BIST 9.645
DOLAR 32,59
EURO 34,82
ALTIN 2.412,57

Cumhurreisi 'geliyorum' diyor

İstesem ben de suya sabuna dokunmayan yazılar yazabilirim. “Kimsenin tavuğuna kış demeden” yazarlık sürdürmek de mümkün bu ülkede.

Cumhurreisi "Geliyorum" diyor

 

        “Oğlum paraları sıfırladın mı?” dedi.

-          Soma’da ihmal sonucu 301 insanımızı kaybettik. “Bu işin fıtratında var” diyerek vicdanlarımızı yaraladı.

-          Soma’da hepimizin gözü önünde vatandaşı tokatladı. Yaralı birine tekme atan danışmanıyla cami önünde poz vererek ona sahip çıktı.

-          14 yaşında evladını yitirmiş bir anneyi yüzbinlere yuhalattı.

-          Mısır’da öldürülen bir çocuk için TV’de gözyaşı dökerken, kendi ülkesinde ölen çocuklar için en küçük üzüntü belirtisi göstermedi.  “Allah rahmet etsin” demeyi çok gördü.

Üstelik bu çocuklar için “ölmüş, geçmiştir” diyerek toplumun kalbini kırdı, paramparça etti.

-          Mezhep çatışması bölgeyi kan gölüne çevirmiş. Tam da böyle bir dönemde “Bilirsiniz kendisi Alevidir” diyerek, “Reyhanlı’da 53 Sünni vatandaşımızı katlettiler” diyerek ayrımcılığı körükledi. Bu ilkel ayrımcılığı bir siyasi tarz haline getirdi.

-          İktidarda kalmak için dinin, dindarlığın, ahlakın, kardeşliğin, dürüstlüğün… bütün değerlerin içini boşalttı.

-         "Alo Fatih" gibi özel hatlarla medyayı bütünüyle kendine bağladı.

-          Gazete patronlarını, yayın yönetmenlerini açıktan tehdit edip muhalif yazarları işten attırdı.

-          “Gözün üstünde kaşın var” diyen, bu ülkeye binlerce istihdam olanağı yaratmış iş adamlarına “vatan haini” dedi. Bu iş adamlarının üzerine vergi memurlarını saldı.

-          Yargıya, medyaya, bilime… bütün kurumlara duyulan güveni  yerle bir etti.

-          Uyguladığı dış politikayla Türkiye’nin itibarını hem bölgede, hem de dünyada erozyona uğradı.

Şimdi bunların hiç biri olmamış gibi aynı siyasi üslupla cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası yapıyor.

Cumhurbaşkanı olurken toplumun değil, İslamcı bir mahallenin, bir cemaatin lideri gibi herkesle kavga edip etrafına tehditler savuruyor. Bir cumhurbaşkanı adayı gibi değil, bir mahallenin, bir kampın temsilcisi gibi hareket ediyor. Herkesi o mahalleye itaate zorluyor. “Hayır” deyip direnenleri anında “hain”, “millet düşmanı” ilan ediyor.

Seçilirse “fili başkanlık yapacağını” açıktan söylüyor.

Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında devlet, medya, yargı… hepsi onun emrinde.

Sonra da hepimize “Eşit şartlarda" yarıştığını söylüyor.

Adaylar arasında bir tek o eski görevinden istifa etmiyor. Bütün TV’ler sabahtan akşama kadar onun konuşmalarını yayınlıyor. Onlarca gazeteci, köşelerinde ve TV’lerde yalnızca onun sözcülüğünü yapıyor.

Cesaretle, ‘yandaş’ olmayan bir gazetecinin karşısına çıkamıyor. TV’lerde bütün adayların katıldığı tartışma programı davetlerine dudak büküyor.

“Cumhurbaşkanı tarafsız olurmuş’ diyorlar. Ne tarafsızı, ben tarafsız olmam” diyerek hepimizin aklıyla, zekasıyla alay ediyor.

***

Öfkem endişeye dönüştü.

Daha önceki yazılarımda, “Gençliğimi, emeğimi, çabamı, hayallerimi iktidar için bir çırpıda harcayan Erdoğan’a öfke doluyum” demiştim.

