CHP mi, Cemaat mi? Hangisine üzüleyim!
CHP mi, Cemaat mi? Hangisine üzüleyim!
Hatırlarsanız, Kılıçdaroğlu’nun cümle âlemce malum ve anlaşılan maharet ehli bir kesimin de katkılarıyla partinin başına geçirildiği ilk günlerde sıkça telaffuz ettiği ‘Yeni CHP’ vurgusu eminim ki, benim gibi bir çoğununuzu da büyük meraklara salmıştı.
Aradan geçen onca zaman boyunca bu ‘yeni’
kavramının neleri istiap ettiğini ise, doğrusu son gelişmelere
kadar hep merakla beklemiştim. Esasında Yeni Anayasa’ya ilişkin
olan bu merakım uzlaşma komisyonunun dağılmasıyla sona ermiş ve
şimdi sizler gibi ben de öğreniyorum ki, bu
‘yeni’lik esasında CHP’ye yüklenmiş yeni bir role
ilişkinmiş meğer.
CHP’nin ‘yeni rolü’nü anlamak için ise, son
zamanlarda olan bitenlerin yeterince bir fikir verdiği
kanaatindeyim. Özellikle Türkiye’nin İsrail’e ve Neo-con kulübüne
karşı aldığı dik, net ve mert tavırdan sonraki gelişmeleri
izlediğimizde kaç türlü kılıfla örtülürse öltülsün işin künhüne
vakıf olmak hiç de zor değildir.
Zira insanoğlunun asırlardır işlettiği en basit yöntem üzerinden gidecek olursak, ‘Ne oluyor?’ sualinin doğru cevabını ‘Ne oldu?’ sorusuyla rahatlıkla bulabiliriz.
İsterseniz, ‘Ne oldu?’ sorusunun ilk halkalarını Kılıçdaroğlu’nu kim, nasıl, niçin getirdiği türünden sorularla başlatıp; Amerika seyahati öncesi ve sonrasında ABD’nin Büyükelçilik Konutu’na varıp basına kapalı yaptığı ziyaretlerle veya cemaat tabanı tarafından ‘oy verilebilir’ aday görüntüsüyle devam ettirebilirsiniz. Bu haliyle CHP’ye üzülmemek mümkün müdür? Her fırsatta ‘gökten gelen emirlerle değil akıl ve bilimin direktifleriyle yol alan’ bir ülke inşa etmiş olmanın haklı (!) gururunu tevarüs etmiş CHP’nin düştüğü hale bakın ki, sonunda ‘cemaat’ diye görece dinî referanslarla örgütlenmiş ve esasında ise hiç kimsenin buutlarını kestiremediği ‘gerici’ bir yapıdan medet umar hale gelmiştir.
Belli ki CHP, iktidar umudunu -iddia ettiği gibi- artık cumhuriyete, halka, akla, bilime, emeğe, sosyal adalete, hukukun üstünlüğüne, çoğulculuğa, laikliğe falan değil; aksine dünyaya nizam veren güçlere veya kimlerin kontrolünde hangi kliklerle iş tuttuğu az çok deşifre olmuş kimi yapılara bağlamıştır.
Bu umut aklını öylesine kilitlemiş olmalı ki, günlerdir her cenahtan sağduyulu aklın ve vicdanın avaz avaz bağırarak itiraz ettiği ‘devlete rağmen devlet’ örgüsünün varlığına dair hiçbir şey ‘bilmeyen’ bir başkanın rehberliğinde nereye varacağını eminim kendisi bile kestiremiyor.
Cemaate hüznümüz ise tariflere sığmazdır. Yirminci yüzyılın en büyük iman, hakikât ve ahlâk davasının varisi olarak yola çıkmış bir hareketin usul ve esastan saparak dünyevileşmiş haline bakıp da üzülmemek mümkün müdür? Üstad’ın ellerinin tersiyle reddettiği şeylere sahip olmak uğruna her türlü vesileyi mubah gören harislerin eline düşmüş o asil davaya zerre iman taşıyan hangi yürek üzülmez ki?
Evet, Cemaate Türkiye üzerine yapılmış bir kurguda bir rol
verildiği aşikârdır. Bu kurgunun ise özellikle önümüzdeki yerel
seçimlerde Ak Parti’ye ve dolayısıyla Türkiye’ye dönük bir tertip
olduğu da. Gezi ile birlikte her vesile ile seslendirilen şikâyet
ise Tayyip Erdoğan’a ilişkindir. Oysa herkes gayet iyi biliyor ki,
Tayyip Erdoğan bu yapının kilit taşıdır. Onu alırsanız önce parti,
sonra demokrasi, arkasından da ülke elden çıkacaktır. Dolayısıyla
bu toplumun zekâsı ile alay eden geri zekâlıların başka
istidlâllerde bulunmaları gerekmektedir. Evet, Başbakan’ın
defalarca zikrettiği gibi seçimlere kadar şer cephesinin planı
fitne-fücur mahreçli olacaktır, tıpkı 2009 yerel seçimler öncesinde
Ekrem Dumanlı’nın da ısrarla dikkat çektiği gibi.
Öte yandan cemaatin gittikçe siyasileşen bir sarmala sürüklenmesi
kendi tabanında da hoş karşılanmadığını tahmin etmek zor olmasa
gerek. Şayet böyle gidecekse cemaatin açıkça ortaya çıkıp bir parti
kurmasında hem cemaat hem memleket için hayırlı olacaktır diye
düşünüyorum.
Böylece cemaatin baş imamı hükümete mutat hale getirdiği günlük muhalefet biçim vesöylemini artık demokratik bir zeminde politik bir söylemle icra eder ve böylece dinin safiyeti de bu telvisten kurtarılmış olur. Çünkü dine hizmeti şiar edindiği iddiasında olan cemaatin bu saatten sonra din için yapacağı en büyük iyiliğin böyle bir parti kurmak olacağı kanaatindeyim.
Ayrıca öyle anlaşılıyor ki, nihai amacı için devlet aygıtına mutlak bir ihtiyaç duyan cemaatin, bu haliyle devletin veya devletlerin desteği olmadan hizmet çarkını döndürmekte güçlük çekeceği ise muhakkaktır. Demokratik ülkelerde bunun yegâne meşru tek bir yolu vardır ki, o da siyasettir. Bunu kendileri de herhalde biliyorlardır.
Yoksa dünyevî amaçlara vesile kılınmaya başlanmış bu yüce dinin temel işlevi sadece afyonla anılmak olacaktır ki, 1400 küsur yıllık tarihinde bu din hiçbir zaman böyle bir ithamla suçlanmadı. Oysa beşeriyet tarihinde insan ve toplumun akıl ve vicdanını uyuşturarak nice kötülüklere sebep kılınmış en etkin aracın din olduğuna dair sayısız örnek biliyoruz. Dolayısıyla Yüce İslâm Dini’ne böyle bir işlev yüklemenin ona yapılabilecek en büyük kötülük olacağı ise, her türlü izahtan varestedir.
Masa üzerindeki muhtemel planlarda bu seçenek de olabilir dedim,
ama her planı bozacak bir başka planın var olduğu ise
muhakkaktır.
Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler.