BIST 9.722
DOLAR 32,51
EURO 34,93
ALTIN 2.426,61

Bir virtüozun “dışlanması” böyle mi olur?!...

Keman virtuozu Cihat Aşkın, Ali Pektaş’a (Zaman)bir röportaj vermiş. Ve sözleri nedeniyle öğrencilerden, mezunlardan ve öğretim elemanlarından olumsuz tepkiler almış.”

Keman virtuozu Cihat Aşkın,  Ali Pektaş’a (Zaman)bir röportaj vermiş. Ve sözleri nedeniyle öğrencilerden, mezunlardan ve öğretim elemanlarından olumsuz  tepkiler almış.” (/ cumartesi_cihat-taskin- bugunku-konservatuvarlarda- sanatkar-yetismez_2328443. html) ve benzer düşünlerini daha öncede (2002) dile getirmiş…

(http://www.muziksoylesileri. net/cms/index.php?option=com_ content&task=view&id=219& Itemid=44). (http://arsiv./ 2002/10/25/s1205.html)

Demek ki 2002 den 2015’e  ses gelmeyince bir kere daha aynı şeyleri söylemek istemiş.(13 yıldır aynı yerde kalmış, İletişim hatası)  Ama, konu medyaya açılmış.

Ben; İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı ilk öğrencilerinden (1975) ve ilk mezunlarından olup, 1980’de  ilk Asistan olduktan sonra 34 yıldır öğretim üyesi olarak bir çok idari görevlerde bulundum, yani gelişmelere  şahidim. Aşağıdaki yazdıklarımı, hazırlamakta olduğum “konservatuarda yaşadıklarım” adlı kitapta isim isim, belge belge okuyacaksınız inşallah. (http://www.inter/ 37-yilinda-itu-turk-musikisi- devlet-konservatuari-1223868y. htm)

İşte, Aşkın’ın linkini verdiğim yazıdaki iki soruya verdiği cevaplar, bende  çağrışımlar yaptı -artık medyada yazılmıştı- ve tetikledi. Çünkü, inandığım kadarıyla; haksızlığa karşı susan, hakkıyla beraber şerefini de kaybeder” di. (Hz. Ali)

 Şimdi haberin okuyanları şaşırtan/tepki  yaratan kısmını okuyalım*;

Soru: “Sizin durumunuz biraz garip. Çünkü ülkemizde müzik konusunda aşırı derecede bir muhafazakârlık var. Siz hem Türk müziği hem de Batı müziği ile ilgilendiğiniz için dışlandığınız oldu mu?”

Cevap: “Ben hep dışlandım. En başta kendi okulumda dışlandım. Öğrenci iken de dışlanmıştım. Büyüyüp adam olduk ve okula müdür bile olduk, o zaman da dışlandım. Ben onların gözünde hep Batıcıydım. Bunun yanı sıra genel müzik camiası içinde de Türk müziğine verdiğim önemden dolayı dışlandım. Ama karakterimden ve gerçeklerimden hiç taviz vermedim. Çünkü doğru yolda yürüdüğümü biliyordum. Bu yolda zaman zaman çok yalnız kaldım ama bildiğim yoldan da asla şaşmadım. Kamplaşmaların, etiketlerin veya tarafların insanı değilim, benim yolum kendi bildiğim doğru yol. Gerçekler üstüne kurulmuş, gerçekçi bakış açısıyla olayları analiz eden, rasyonel olarak çözümleyen ve toplumun faydasına olarak kazandığım tecrübeleri pozitif anlayışla toprağa eken bir anlayışın çocuğuyum. Yani ben üretimden yanayım, çok konuşmaktan ve tüketimden yana değil.”

C.Aşkın, bunları nasıl söylemiş anlayamadım. Yanlış bir şey yazmayayım diye,  o zamanki idari görevli hocalarımla görüş alışverişinde bulundum, notlarıma baktım ve Aşkın’ın; kurumuna/rektörlerine (G.Sağlamer hariç)/rektör yardımcılarına/hocalarına karşı (ben dahil) büyük bir haksızlık  yaptığını,  sözlerinin!  yanlış olduğunu  fark ettim…

Çalgı bölümünde (lise) okurken  yeteneğini keşfeden rahmetli Ayhan Turan’ın, konservatuarda özel sınıf açtırarak  -kendisinin de içinde bulunduğu-  bir grupla beraber Suzuki metodunu uyarlamaya geçmesi, Türk müziği eğitimi amaçlı kurulan konservatuarda tepkilere yol açmıştı. Buradaki tepkinin Aşkın’la hiç ilgisi yoktu. Bu özel sınıfta ders dışında yapılan çalışmalarda Hakan Şensoy, Zeynep Yılmaz’da  vardı. Özel sınıflarda el bebek/gül bebek eğitim alması mı dışlanmak?!

