını çalmış olursunuz. KPSS gibi bir sınavda yapıyorsanız, milyonlarca insanın hakkını gasp etmiş olursunuz. Eğer yapılmışsa böyle bir şey, acımasızca üzerine gideceksiniz. Tüm bu verilerin üzerine gidilecek. Hangi siyasi görüşe, neye kendini ait hissederse hissetsin, eğer girilen bir sınavda birinin lehine birinin aleyhine bir durum oluşmuşsa, bunun hesabını soracaksınız. Bana sunulan verilerden, çok ciddi şeyler var ortada.

HRANT DİNK CİNAYETİ

Hrant Dink benim yakından tanıdığım ve saygı duyduğum bir isimdi. Katledildiği günü, bugün gibi hatırlıyorum. Olayı duyduğumda ben başdanışmandım. Duyduğumda hem Sayın Gül'e hem de Erdoğan'ı aradım ve diasporayı buraya davet edilmesini önerdim ve geldiler de. Buraya geldiler ve bazı önyargılarını ortadan kaldırmış olduk. Kim olursa olsun bir vatandaşın cinayeti aydınlatılması devletin görevidir. Bu bakımdan, bu araştırmayı yürüten yargı sistemi ve diğer birimlerin eli tamamen serbettir. Objektif biçimde yapacaklardır. Ne gerekiyorsa yapılacak. Hrant Dink sembolik olarak önemlidir; ancak herhangi bir vatandaşın da başına böyle bir şey gelse aydınlatılmak zorundayız.

"İMARIN KAMUYA DÖNMESİ LAZIM"

Kesinlikle bu vergi değildir. Bir vatandaşımızın binası ya da arsası olduğu yerde değer kazanıyorsa, o değer ona aittir. Kimse ona müdahil olamaz. Rant vergisi gibi bir şey değil bu. Vatandaşın arsasında, eğer bir kamu kararı alınarak değer artışı olmuşsa arsanın sahibinin kazanıp ürettiği bir şey değil. Kamu otoritesinin, belediye meclisinin aldığı kararla kazanılan bir şey. O kazancın, kaynağı olan kamuya dönmesi lazım. Ondan sonra imar planı yapıldıktan sonra arsada değer artışı olmuşsa, o da onun hakkı, helali hoş olsun. Kamuya ait karardan kaynaklanan değer artışının kamuda değerlendirilmesi gerekir. Bu, yerel yönetimleri güçlendirecek. Bu, kesinlikle inşaat sektörünü olumsuz etkileyecek bir husus değil.

YOLSUZLUK İDDİALARI

Elini bir harama uzatmışsa, sahip çıkamamışsa eline, gereken cezayı veririz demektir. Aynı şeyi söylüyorum. Milletimize bir taahhütte bulunarak söylüyorum. Kardeşim olsa, birisi milletin kaynağına ya da herhangi bir şekilde harama uzanmışsa eli ve ben bunu biliyorsam, hiçbir tereddüt etmeden o cezayı veririm, ceza benim elimdeyse. Yok ceza yargıda verilecekse yargıya sevk ederim. Bu konuda kimsenin de tereddüdü olmamalı. Bu mesele ise bu taahhütle çelişkili bir durumda değildir. Birtakım iddialar var. Ben bu iddiaların doğru ya da yanlışlığına hükmedecek konumda değilim. Bir mahkemeye gidilmiş, takipsizlik kararı vermiş. Soruşturma komisyonu kurulmuş. Soruşturma komisyonu süresince tek bir kişiyi arayarak 'şöyle ya da böyle karar verin' diye herhangi bir müdahalede bulunmadım. Bulunmayacağımı da söyledim. Hukuk sistemi içinde komisyon üyesinin kendi özgür iradesiyle, vicdanı bunu tamamlaması lazım.  Biz bu kadar hassasiyet gösterirken muhalefet her gün ihsası rey yaptı. 'Suçlular ve kaçıyorlar' gibi ihsası rey yaptı. Bu, hukuken doğru değil. Bu komisyon etik ve siyasi bir komisyon olmanın ötesinde öyle bir komisyon değil. Hukuki bir komisyon. Elindeki belgelere bakar karar verir. Savcı gibi davranır, hükmü de vermez. Yapılan bir yanlış varsa bu yargıyla tescil edilir. Yargı tescil eder de biz göz yumarsak işte o zaman gereğini yapmamış oluruz. Eğer ben hükmetmeye başlarsam, bu sefer yargıyla yürütme arasındaki ayrım ortadan kalkar. Genel kurula gidecek, orada konuşulacak. Hukuk çerçevesinde kimsenin müdahil olmadığı bir oylamayla ne olacağını hep beraber değerlendireceğiz.

"ERDOĞAN'IN BAKANLAR KURULU'NA BAŞKANLIK ETMESİ" 
 
Ben ve cumhurbaşkanımız arasında bir ihtilaf çıkarabilmek için bunu kullanmak. Bu rejim değişikliği olurmuş, vesair vesair. Kendisinin Demirel'in cumhurbaşkanlığında Bülent Ecevit ve kendisiyle çekilen ortak kabine toplantısı var. İlk defa oluyormuş gibi sistem değişikliğine atıf yaparak bunu saptırmaya çalışmak doğru değil. Sayın Cumhurbaşkanımızla benim arama herhangi bir başka faktörü sokmayacağımı, sokulmasına izin vermeyeceğimi söyledim. Bu konuda kimse böyle küçük ayak oyunlarına kalkışmasın. Hiç yeltenmesinler. Bu bir vefa, sadakat, karşılıklı saygıya ve kardeşliğe dayanan bir hukuktur. Türkiye'nin hukuk sistemi neyi öngörüyorsa, bir gün bu değişirse biz hep beraber ona uyarız. Anayasal düzenneyi gerektiriyorsa o uygulanır. Cumhurbaşkanımızın toplantıya çağırma yetkisi varsa, bu toplantı yapılır. O toplantı yapıldı diye Türkiye'de ne o başbakanın gücü azalır, ne cumhurbaşkanının herhangi bir şekilde devletin tümünü temsil etme rolünde bir eksilme olur. Geçmişte olmadığı gibi. Hukukta kimin neyin hesabını vereceği, kimin ne çerçevede yetki sahibi olduğu belli. Dolayısıyla bunun üzerinden kimse spekülasyon yapmasın."