BIST 9.089
DOLAR 32,38
EURO 35,00
ALTIN 2.326,09

Cumhurbaşkanı; “kültür/sanat ipotekçileri” sözleriyle kimleri kastetti?..

Cumhurbaşkanımızın, “sessiz kalmayacağız” sözleri çok önemli.

GÜNCEL/BELEDİYE BAŞKANLARI: “Bazı belediye başkanları çok yurt dışına çıkıyor. Belediyelerle ilgili inceleme yapma bahanesiyle yurt dışına gitmeyin. Gidip neyi inceleyeceksiniz yurt dışında? Türkiye’de güzel uygulamalar var. Bundan şikâyet edenler var ama belediye başkanlarının yurt dışına çıkıştaki izin prosedürü devam edecek. Aksi halde suistimal edenler var.” Cumhurbaşkanımız bir doğruya daha parmak basmış ama geriye dönük ceza vermeden!… “İki gün sonra, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu konuyla ilgili ilginç bir açıklama yaptı. İsim vermeden bir belediye başkanının 2 yılda 557 gün yurt dışında kaldığını belirten Soylu şöyle konuştu: “İzin konusu gündeme gelene kadar bu başkan 2 yıl içinde, 185 kez çıkış yapmış, 557 gün yurt dışında kalmış. Aynı dönemde 334 gün, 274 gün yurt dışında kalan var. Vatandaş, belediye başkanından hizmet bekliyor.''  İyi de, yaptırım nerede? Hep yapanın yanına kar mı kalacak? Kamu zararı ne olacak?...Ya, vergilerden kesilen halkın kul hakkı?!.

Cumhurbaşkanımız, Bayburt’ta şöyle demiş; “… Gazete köşelerini tutmuş, TV ekranlarına ipotek koymuş, kültür ve sanat dünyasını esir almış bir avuç millet düşmanının ülkemizin ortak değerlerini sömürmesine sessiz kalmayacağız…” 

Cumhurbaşkanımız sürekli;  ‘eğitim ve kültürde ilerleme sağlayamadık’ diyor. Haklı…Ama, çok zor; kültür ve sanatta ileri gitmek için küçük yaştan itibaren, o bilgiyle donanmış olmak lazım…15 yıldır, Bakanlık atamalarına/ görevlendirmelere, il kültür müdürlerine, ilçe belediye kültür müdürlerine baktığınızda yetersiz, sanat dünyasını tanımayan bir çok kişinin, siyasi arkalarıyla göreve geldiğini, bir konuyu anlatmak için kılı kırk yardığınızı, gönderilen bir yazıyı anlamadıklarını v.b. görmekten gına geliyor!...(Elbette bazıları istisna) O yüzden çok zor diyoruz…

Yıllardır, kendilerini; sağcı, maneviyatçı, milliyetçi, İslamcı  v.b. diye adlandıran köşe yazarlarını; kendilerinin çağrılı olduğu, konuşmacı olduğu toplantılar dışında bir konserde/tiyatroda/ toplumsal içerikli filmlerde/ Türk müziği festivalinde görmek mümkün olmuyor.  Kendilerini; çağdaş, ilerici, entel v.b. sayan köşe yazarlarının da  geleneksel etkinliklerde/Türk müziğinde, THO gösterilerinde-yarışmalarında v.b. görmek mümkün olmuyor.

Oysa sanat/kültür, bir tarafa çekilerek gelişmez…Sanat; siyasetle paralel de  yürümez, gelişmesi üretimle/projeyle ve kaliteli  sanatçı yetiştirmekle mümkündür.  Yıllar önce Kültür Bakanlığı’nın çıkardığı aylık dergi; Milli Cephe Hükümetleri’nde  “Milli Kültür”, CHP Hükümetleri’nde  “Ulusal  Kültür” olarak çıkıyor ve komik oluyordu. Tıpkı bazı aydın geçinen kesimlerin “Allah affetsin, Allah rahmet eylesin” yerine  “Tanrı affetsin, Tanrı rahmet eylesin”,  “Nur içinde yatsın” yerine “Işıklar içinde yatsın” demesi gibi…Sadece ortada bir mesaj var, ‘ben buyum’ demeye çalışan koca koca insanlar…

Bu ülke, sanat/kültürdeki;  bu yaşam farklılığından, ikilemden/zıtlıktan çok çekti. Yapmayın efendiler…

Cumhurbaşkanımızın bu sözleri ile kimleri kastettiğini bilemiyoruz. Ama, gördüğümüz; hükümete yakın  bir kesimin sus pus olduğu, bu cümleleri görmezlikten geldiği, ikinci bir açıklamayı beklediği, ofsayta düşme korkusuyla  topa girmediği, geldiği yeri kaybetmekten korktuğu için havayı kokladığı!...

