BIST 9.645
DOLAR 32,57
EURO 34,72
ALTIN 2.410,52

Bir "XL Adalet" lütfen

Milliyet Gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş, CNN Türk’te yayınlanan “Dört bir taraf” programında  “Ülke Ergenekon, Balyoz, KCK, 28 Şubat davalarıyla ciddi bir gerilimin içinde girdi. Genel bir affa ihtiyaç var” dedi.

Son zamanlarda yaygın olan bir görüşü dillendirdi. Peki, gerçekten böyle bir ihtiyaç var mı?

Örneğin, bir kesim için “derin devletin” temizlenmesi anlamına gelen Ergenekon davası, başka bir kesim için “hükümete muhalif olanların budandığı” bir dava halini aldı.

Ya da Türkiye’de herkesin en mutabık olduğu konu  “darbelerle yüzleşmek” iken, “balyoz davasında” bölündük de bölündük, ayrıştık da ayrıştık.

KCK davası, “bu bir paralel devlet örgütlenmesidir” diyenler ile “ama bu kadar da insan içeride olamaz” diyen tarafları karşı karşıya bıraktı.

Takım tutar gibi dava tutar olduk. Fanatikleştik. Coğrafi olarak 7 bölgeye, davalarla da bir o kadar parçaya bölündük.

Sanırım şu söyleyeceğimde ortak fikirde oluruz;

Bu davalar, hukuku, demokrasiyi kirden arındırmaya çalışan davalar olarak tarihe geçtiği kadar, gariplikler tutarsızlıklar ve çarpıtmalar tarihi olarak da yakın siyasi tarihimize adlarını yazdırdı.

Birkaç notla değerlendirmek gerekirse;

1- Uzun tutukluluk halleri, usul hataları ve yanıtsız cevaplar kadar “çarpıtmalar” da davaların önüne geçti.

2- Çarpıtmalar artıp, hatalar eksiklikler ortaya çıktıkça, davaların kendisi değil, yılların biriken “ezilen-ezen” kavgası hortladı. İntikam ve intikamcı kavramları kendini göstermeye başladı.

3- Her kesim kendi dava sürecini anlattı. Kendi medya organlarıyla toplumu ikna etmeye çalıştı. Ama ilginç olan, aynı dava için söylenenler birbirine tamamen zıt idi.

3- Tutukluluk süreleri, usul hataları arttıkça, iktidarın art niyetinden şüphe eden kesimler için "şüphelerinin inandırıcılığı" da artmaya başladı.

4- Davalar, zaman ve içerik açısından inanılmaz bir uzunluğa ulaşınca, öncelikle medyanın ilgisi azaldı. İkincisi ise davaları derinlemesine takip eden gazeteci sayısı da oldukça düştü. Çünkü takip edilmesi gerçekten zordu. On binlerce sayfalık iddianameleri okumak, dinlemek, neredeyse imkânsızdı.

5- Asıl film ise uzun tutukluluğun ardından beraat eden insanların yapacakları hukuk mücadelesinde yaşanacak. Bir yüzleşme daha yaşayacağız.

6-Belki de o zaman açılan davalarla o günün mağdurları bugünün medyası ya da politikacılarını yargılayacak.

Hal böyle olunca belki de şimdi siz, “işler Arapsaçına döner, davalar yanardöner bir mücadele halini alır ve herkes birbirini yargılamaya başlar” diyeceksiniz.

Olsun. Yargılansın. Haksızlık varsa, haklar aransın.

Çünkü gerçeklerimizle açık ve net olarak yüzleşmemiz gerekiyor.  

Bu nedenle ben genel aftan yana değilim, sadece adil bir yargılamadan yanayım.

Adaletten yanayım.

Adaleti sağlayamaz isek, sürekli “genel af, intikamcı davalar, jüristokrasinin egemenliği, yargı darbesi” gibi konuları konuşmaya devam ederiz.

Bunlardan dolayı yargı düzenini toparlamak en öncelikli adımlardan biri olmalı.

Çünkü Türk yargısı bu süreçte böylesine büyük davalara hazır olmadığını gösterdi. Başarılı olmayan bir sınav geçirdi. Çok mağdur yarattı. Ve bu mağduriyetler, davaların toplumla olan iletişimini tamamen değiştirdi.

Demokrasiyi paklamak için umut ışığı olarak görülürken, yılların kavgalarını, nefretlerini ortaya döken bir sonuca sebebiyet verdi.

Yani anlayacağınız bu adalet bize dar geliyor.

Bize daha geniş, daha üstümüze oturacak bir "XL adalet" lazım.

Şimdi 3. yargı paketi derken,  4. Yargı paketi geliyor. İyileştirmeler devam edecek ve etmek de zorunda.

Çünkü Türkiye’nin kendi iç huzuru ve barışı adına bugün Kürt sorunuyla yüzleşmeye çalışması gibi, bu davalarla da adil yargılama ve hukukun üstlünlüğü ilkelerinin şemsiyesi altında yüzleşmesi şart.  

 

8 işçi

Onlar 8 işçi.

İsimleri de yok.

Şimdi kendileri de.

Sadece bir günlüğüne haberleri işgal ettiler,

Azıcık da vicdanlarımızı.

8 işçi…

“Yok yere ziyan olanlar” kervanına katıldılar.

Biz ne de olsa ihmal konusunda kalplerde yer etmiş bir ülkeyiz.

Güvencesizlik, sorumsuzluk göbek adımız sayılır.

Yönetici abilerimiz hep haklı, kader ise hep belalımızdır.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin raporuna göre, 2012 Aralık ayında en az 76, 2012 yılı boyunca ise en az 878 işçi öldü.

Ve bu zihniyete “bir dur” diyemez isek, istatistikler artmaya devam edecek.

Ama sadece istatistikler artmaya devam edecek.

Çünkü bizim ölen işçiler diye ne bir derdimiz ne de ilgilimiz var.