Aşkın’ın -rahmetli- babası çok iyi/sakin/olgun bir insandı. Aşkın  küçükken, okula sık sık gelirdi ve sohbet ederdik. Ben görevdeyken, yurt dışı eğitimi sonunda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na solist olması için çok destek vermiştim. Çünkü, dersler –hele idarecilik- virtüoz, üreten birisini geri çekiyor, planlarını aksatıyordu. Ama, olmadı…

Dikkat edilirse sözlerinde aşırı şekilde “ben” duygusu yatıyor. Keman virtüozluğuna kimse bir şey demiyor, ama “idareciliğin” ve “müziğin merkezinin kendisi olduğunu zannetmekte” ayrı bir araştırma konusu olsa gerek. “Bildiğim yoldan da asla şaşmadım, benim yolum kendi bildiğim doğru yol, gerçeklerimden hiç taviz vermedim” cümleleri sorunlu –demokrat değil- gözüküyor…

Konservatuarın  kadroya  alması mı dışlanmak?!

Konservatuarın eğitim için Aşkın’ı “yurt dışına İngiltere’ye” göndermesi mi dışlanmak?!

Eski rektör Gülsün Sağlamer’in özel gayretleriyle kurulan MİAM’a eş başkan olmuş, diğer rektörler tarafından da (son rektör M.Karaca hariç) bu görevini özgürce yürütmüş, kendisine uygulamalarında sorgu/sual yapılmamıştı…Bu mu dışlanmak?!

Müdürlüğünde yurt dışına sayısız geziler yaptı, o yardımcısı ile -tabi İTÜ bütçesinden- sözde anlaşmalar imzaladılar. Yeni müdürün görevi 4 sene oldu, anlaşmalardan haber yok, uygulama yok. Kimse “geriye dönük devri sabık” yaratmadı, bu mu dışlanmak?! (Bunu özellikle yazdım, çünkü kitapta diyor ki; “müdür olunca eski yönetimi çağırdım!, teşekkür ettim! ve devri sabık yaratmadım! Hayret, eski yönetimden kimse bunları hatırlamıyor!..)

Toplantılarda çok sertti, kendisine karşı gelenleri uyarıyordu!.. Astığı astık, kestiği kestik bir anlayışı vardı...Kimse bir şey yapmadı…Bu mu dışlanmak?!

Kendinden önceki müdürü (kendi tanımıyla yabancı müdürü) görevden aldırmak için yapılan kulislerin içinde olması da bir yanlışıydı. Ki, bir süre önce bana gelerek –o zaman (2007-08)müdürlük projeler danışmanı ve yönetim kurulu üyesiydim-  “artık idarenin yanında olacağını, her türlü göreve hazır olduğunu da” söylemişti.

Müdür olunca, konservatuarın logosunu (yarışmayla), bölümlerin simgesini değiştirmiş ve konservatuara marş(yarışmayla) ısmarlamıştı. Elbette İTÜ  maddi destekleriyle, kimse ses çıkarmadı. Marş bir kere seslendirildi, üzerinden 4 sene geçti, marştan kimsenin haberi olmadığı gibi, soru soran da yok. Bu mu dışlanmak?!.(http://www. inter/sanat- kurumlarinin-web-sayfalari- onemli-mi..-14578y.htm)

“Demokrat olmadığını, başkasının görüşlerine saygılı olmadığını, gereksiz ve yanlış soruşturmalarla öğretim elemanlarını rahatsız ettiğini, sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu”   konservatuar müdürlüğü sırasında zaten göstermişti. Aşkın, kendi dışladıklarını nedense söylememiş.!.