Hâlâ "Erdoğan öfken gözünü karartmış" diye beni eleştirenlere bir çift sözüm var:  Öfkem, derin bir endişeye dönüştü.

Artık geldiğimiz noktada gençlik yıllarımdaki emeğime, harcanan ideallerime ağlayacak durumu geçtik.

Artık çocuklarım ve kendim için huzur, özgürlük, yaşanabilir bir ülke bulma endişesi taşıyorum.

Bizi toplum yapan bütün değerlerimiz harcandı. Kurumların itibarı sıfırlandı.

İnsana, yapılan işe, üretilen eserlere kıymet vermenin tek ölçüsü Erdoğan’a itaat etmek oldu.

Erdoğan’a itaat etmiyor, onu eleştiriyor,  onun gibi düşünmüyor, meselelere onun gibi yaklaşmıyorsan bu ülkeye önemli eserler de versen değerin yok. Hepimize bu duyguyu empoze etti.

Beğendiği, yanında taşıdığı, el üstünde tuttuğu insanlar hep aynı türden. Benzer kişilikte insanlar.

Medyada iş tuttuğu insanların kişiliği, özelliği neyse sanat dünyasından da benzerlerini buluyor.

Sanat dünyasından hangi şahsiyette insanlarla poz veriyorsa iş adamları arasında da benzerlerini seçiyor, onlarla anlaşabiliyor.  

İzzet Yıldızhan, Ece Erken, Yiğit Bulut ile Mehmet Cengiz gibilerle bize yüksek itibarlı, diniyle, ahlakıyla yücelmiş bir ülke vaat ediyor.

Değer verdiği, el üstünde tuttuğu, yanında gezdirdiği herkes sanki Recep İvedik kadrosundan seçilmiş.

Hiç birimiz böyle bir ülkede nefes alamayız.

Bir adamın gözüne girmek uğruna herkesin kişiliğinden, haysiyetinden, onurundan taviz vermek için yaraştığı bir ülkede yaşayamayız.  Bu ülke Saddam’ın Irak’ına, Kaddafi’nin Libyası’na dönüşürse hiç birimiz huzur bulamayız.

Her alanda tek söz sahibi, her sözü emir telakki edilen birinin yönettiği ülkede kendimizi güvende hissedemeyiz. Gelecek planı yapamayız.

Pazara sürülmüş, hamaset malzemesi yapılmış kof bir dindar söylemin hakim olduğu bir ülkeyi Ortadoğu bataklığından uzak tutamayız.

Kurumların, kişilerin, şirketlerin… Hepsinin tek adamın gözünün içine baktığı bir Türkiye’yi çocuklarımıza vatan olarak benimsetemeyiz.

5-10 havaalanı, üç-beş hastane, üç -beş okul ve birkaç yüz kilometre otoyol yapıldı diye değerlerimizin harcanmasını sineye çekemeyiz.

“Ekonomimizi düzeltti” diye haysiyetimizden, onurumuzdan, huzurumuzdan ve toplumsal bütünlüğümüzü sağlayıp bizi insan yapan değerlerden vazgeçemeyiz.

Cebimize üç-beş kuruş kondu diye, ülkemizin bir mahalle kabadayısı edasıyla yönetilmesine razı olamayız. 

Ne yazık ki giderek demokrasiden, özgürlüklerden, serbest konuşma ve yazma ortamından uzaklaşıyoruz. Uzaklaştık.

Tek adam ülkesi olduğumuzu “demokratik ve meşru” yollarla tescillemek için önümüzdeki ay sandığa gideceğiz.

Biliyorum çok karamsar bir tablo çiziyorum.

Fakat gidişat bu yönde.

İstesem ben de suya sabuna dokunmayan yazılar yazabilirim. “Kimsenin tavuğuna kış demeden” yazarlık sürdürmek de mümkün bu ülkede.

Daha diplomatik cümleler kurabilir, hafif, kaldırılabilir kelimeler seçebilirim.

Fakat Saddam’ın Irak’ına veyahut Kaddafi’nin Libyası’na dönüşmüş bir ülkede gazetecilik yapmayı düşünmüyorum.

Bırakın gazeteciliği öyle bir ülkede yaşamayı bile düşünmüyorum.