Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan ne bekliyorum?
Bakarsınız iklim değişir, Akdeniz olur.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçları benim için şaşırtıcı
olmadı. Tayyip Erdoğan'ın kazanacağından Selahattin Demirtaş'ın
sıçrama yapağından emindim. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun da Türkiye'nin
haşin siyasetine bir nezaket esintisi getiren hoş bir sada olarak
kalacağından...
Böylece bir seçimden daha zaferle çıkan Erdoğan, kuşkusuz bu
başarı için tebrik edilmeyi hak ediyor. Dahası, onun bu önlenemeyen
yükselişi, vakti zamanında onun "muhtar bile olamayacağını" ileri
süren eski rejim kodamanlarına gerçekten iyi bir cevap teşkil
ediyor.
Ama siyasetin bir nefret yarışına, adeta silahsız bir iç
savaşa döndüğü Türkiye'de, bu savaşı kazanan Erdoğan'ın bir de
"barışı kazanmak" gibi bir mecburiyeti var. Yoksa, Allah korusun,
Türkiye'de son 2 yıldır sürekli artan siyasi gerilim, daha büyük
çatışmalara sebebiyet verebilir. Her yere dalga dalga yayılan
huzursuzluk, ekonomiyi de vurur, toplumu da, devleti de.
Ne demek istiyorum peki "barışı kazanmak"la?
Kastım, Erdoğan'ın, son iki yıldır gerilimler yaşadığı
toplumsal kesimlerle barışmasıdır: Laikler, Aleviler, Gezi
eylemcileri, Beyaz Türkler, "monşerler" vs. Bu kesimler, Erdoğan'a
hiç bir zaman kendi muhafakazar tabanı kadar ısınmayacaklardır
elbette. Ama onun iktidarı altında yaşamayı dayanılmaz bulmakları
ile "idare eder" saymaları arasında büyük fark vardır. Bu
ikincisini de, Erdoğan, dilini değiştirerek, bazı jestler yaparak
pekâlâ sağlayabilir.
Erdoğan'ın seçim ardından yaptığı balkon konuşmasında bir
"toplumsal uzlaşma süreci" vaad etmesi, bu açıdan sevindiriciydi.
Dilerim yeni döneme damga vuran ruh bu olur.
Erdoğan'ın geçen Aralık'tan bu yana hedefine oturttuğu
"paralel devlet" konusunda da bir yaklaşım değişikliği şarttır.
İddia edildiği gibi hukuksuz dinlemeler yapan, sahte deliller
üreten, adaleti eğip-büken herkes elbette yargı önünde hesap
vermeli, kamuoyu da bu "paralel" endişesinden kurtulmalıdır. Ancak
bugün "paralellik" suçlaması, Fethullah Gülen cemaatinin tüm
kurumlarını, mensuplarını, hatta sevenlerini hedef almakta, sivil
alanda eğitim ve hayır işleri yapan yüzbinlerce suçsuz insanı
tehdit etmektedir. Öğrenciler sırf bu cemaatin açtığı okullarda
okudukları için geleceklerinden korkmaktadır.
"Öz yurdunda garip, öz yurdunda parya" olmanın ne olduğunu iyi
bilen Erdoğan, Türkiye'de yeni garipler, yeni paryalar üreten bir
lider olarak geçmek ister mi tarihe?
Yahut, Kürt sorununu çözmek için, PKK'yı "yok etmeyi" değil
"meşru alana çekmeyi" seçen, bu siyasi aklı gösteren bir lider, bir
dini cemaati de "meşru alana çekmek" yerine "yok etmeyi" seçer
mi?
Erdoğan'ın yine balkon konuşmasında bu konuda olumlu bir mesaj
verdiğini teslim etmek lazım. "Paralel yapı"yı yine kınarken,
"tabandaki ihlaslı kardeşlerini" ayırdı, onlara dostça sözler
söyledi. Bunun önümüzdeki dönemdeki bir yumuşamanın temeli olmasını
diliyorum.
Dilerim Erdoğan balkon konuşmasının bu kırgınlıkları tamir
edici ruhunu korur. Etrafında oluşan kraldan fazla kralcı kadronun
militanlığına itibar etmeksizin, bu yeni süreçte tüm bu meseleleri
daha sakin ve ılımlı bir perspektifle değerlendirir. Türkiye'yi
kendi kendini tahrip sarmalından çıkarıp yeniden huzur, istikrar,
barış iklimine döndürür.
Yani bakarsınız iklim değişir, Akdeniz olur.
Ben böyle olacağını öngörüyor muyum peki?
Açıkçası emin değilim. Ama emin olun ki çok temenni ediyorum.
Balkon konuşmasıyla da umutlandım.