BIST 9.680
DOLAR 32,43
EURO 34,45
ALTIN 2.487,32
HABER /  POLİTİKA

Bu şok sözleri Cindoruk söyledi

DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk devletin birimlerinin haberi olmadan Deniz Baykal kasetinin servis edilemeyeceğine işaret ediyor.

Abone ol

Cumhuriyet'e konuşan Cindoruk'tan skandal sözler; 'AKP demokrasiye savaş açtı', 'halk tehlikenin farkında mı?', 'Gül en partizan cumhurbaşkanı' dedi, Yargıtay'ın İlhan Cihaner'i kurtarma planını adım adım uygulamasına sevindi, Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin isteği doğrultusunda yeni anayasa paketini iptal edeceğini 'kesinlik' vurgusuyla söyledi...  

DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk devletin birimlerinin haberi olmadan Deniz Baykal kasetinin servis edilemeyeceğine işaret ediyor. AKP hükümetinin demokrasiye savaş açtığını vurguluyor. Türkiye'nin giderek çok tehlikeli bir yola sürüklendiğinin altını çizerek, “İnsanlar tehlikenin farkındalar mı? Bugünkü tatlı hayatlarının hep böyle devam edeceğini sanıyorlar. Ama bir sabah ellerinden oyuncaklarının alındığını görürler” diyor. Tansu Çiller'in yeniden siyasete sıvanma isteğini, eski ANAP'lıların da DP'yi ele geçirme çabalarını, “Olabilir” tavrıyla karşılayan Cindoruk, “Yalnız bir şartım var. O da kongre kararlarına saygı gösterilmesidir” diye konuşuyor. 

- İlginç zamanlamalarla, Deniz Baykal'a yapıldığı gibi birtakım kasetler servise konuyor. Bu servis edilen kasetlerin failleri hiç bulunmuyor. Siz bir hukukçu olarak bir hukuk devletinde bunların yapılabileceğini düşünüyor musunuz?

H.C. - Zaten son kaset de faili meçhul hadiselerden birisi. Hiç kimse sahiplenmiyor. Sayın Baykal'ın orada haklı olduğu bir nokta var. Devletin birimlerinin bilgisi olmadan böyle bir kaset piyasaya sürülemez.

Devlet bu konuda bilgisiz olduğunu söylüyorsa devletin yönetiminde boşluk var demektir. Birtakım iftira kaynaklarını denetimi altına alamamış gözüküyor. Ama bu bir süreçtir. Sadece Deniz Baykal olayına bakmamamak gerekiyor. Türkiye'deki mahkemelerde ortaya çıkan pek çok olayda aynı iddia ortaya atıldı. “Bunlar düzmecedir, sahtedir,” denildi. Bir ıslak imzayı Türk hukuku hala çözemedi. Bunun düzmece olduğu yolunda veriler var. O hadisenin de mağduru tutuklanmış olmasına rağmen hiç kimsenin içinde bunun gerçek olduğu inancı bulunmuyor. O da faili meçhuldur.

- Dursun Çiçek'in avukatı, belgede parmak izi inceleme yapılmasını istedi. Ancak mahkeme belgenin zarar göreceği gerekçesiyle parmak izi incelemesini reddetti. Oysa esas kanıt parmak izi değil miydi?

H.C.- Parmak izinin kağıdı bozacağı iddia edildi. Ama benim hukuk tekniğiyle ilgili bilgim o araştırmanın o kağıdı bozmayacağı yönündedir. Parmak izleri varsa onlar çok kolay bulunur. Ve parmak izi kesin delildir.

O kesin delile ulaşmak için yapılacak işlem ıslak imzadan daha önemlidir. Sivil hukukta, büyük miras davalarında, büyük maddi değeri olan kağıtlarda her zaman parmak izi araştırmaları milletlerarası kurumlara gönderilir. Bu davada gönderilmedi. Parmak izi de aranmadı. Dolayısıyla yargının taraf olduğu, siyasallaştığı açıkça ortaya çıkıyor.

Bunun en güzel delili savcı Cihaner'le ilgili Yargıtay Ceza Dairesi'nin verdiği karardır. O karar Türk basınında önemsenmedi. Ama o çok önemli bir karardır. Bir kere üç hakim hakkında soruşturma açılması isteniyor. Yargıtay'ın bir üst mahkeme olduğu hukuk düzeninde üç ağır ceza hakiminin soruşturulması gerektiği ifade ediliyor. Bu da bugüne kadar kamuoyunun yargıya duyduğu güvensizliği doğruluyor. Anlaşılıyor ki Yargıtay üst mahkeme olarak kendi denetimi altında olan ağır ceza mahkemelerine güvenmiyor. Bu çok önemli bir hadise.

Ben Türk siyasi hayatında benzer hadiseler gördüm ama hukuk tarihimizde görmedim. Ayrıca Yargıtay dosyaların kuryeyle gönderilmesini istiyor. Bu aynı zamanda Yargıtay'ın savcılık ve emniyet teşkilatına güvenmediğini gösteriyor. Bu son yılların devrim niteliğindeki önemli bir kararıdır. Yargıtay'ın dosyanın tümüne el koyup hukuka uygun araştırmalar yapacağını gösteriyor. Burada anlaşılan bir başka nokta da Yargıtay'ın özel yetkili savcılara güven duymadığı. Aynı şekilde özel yetkili mahkemelere de güveni yok. Ben Yargıtay'ın bu girişimini hukuk açısından bir güvence olarak görüyorum ve çok önemsiyorum.