Pek siyasete girmek istemiyoruz, ama, siyaset durulmadan, ekonomi rahat olamadan da sanat/kültür gelişemiyor. İsteğimiz; mesleği ne olursa olsun,  kişilerin sanata/kültüre/spora olan ilgisinin artması. Zaman zaman  köşe yazarlarının  dilinden şikayetçi olduğumuzu dile getiriyoruz. (R.O. Kütahyalı  son  örnek. Ancak, aynı mahallenin gazetelerinin; ‘ROK’un görevine son verildi’ yerine  ‘ROK kovuldu’ başlığını atması da ilginçti. -ne kadar çok sevmeyeni varmış!- Mesela, Ertem Şener’in; “Evet Rasim yok şu anda yanımızda. Ama şunu da söyleyeyim Rasim'in tüm düşmanlarına bedelini ödetecek gücü de vardır." şeklindeki tehditkar sözleri olmadı!... Demek ki; aynı mahalle insanları bile kendi arasında savaşıyor…) Yazarların güzel Türkçe ile yazmasını, konuşmasını, örnek olmasını istiyoruz…Ama, olmuyor; mikrofonu eline alan; veriyor-veriştiriyor, suçluyor, kavga sebebi kelimeler-cümleler kuruyor. Birçok köşe yazarı/gazeteci, haklarında açılan bu gibi davalarla mahkemeleri  meşgul ediyor. Dava sonunda mahkumiyet veriliyor, sonra da 5 yıl erteleniyor…(Yani 5  yıl içinde yapmazsan…) Bu da cesaret veriyor…Bir de, bu yazarların MEB kanalıyla ve bazı dernekler/vakıflar işbirliğinde okullarda konferans vermeleri var ki, evlere şenlik. Aynı söylemleri, farklı okullarda söyleyerek iş yaptıklarını zannediyorlar. Aynı söylemlerle yurt içi ve dışı bedava geziyorlar.  Söyledikleri, zaten köşelerinde yazdıkları konular.

Cumhurbaşkanımızın cümlelerini   birlikte analiz etmeye çalışalım:

 1/ “Gazete köşelerini tutmuş”;

Ulusal gazetelerdeki köşe yazarlarının -ki çoğu şu anda AK Parti’nin yanında-  sayıları 100 civarında.  Ama, benzer şeyler yazdıkları için okunma oranları düşük. Olayları, değişik ve orijinal bir şekilde işlemeyi bilmeyip, benzer cümlelerle hükümetin daha doğrusu Cumhurbaşkanımızın yanında –adeta bir nefer gibi-  görünüyorlar… Bu yüzden de, çok eleştirdikleri halde bazı yazarlar kadar okunamıyorlar. Ayrıca, basında  öyle bir tiröst var ki; meşhur olmazsan köşe yazarlığına geçiş yapman imkansız. Yani; yönetmenlerin, diğer basını, internet sayfalarını takip edip; ‘sağlam konulara değinen yazarlar bulayım, onları kadroma katayım, güçlendireyim’ diye bir düşüncesi yok!.. Bakın, ülkemizin bir numaralı konusu eğitim/sanat, ama basında kaç köşe yazarı var, kaç eğitim/sanat sayfası var? (Magazini saymıyoruz)

O zaman, diyebiliriz ki; Cumhurbaşkanı bu köşeleri tutmuşlardan memnun değil!...Ülkeye yeni bir şey katmadıkları ve  kendisinin açtığı yolda peşinden geldikleri için!…

 2/ “TV ekranlarına ipotek koymuş”;

