BIST 8.718
DOLAR 32,34
EURO 35,19
ALTIN 2.247,24

Bizim buraların Maymunlar Cehennemi

İçimizde kaç kişi kendini Gazze’de çalışan Norveçli doktora değil de çocuk katili IŞİD’e yakın hissediyor?

Vizyondaki, Maymunlar Cehennemi (Down of the planet of the Apes) filmini izledim.

Film, iktidarlar arası siyasi gerilimi anlatıyor.

İnsanlar ile maymunların önyargıları, korkuları, beklentileri, çıkarları…

Maymunlar Cehennemi sanki Ortadoğu’da yaşadığımız olayların bir analojisi.

Filmde, Tayyip Erdoğan var. İslamcılık var. IŞID  var. Abdullah Gül var. “Camiye ayakkabıyla girdiler” gibi taraftarları kenetlenmeye zorlayan ve çatışmaya yönelten provokasyonlar var...

Hatta bir ara elleri kelepçelenmiş olarak kafeste kendimi bile gördüm!

***

Bu iktidar mücadelesinde, iki tür içinde de iki farklı grup var: Barışı ve diyaloğu yöntem olarak seçenler ile savaşı ve çatışmayı mecburi görenler.

Maymunların lideri Caesar barışçı bir politikaya sahip. Liderlere özgü bir ciddiyet ve heybeti var. Bununla birlikte gayet olgun, ailesine bağlı, aklı başında hareket ediyor. Fakat Maymunlar içerisinde Koba liderliğinde “İlle de savaş” diyen, silahı kutsayan, zaferi idealleştiren küçük de bir grup var.

Koba’nın bütün çabalarına rağmen Caesar savaşa, çatışmaya prim vermiyor. Diğer taraftan insanlar arasında da Maymunlarla barış ve dostluktan yana olanların yanı sıra “Maymunları yok edip işimize bakalım” diyenler var.

İnsanların diyalog ve barış isteyenleri ile maymunların barış isteyenleri; her iki tarafın da çatışmacılarına karşı yardımlaşmaya ve beraber yaşamaya çabalıyorlar.

Bir ara Koba işi abartıyor ve lider Caesar’a isyan ediyor.

Caesar, artık zıvanadan çıkan Koba’ya sağlam bir dayak atsa da onu affediyor.

Bir anlamda kendi türünden olan, kendi mahallesine mensup ‘kötü’ye müsamaha gösteriyor.

Şiddet yanlılarının kışkırtmaları, tuzakları ve komploları neticesinde savaş başlıyor.

Savaşı çıkaran Koba maymunların liderliğine geçiyor. Çatışmadan, kavgadan, kışkırtmadan sağlanan liderlik!

Koba yarattığı tehdit algısı ve oluşturduğu korkuyla tüm maymunları yanına topluyor.

Fakat  “Maymun maymunu öldürmez” aylayışına gönülden bağlı olduğu halde, kendini ve ülkesini savaşın ortasında bulan Caesar, en sonunda Koba’ya “Sen bir maymun değilsin” diyerek… Her şeyi anlatıp seyir zevkinizi büsbütün kaçırmayayım.

***

Yalnızca, filmi izlerken zihnimde uçuşan düşünceleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Bu düşüncelere Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in şu cümlesi kaynaklık etti: “Benim için İslam güzel olan her şeyin adıdır.”

Gelelim, asıl söylemek istediklerime.

Maymunlar Cehennemi’ndekine benzer durumları bugün biz de yaşıyoruz. İçimizde önceliği çatışma, savaş olanlar var. Diğer taraftan konuşarak, ortak değerler üzerinden diyalogu bir yol ve yöntem olarak benimseyenler de var.

Bu ayrışma sadece Müslümanlar arasında değil. Her dinin mensupları arasında benzer ayrışmalar mevcut.

Mesela İsrail var, bir de Gazze’deki zulmü ve vahşeti protesto eden Yahudiler var.

“Biz İsrail’den tarafız” diyen Hristiyan Angela Merkel de var, savaş çıktığı günden beri Gazze’de hastanede canı pahasına Müslümanlara yardım eden Norveçli Profesör Mads Gilbert de var.

“İsrail’den tarafız” diyen Fransa var. Diğer tarafta Gazze’de yaptığı vahşilik nedeniyle İsrail ile tüm ilişkileri kesen, vicdanlı bir tutum takınan Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro da var.