 Yanlış söylemler/uygulamalar yaparak tepkiler yüzünden görevinin uzatılmamasının hatasını kendinde, kadrosunda ve danıştıklarında  bulması gerek… Kendisi uzun yıllar bu görevde kalacağını sanmıştı, çünkü o zamanki rektör M.Şahin, kendisini gözü kapalı destekliyordu. Yeni rektörle işler geri tepti. Yani müdürlük için kendisi nasıl bir yol izlediyse, aynı yolla gitmek durumunda kaldı.

Kendisi ile –diğer öğretim elemanları dahil-  hiçbir tartışmamız olmadı, ama idareciliği sırasında yaptıklarından dolayı kırıldım, -YARDIMCISI OLANA HAKKIMI HELAL ETMIYORUM- iyi bir sanatçı, projeci olarak yanındayım, ama nasıl bir kişi diye sorarlarsa, kusursa bakmasın “susmak” durumundayım.

Neden mi?, işte  örnekler;

İlk müdürlük günlerinde haberim olmayan, eski bir  rapordaki  bir imza yüzünden 30 yıldır okula hizmette kusur etmemiş şahsıma ön soruşturma açabilecek kadar fütursuzdu… Ve, soruşturmaya gerek duyulmadığı yazısını, kendisinin verip, özür dileyeceğine, odamın kapısının altından attıracak kadar da cesaretliydi!.. Bu mu dışlanmak?!

Yanına aldığı müdür yardımcısının –kitapta çok bahsetmiş, en büyük hatasıydı- şahsıma yaptığı bir Y.Y. ders vermeme ve uyguladığı mobbinglerde/iftiralarda, imza attığı halde, hep “bilmiyoruma” yatmış ya da “sessiz” kalmıştı.” Bütün bunlara rağmen, benim; “kendisini üst makamlara  şikayet etmemem, mahkemeye vermemem” şansı olmuştu. Bu mu dışlanmak?!

Şişli Belediyesi’ne 2007-2008 de yaptırdığım bir binanın dış kaplamasından sonra, kendisi görevdeyken yaptırdığım parke taş döşemeleri için –önemli olan okulumuz diye düşünmekteyim- bir kere dahi teşekkür etmemiş, benden gizli Başkanı ziyaret etmişti. Bu mu dışlanmak?!

Eski yönetimin alt yapısını hazırladığı Kütüphane açılışında, eski müdüre özel davet yapmamış,  herkese plaket dağıtırken en çok kitap bağışlayan ben olduğum halde- bana vermemişti. Kısaca yanına aldığı –desteklerle yükselmiş ama sürekli yanlışların içinde olmuş o yardımcısını; korudu, kolladı, onun ihtiraslarına, hırslarına, yanlışlarına, kinine imza attı ve kaybetti, okula da kaybettirdi. Bu mu dışlanmak?!

Yaptığı akademik kurullarda hiç kimse aleyhine konuşmadı. Bu mu dışlanmak?!

Toplantılarda; konservatuarın uçtuğunu, en büyük olduğunu, ders  programlarının dış ülkelerden istendiğini v.b.söylerdi. Akademisyenler, - N.Atlığ dahil-  sadece aralarında  “vay be, biz niye hissetmiyoruz” derlerdi. Bu mu dışlanmak?!

Kendisine “bu tür görevlerin virtüoz birisini yıprandıracağını, idari işlerin  kayıp zaman olduğunu” yıllar önce /defalarca söylemiştim, ama anlamadı ya da anlamak istemedi. Bu mu dışlanmak?!

 “Genel müzik camiası içinde de Türk müziğine verdiğim önemden dolayı dışlandım” cümlesine de katılamıyorum. Çünkü; okuldan çok konserlerde görünüyordu, Türk müziği konseri çok vermedi, orkestralarda çaldı…Sevgili Hakan Şensoy şefliğinde, Batı müziği camiasının  solistiydi.

İstanbul Türk Müziği Günleri içinde piyanist Mehru Ensari ile yaptığı Türk müziği çalışmasına (Minyatürler) yer vermiştim. Bu mu dışlanmak?

Konservatuar kendisine ders programlarında olağanüstü bir destek veriyordu. Bu mu dışlanmak?!

Kendisine, konserlerde  “Türk müziği eserleri de çalsanız” denmesi mi dışlanmak?!

Konservatuarca; bölüm başkanlığı, yönetim kurulu üyeliği, Prof.luk verilmesi mi dışlanmak?!

Konservatuara müdür olmuş bir kişinin nasıl dışlandığı da izaha muhtaç!..