TV tartışma programlarına çağrılan isimler, toplasanız 50 kişi yok. Aynı isimler ama, benzer cümlelerle söylem yaptıkları için dinleyenleri yok. TV konuşmacılarıyla ilgili yazımda belirtmiştim. Aynı konuda düşünen, AK Parti için (veya Halk TV-CHP)  çalışan konuşmacılardan ortaya ne çıkabilir, seyirciyi etkileyebilir ki?..Sadece birbirlerini gaza getiriyor, kızarıp bozarıyor, renkten renge giriyorlar. (Ondan sonra ekrana bakışları var ki!!!!) Mesela, TV NET’te; her akşam aynı isimler, saatlerce konuşuyor… Bir rektör hocam diyor ki; “bir rektör arkadaş her akşam Tv’ de, siyasetin içinde. Olmuyor, bizimde kredimizi düşürüyor.” Ama, ekranlarda koltuklara kaykılmalarından,  alaycı konuşmalarından v.b.  onlara bakarsanız ülkeyi yönetiyorlar ve başta Cumhurbaşkanı ve bakanlar olmak üzere herkes onları dinliyor, her dediklerini uyguluyorlar. Tam bir komedi olduğu, izlenme oranlarına bakılınca anlaşılmaktadır. İletişim  Dr. olarak söylüyorum ki TV, bir sanattır ve  böyle kullanılmaz…

O zaman, diyebiliriz ki; Cumhurbaşkanı her gün konuşan, ekranlara ipotek koymuş ve kendisini desteklediklerini sıkça söyleyen, “bende buradayım görün artık” mesajı gönderen  bu isimlerden memnun değil!...

3/ “…kültür ve sanat dünyasını esir almış bir avuç millet düşmanının ülkemizin ortak değerlerini sömürmesine sessiz kalmayacağız.”;

Bu cümleden, bir kesimin; milli kültürü, sanatları, müziği, değerleri esir aldığı anlaşılıyor.  Cumhurbaşkanımız;  -AKM açılışında da söylemişti-  batı kültürü’nün/sanatlarının, bir kesim tarafından, bizim kültürümüze üstün tutulup öne çıkarılmasından ve kurumların buna göre yapılandırılmasından sürekli şikayet ediyor.  B.Erdoğan’da ‘blok flüt’ ile ilgili bir açıklama yapmış, bunun üzerine yazdığım yazıya/konuya  bir değerlendirme/açıklama gelmemişti. Biz, özellikle müzik kısmında benzer görüşlerimizi yazıyor, söylüyoruz.

TRT1’den sonra açılan TRT2 kanalı kültür ve sanat kanalı olacaktı…Bir süre devam etti, kanallar çoğaldı ve sanat/kültür gitti.

Özel ve devlet TV’lerinde kültür/sanat programları bulmak çok zor, ama paparazzi programları saatlerce!... Bir sanat/kültür/müzik konusunda tartışma yapılamıyor. Gazetelerde yine öyle, bir sayfa ayıran yok, ama spor 4-5 sayfa…TV’ler, güncel/popüler isimleri, konuk edip halkı ilgilendirmeyen konuları öne sürüyorlar ve elbette  izlenmiyorlar..Saatler  dolduruluyor sadece…

Bazen, suç sadece gerçek sanatçılarda mı? diye düşünüyoruz. Ancak, geçen 15 yılda AK Parti’de; bunları değiştirmek, düzeltmek için bir çaba da görülmedi. Bir ara; TRT sanatçılarını, devlet korolarını, orkestralarını kapatmak için yasa çıkarılmaya bile çalışıldı. Hala, devlet sanatçılarının ikramiyeleri maaşa katılmadı, emeklilik göstergesi 6400’e çıkarılamadı. Ama,TRT çoktan halletti, o da devlet kurumu. TİP sözleşmesindeki bir  madde yüzünden Devlet Konservatuarı sanatçıları, teşviklerini 4-5 ay sonra almaya devam ediyorlar ve kimsenin kılı kıpırdamıyor.. Konservatuarlarda Haziran 2017 teşvikleri hala alınamadı, 9 Ekim’den beri Başbakan imzasını bekliyor. Ama, mağduriyet devam ediyor.

Müzik müfredatını değiştirmek ve uygulamak bile 2017 Güz döneminde mümkün olabildi. Ancak; milli kültürü ve değerlerimizi yüceltirken, okullarda öğretirken, batı kültür ve değerlerini de öğretmek, çocukların genel bilgisine katkıda bulunmak şart. Ne demek istediğimizi anlamak için İstanbul AK Parti İl ve  ilçelerinin, özel günlerde kimleri davet edip, para kazandırdıklarını incelemek yeterli olacaktır…

Artık, ülkemiz   kültür ve sanatı; bu ülkede yaşayan, kazanan, ekmek yiyen Türk kültürünün/müzikçilerinin- Batı kültürünün/müzikçilerinin  savaş aracı/alanı olarak kullanılmamalıdır. Yani sanat/müzik; bağnazlık kabul etmez… Bu görüntü; yanlış ve çirkindir, 2023’e hazırlanan ülkemize yakışmamakta, enerjilerimizi   boşa akıtmaktadır.

O zaman, diyebiliriz ki; yukardaki satırları ima ettiği için,  Cumhurbaşkanı ile aynı görüşteyiz, ama, 15 yılda uygulamaların neden  ol(a)madığını, hala popüler isimlere niye önem ver(il)diğini  anlayamıyoruz.

Ayrıca, Cumhurbaşkanımızın; “…sessiz kalmayacağız.” sözü, kesin bir ifadedir, tavrını biliyoruz,  izleyip görmek görevimiz olmalı…

Bu arada, aklımıza geldi:  3. Milli Kültür Şurası’nda alınan kararlardan hangisinde bir mesafe katedildi?..

Hangi görevlerde değişmeler oldu?

Hangi, projelere hız verildi?

 Bakmak lazım…

YENİ BİR YAYIN: Müzik Aritmetiği ve Ses Sistemleri

Değerli arkadaşım, İTÜ TMDK ve YTÜ Sanat ve Tasarım Fak. yarı zamanlı dersler veren, ses sistemi üzerine yoğun çalışmaları olan  Doç. M.Kemal  Karaosmanoğlu’nun hazırladığı ‘Müzik Aritmetiği ve Ses Sistemleri’ (Ekim 2017) İTÜ Vakfı Yayınları arasında yayınlandı. “Müzik eğitimindeki önemli alanlardan biri, tarih boyunca çeşitli kültürlerin müziklerinde kullandıkları seslerin (perdelerin / notaların) sayısı ve bunların birbirleriyle oluşturdukları müzikal aralıklardır. Ses sistemleri adıyla anılan bu konu müzik tarihi bilgisi açısından da, müzik icrasında birlik bakımından da önem taşır. ….Önerdiğimiz kitap öncelikle bu konuyu olabildiğince dört işlem temelinde açıklayan bölümlerle başlamaktadır. Anlatılan konularda verilen örnekler hep müzikle ilgilidir. Müzik Aritmetiği başlığı altında ayrıca tempo kavramı ve hesaplamalı müzikoloji çalışmalarında başvurulan temel istatistik bilgileri de müzik bağlamında anlatılmıştır. İkinci bölümde tüm dünya müziklerini etkilemiş olan Pisagor ve Zarlino ses sistemlerinin anlatımıyla başlamakta, tamperamanlar ayrıntılı olarak incelenmektedir. Son bölümde ise Türk makam müziği için tarih boyunca önerilmiş ses sistemleri incelenmekte ve günümüzde bu konulara yapılan katkılar anlatılmaktadır. Tüm konuların anlatımı için kitabı müzisyenlerin de okuyacağı hiç unutulmadan anlaşılır bir dil kullanılmış, bol bol özgün tablo – grafik ve şemalar verilmiştir.” (Tanıtımdan)

 

GÜNÜN  BESTESİ, Ahmet Kaya’dan…

Öyle bir yerdeyim ki 
Ne karanfil ne kurbağa 
Öyle bir yerdeyim ki 
Bir yanim mavi yosun dalgalanır sularda 

Dostum dostum güzel dostum 
Bu ne beter çizgidir bu 
Bu ne çıldırtan denge 
Yaprak döker bir yanımız 
Bir yanımız bahar bahçe 

Öyle bir yerdeyim ki 
Bir yanım çığlık çığlığa 
Öyle bir yerdeyim ki 
Anam gider Allah Allah kızım düşmüş sokağa 
Anam gider Allah Allah dölüm düşmüş sokağa