Ortadoğu’da çocukları, kadınları, yaşlıları… önüne gelen her canlıyı vahşice katleden IŞİD teröristi, sözüm ona Müslümanlar da var, Gazze’de Müslümanların canını korumak için tankın altında can vermiş Barış Gönüllüsü Rachel Corrie de var.

Peki biz türümüzün hangi grubundayız? Kendimizi kimlere daha yakın hissediyoruz?

Mesela sarıklı, sakallı, cübbeli gördüğümüz herkese “Din kardeşi” diyebilir miyiz?

Biz hangi dindeniz; ölmekten, öldürmekten başka hiçbir şey bilmeyen “İslamcı” görünümlü vahşiler hangi dinden?

Biz İslam’dan ne anlıyoruz, onlar ne anlıyor?

Bizim inandığımız Allah ile IŞİD’ın inandığı Allah aynı Allah mı?

Ya da bizim tanıdığımız peygamber ile Boko Haram örgütünün tanıdığı peygamber aynı kişi mi?

IŞİD gibi radikal “İslamcı” gruplardan sakalı, cübbeyi, başlarındaki takkeyi aldığımızda geriye ne kalıyor?

Sadece din değil, insanlık adına ne kalıyor?

Bizi birileriyle din kardeşi yapan üzerimizdeki kıyafetler veyahut dilimizdeki şifreli kelimeler mi?

Aynı dinden olduğumuzun anlaşılması için daha esaslı, daha insani değerlere ihtiyacımız yok mu?

İçimizde kaç kişi kendini Gazze’de çalışan Norveçli doktora değil de çocuk katili IŞİD’e yakın hissediyor?

Ahirette hangisiyle beraber olmak isteriz? Ya da hangisiyle beraber olmamız muhtemel?

Şimdi size daha mühim bir soru sorayım: 700 Euro rüşvet aldığı için görevinden ayrılmak zorunda kalan Almanya cumhurbaşkanını mı kendinize daha yakın hissediyorsunuz, yoksa Ortadoğu’da devleti kendi malı gibi gören “Müslüman” devlet başkanlarına mı?

Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez şöyle bir açıklama yaptı: “Her gün yaklaşık 1000 Müslüman öldürülüyor. Bunların yaklaşık 900’ü Müslüman kardeşleri tarafından öldürülüyor.”

Peki Mehmet Görmez Hocanın şu soruya cevap araması gerekmez mi: Bizi öldürenler, gerçekten bizim kardeşimiz midir?

IŞİD’le, El Kaide’yle Boko Haram’la kardeş olabilir miyiz?

Bırakın Müslümanlığı, insanlıktan bile nasibini almamış bu yaratıklarla hangi kriterlere göre din kardeşi sayılıyoruz?

Bir karıncayı ezmekten bile imtina eden Müslüman ile her gün yüzlerce çocuğu vahşice öldürenler nasıl aynı dinden olabilirler?

Kız çocuklarına tecavüz etmeyi Suriye’deki teröristlere dini fetva ile “helal” gösteren sözüm ona İslam alimleriyle mi din kardeşiyiz?

Bizim, Maymunlar Cehenneminde ne işimiz olur?

Diyelim oraya düştük, Koba’yla, IŞİD’le, “Barış dini”ni savaş manyaklığına çeviren vahşilerle ne işimiz olur?

***

Ne demişti Aliya İzzetbegoviç: Benim için İslam, güzel olan her şeyin adıdır.

Peki bizim için İslam ne? Çatışma, öldürme, vahşet ile iktidar olmak mı? Yoksa ne?

Burada bir durup düşünmemiz gerekmez mi?

Kanaatim o ki:  içimizdeki Koba’lara “sen Müslüman değilsin” diyerek dünya barışına katkı sunmanın yolunu aramalıyız.

Barış, dostluk, özgürlük, dürüstlük ve yardımlaşma gibi değerler etrafında birleşmemiz gerekmez mi?

Bu değerleri esas aldığımızda bir bakın bakalım sağınızda solunuzda kimler var.

Ölümden değil, hayattan yana olmamız gerekmez mi?

Barışçıl değerleri esas aldığınızda, komşularınızla da tüm insanlıkla da iyi geçinmeye başlarsınız.

Bir sarık sarıp, sakal bıraktı, tekbir getirdi diye, kimsenin suç ortağı olamayız.

Katil olamayız.

Maymunlar Cehennemi’nden gerçek cehenneme gitmek istemiyorsak, Koba’yla yollarımızı ayırmak zorundayız.  twitter.com/acikcenk