‘Yargıtay'ın kararı çok dirayetli'

- Belki Yargıtay'ın bu son hamlesi. Çünkü hükümet yüksek yargının iyice elini kolunu bağlamak için anayasanın iki maddesinde değişiklik yapmadı mı?


H.C. - Yargıtay onlara zaman bırakmadan çok önemli bir şey yaptı. Son soruşturmadan sonra vermesi gereken kararları hazırlık soruşturmalarında verdi. Yargıtay'ın bu kararını çok dirayetli, gerçekçi ve hukuk devletine yakışır nitelikte görüyorum. Bu belki de meseleleri çözecek bir başlangıçtır.

- Erdoğan bu kaset komplosundan bir hafta önce, “Daha elimizde ne kasetler var” dedi. Bir hafta sonra da Deniz Baykal komplosu patlak verdi. Bu ilginç rastlantıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

H.C.- Sayın Başbakan ticaret hayatında bisküvi ticareti yapmış. Kaset ticareti yapmadığına göre elindekiler siyasi kasetler. Oysa bir devlet adamının elinde hukuka aykırı kasetler varsa bunları bekletmeden ortaya çıkarmalıdır. Bunlar sonradan değer kazanmaz. Her zaman aynı değerdedir.

Böyle devlet sırrını içeren kasetleri saklamak ya da bunları tehdit aracı gibi kullanmak bir başbakana yakışmaz. Sonra da biri ona “Kasetçi Recep Bey” diye isim takar. Olur mu öyle şey? Kaset varsa çıkarsın. Nerede dövüşülecekse orada dövüşülsün. Yani ben bunu bir başbakana yakıştırmadım. Belki de ağzından kaçan bir blöf de olabilir. Bir başbakan elinde kaset var da saklıyorsa bu suçtur ve delilleri karartma suçudur.

- Kaset komplosundan sonra Baykal CHP'lilerce neredeyse kahraman yapılınca Erdoğan, “Eşlerine ihanet edenlerden mağdur olmaz” dedi. Bizim onlarla işimiz olmaz, demeye getirdi.

H.C.- Esas demokrasiye ihanet edenlere mağdur dememek gerekiyor. Onlar kasten bunu yapıyorlar. Başbakan demokrasiye ihanette önde giden. O nedenle esas biz ona mağdur muamelesi yapmıyoruz. Siyasi rakibimiz olarak da kendisiyle ilgili bütün düşüncelerimizi söylüyoruz.

Bugün demokrasiyle savaşan bir başbakan var. Bence kendisini mağdur diye gösterme gayretleri boşunadır. Keşke bu referandum 60 günde yapılsaydı. O zaman sonucunu görseydi. Ama o sonucu göremeyeceğini tahmin ediyorum.

- Neden?

H.C.- Çünkü hukukumuzda ve siyasi hayatımızda çok yeni bir faktör var. O da yargı faktörü. Yargı siyasallaşmayı önlemek için bir gayret gösteriyor. Siyasi partiler, siyaset kurumları etkisiz kaldılar. Bu etkisizliğin sonucunda da yargı kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kaldı.

Bugün Türkiye'de yargı demokrasiyi korumak ve kollamak görevini üstlendi. Bu iktidarın demokrasi dışı, demokrasi karşıtı eylemlerini ve söylemlerini yargı denetimi altına aldı. Çünkü geç kalınırsa bir daha yargıçlar ve yargı denetim yapamaz hale gelecekler.

Düşünün ki 14 Anayasa Mahkemesi üyesini Abdullah Gül tayin edecek. Yapıları değiştirecek. Abdullah Gül'ün tayin kabiliyeti de ortada. Yaptığı tayinlerle taraf tuttuğu açık ve kesin gözüküyor. Taraf tutmakla da kalmıyor. Tayinlerinde hukukun arkasından dolanıyor. Sağlık Bakanlığı müsteşar yardımcısı yaptığı bir kişiyi hukuksal yetersizliğini bile bile Anayasa Mahkemesi'ne atayabiliyor.

Bir süre sonra Gül, Anayasa Mahkemesi'ni “Abdullah Gül Anayasa Mahkemesi” haline getirir. Böylece de Türkiye'deki en büyük hukuk teminatı ortadan kalkar. Bunu Anayasa Mahkemesi de görüyor. Ama bütün bunları alenen yapıyorlar.

- YÖK'e, üniversite rektörlüklerine de benzer tayinler yapmadı mı?

H.C.- Tamamıyla partizanca tayinler yaptı. Abdullah Gül bugüne kadar Türkiye'ye gelmiş en partizan cumhurbaşkanıdır. En büyük hedefi de cumhurbaşkanlığından sonra tekrar siyaset yapmaktır. Bunu da açıkça ortaya koyuyor.

TBMM Başkanlığım döneminde Abdullah Gül, RP'nin en militan milletvekiliydi. Değişimle, gelişimle, parti değiştirmekle anafikir kaybolmaz. Abdullah Gül'ün siyasi geçmişi eksi puanlarla doludur. Onun cumhurbaşkanı olması gerçekten Türk hukukunun talihsizliklerinden birisidir.