Kısaca, Aşkın’ın bu paragraftaki sözlerine –hocaları ve destek verenler  adına üzüldüm- katılamıyorum.

Galiba; kendisini çok başarılı bulmuş olacak ki, yıllarca müdürlük yapmayı veya bir dönem sonra rektör olmayı bekliyordu!..

Özellikle uzun yıllar  konservatuar müdürlüğü yapmış olan Prof. Fikret Değerli ve Öğr. Gör. Sabahattin Ergin yazdıklarımın şahididir.

İTÜ TMDK; Aşkın’a her zaman el açmış, sevgi göstermiş, destek olmuştur. Hala yok diyorsa,   Hayyam’a  kulak vermeli;

Yüz’de ısrar etme, “Doksan da olur“. 
İnsan dediğin, “Noksan da olur“. 
Bir ben varım deme, “Yoksan da olur“.

Hatasız dost arayan, “Dosttan da olur“.

SON NOT; PAN Yayıncılık’tan çıkan  “Cihat Aşkın/Artık Melekleri Hissetme Vaktidir” yayınlandı.  Hilal Doğanay’ın kaleminden okuyup, Aşkın’ın –yukarıdaki paragrafla olan-  tenakuzlarını  birlikte yaşayanlar  görebilir… Eseri okuduğunuzda, “neden idari görevler yerine sanatını icra etmesi gerektiğini söylediğim” daha net anlaşılacaktır. Her  sayfada; “ben” var, “efelenme” var, “yanlış anlatımlar” var, ama bir “virtüoz sanatçıda” olması gereken “tevazu/mütevazılık” yok. Kısaca,  “büyümemiş bir çocuk  hikayesi” gibi…

Yanlışa bir örnek; “Yabancı müdür atanınca derhal istifa ettim” diyor, oysaki yönetmeliklere göre “yeni müdür atanınca eski yönetim kurulu üyeliği otomatik olarak düşmektedir.”

Kitapta herkesi ismiyle anarken, rektör tarafından müdür olarak atanan Prof. Dr. Lale BERKÖZ’den  -ismini vermemeye özen göstererek- yabancı müdür diye bahsetmesi de bir virtüoza yakışmamış.

*/ ?p=1468

http://www.inter/ muzikte-resital-ve-virtuoz- etkilesimi-1224547y.htm

YORUMSUZ…

Soru: “Bir dönem konservatuvar müdürlüğü de yaptınız. Sizce ülkemizde konservatuvarlar yeterince işlevini yapıyor mu?

(C.A.)Cevap: Türkiye'deki eğitim sistemi baştan aşağı yanlıştır. Üniversitelere siyaset girmiş, ayaklar baş olmuş, başlar helâk olmuştur. Konservatuvarların üniversitelere bağlanması yanlıştır. Konservatuvarların ruhu ölmüştür. Bu şekilde sanatkâr yetiştirmek imkânsızdır. Bugün hemen her üniversitenin bünyesinde bir konservatuvar veya müzik fakültesi vardır. Bunlar tamamen vitrin için açılmaktadır. Üniversite rektörleri açılış ya da kapanış törenlerinde müzik istediklerinde konservatuvarlara başvururlar. Bunun dışında konservatuvarların üniversitelerin nezdinde sanatsal açıdan hiçbir kıymeti yoktur. O gözle bakılmazlar. Konservatuvarlar kuruluş anlamıyla sakattır. Bu anlayışla yeni kurulan konservatuvarlardan hiçbir sanatçı yetiştirilemez. Zira amaçları sanatçı yetiştirmek değil, para kazanmaktır. Gelen adayların amacı da sanatçı olmak değil ama para kazanmaktır.” (/ cumaertesi_cihat-taskin- bugunku-konservatuvarlarda- sanatkar-yetismez_2328443.html )

BİLİM, SANAT ve KÜLTÜR BİRLİKTELİĞİ…

Cumhurbaşkanı Erdoğan;"Bizim tarihimizde ve medeniyetimizde ilmin, ilim erbabının çok müstesna bir yeri ve değeri var" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünyanın bilinen en eski üniversitesi bu topraklardadır. 'Yitik kaybedildiği yerde aranır' diye bizim güzel bir sözümüz vardır. Biz bilimdeki, kültürdeki, sanattaki liderliğimizi son olarak bu coğrafyada kaybetmiştik, inşallah yine burada ayağa kaldıracağız. 'İnanmak başarmanın yarısıdır' der büyüklerimiz biz önce kendimize güveneceğiz, inanacağız, bununla birlikte çok çalışacak, çok gayret göstereceğiz. Başarı bu sürecin tabii bir neticesi olarak zaten kendiliğinden gelecektir." dedi. (Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı (GEBİP), Bilimsel Telif ve Çeviri Eser (TEÇEP) ve Uluslararası Akademi Ödülleri, töreninden/14.12.2015)

Bilim/kültür ve sanatı “bir arada kullandığı” ve “yeniden ayağa kaldıracağımızı söylediği”  için Cumhurbaşkanımıza teşekkürler.

ÖĞRETMENLER VE SANATÇILAR…

“Öğretmenlerin ek göstergesinin 3600’e yükseltilmesi amacıyla hazırlanan Kanun Teklifi Meclis Başkanlığına sunuldu.İstanbul Milletvekili İsmail Faruk AKSU tarafından hazırlanan "657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, 1 inci derece kadroda halen 3000 ek göstergeden yararlanan Öğretmenlerin ek göstergesinin 3600’e çıkarılmasını ve her derecedeki öğretmen ek göstergesinin yükseltilmesini öngörüyor” (Basından)

Eğitime yapılan her katkı geleceğimize yatırımdır, o nedenle bu teklifi gönülden onaylıyoruz. Bu arada, geçmişte söz verilen,  devlet sanatçılarının maaşlarını düşüren ve çok düşük kalan gösterge rakamlarının artırılması (3600 den 6400 veya 7200’e) konusunda bir hareket neden yok? Sayın Vekiller sanatçılar sizleri bekliyor. Kanun teklifi hazır, isteyin gönderelim…

2015 yılı Aralık ayı aylık gösterge katsayısı:0,083084/ 1 Ocak 2016'dan itibaren aylık katsayı: 0,088069 oldu.

Başbakanlık Müsteşarının maaşı
"Bu şekilde istihdam edilen Müsteşara 56.400 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda aylık ücret ödenir. Ocak, Nisan, Haziran, Temmuz, Ekim ve Aralık aylarında birer aylık ücreti tutarında ikramiye verilir. Yapılacak diğer ödemeler ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulunca tespit edilir."


Müsteşar maaşında ve devlet korolarında  ikramiyeler(6) hiçbir ek madde olmadan uygulanıyor da, “sanatçı akademisyenlere” neden kriterler konup, sadece rektör onayı değil de, “5 imza/makam uygulanıp 6 ay sonra teşvikleri veriliyor?” anlamak mümkün değil!..

Ayrıca düzeltileceği, kanunda ismi unutulduğu, resmi yazıyla maliye tarafından not alındığı  söylenen “akademik zamdan” sanatçı akademisyenler hala yararlanamadı. Üstelik akademik teşvik yönetmeliği de yayımlandı. Haziran ayından itibaren sanatçı akademisyenler Arş. Gör. ile aynı maaşı almaya başladılar. Yıllarını vermiş bu sanatçıları ilk günkü değerlerine ulaştırmak, hem maaşlarını hem emeklilik haklarını vermek, gösterge rakamlarını düzeltmek makamların görevi olmalı. YÖK Maliye Bakanlığı’na bildirmeli ve Bakanlar Kurulu kararının çıkarılması için öncülük etmelidir. Huzur kişilerin -üstelik sanatçıların- özlük haklarını vermekle sağlanabiliyor. Ve bu kanunla değil, Bakanlar Kurulu kararı ile olacak işler...

Sanatçı akademisyenler YÖK, Maliye Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Ocak 2016 da uygulamaya girecek çözüm bekliyor....

BİR TEBRİKTE  Prof. AYŞE  BUĞRA’YA…

Gelişmekte olan ülkelerdeki bilimsel faaliyetleri desteklemek amacıyla kurulan Academy of Sciences for the Developing World 2015 yılı Dünya Bilim Akademisi Ödülü, gelişmekte olan ekonomilerde ve küresel düzeyde sosyal politikalar konusundaki araştırmalara katkısı nedeniyle Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi ve Sosyal Politika Forumu Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya verildi. Prof. Ayşe Buğra’yı çalışmalara devam diyerek tebrik ediyor, sağlıklı yıllar diliyoruz.