BIST 9.142
DOLAR 32,38
EURO 35,03
ALTIN 2.326,97

Bile bile lades!

20. yüzyılda kadın hareketlerinde en etkili olan yazar, Simone de Beauvoir’dı kuşkusuz.Kadın ’’İkinci Cins’’ adlı yapıtı Fransa’da oldukça ilgi görmüştü. Bu kadar ilgi görmesinin nedeni erkeğe ve kadına insanlığın önünde bir ayna tutması olarak yorumlanı

20. yüzyılda kadın hareketlerinde en etkili olan yazar,  Simone de Beauvoir’dı kuşkusuz.
Kadın ’’İkinci Cins’’ adlı yapıtı Fransa’da oldukça ilgi görmüştü.

Bu kadar ilgi görmesinin nedeni erkeğe ve kadına insanlığın önünde bir ayna tutması olarak yorumlanır.

’’Toplumun kadına hazırladığı yazgı genel olarak evliliktir’’ der, Beauvoir.

Kadının tarih sürecinde toplumsal konumu o kadar belirgindir ki, bunları anlatmak ve örneklemeler vermek, bir aşamadan sonra birbirini yineleyen söz yığınlarına dönüşmektedir.
Günümüzde de görüyoruz ki, köleci düzenlerden bugünkü kapitalist toplumlara gelinceye kadar geçen binlerce yıllık süreçte kadının toplumsal konumundaki değişim sanıldığından daha korkunçtur.

Roller büyük ölçüde hep aynı kalırken belki dekorlarda küçük değişiklikler olmuştur.
Bugün yaşanan özgür ve marjinal evlilikleri bir kenara koyarsak, kadının binlerce yıllık süreçte toplumsal rolünün yerinde sayıklamasının birinci nedeninin de kadının ta kendisi olduğunu görüyoruz.

Kabulleniş/cesaretsizlik/korku/toplumsal baskı/ekonomik özgürlük.

İşte kabullenen bir kadının penceresi yukarıdaki terimler…

Geçmişten günümüze, özellikle ülkemizde kadın o kadar çaresiz ve olduğu  yerde o derece  saymaktadır ki Ayşe Arman’ın 12 Ağustos 2012 tarihli, ’’Erkekler…Artık sevgilinizi nafaka ödemeden terk edemeyeceksiniz’’ başlıklı yazısını okuduğunuz da buna bir kez daha tanıklık edeceksiniz. Arman’ın bir kadınla yaptığı röportajda,  kadının aynı hataları tekrarlamasının ardından kabusa dönen hayat hikayesini göreceksiniz.

Arman’ın röportajını okurken, neye sevineceğimi, neye şaşıracağımı, neye üzüleceğimi dahi algılamakta zorlandım.

Ankara’da bir kadın, evli/işadamı sevgilisine şiddet gördüğü iddiasıyla dava açıyor. Mağdur kadın hem koruma altına alınıyor, hem de aylık 1500 Lira nafaka kazanıyor. Evli olmayan kadının lehine verilen karar 8 Mart’da çıkan aile içi şiddetin önlenmesi kanununa dayanılarak alınmış.

Evli adamla yaşadığı ilişki boyunca , kadının başına gelenlerin, tabiri caizse ’’pişmiş tavuğun’’ başına gelmediğine şahit olacaksınız. Bu hikayeler ve dozları ne ilk ne de son.
Ama, bir kadının, üst üste hamile kalıp, sevgilisinin ’’aldıracaksın’’ emrine ziyadesiyle uyması, intihara kalkıştığı bir anda bu adam tarafından tecavüze uğraması, fiziksel şiddet görmesi, karnında yine down sendromlu çocuğunu taşırken terk edilmesi ve bu olaylar zinciri…

Şimdilerde bu evli adamın  kadıncağızı terk etmesinin ardından yeni bir sevgili ile yola devam etmesi,  korku filmlerinde bitti sandığımız bir kabusun devam edecek olduğunu anlamamızla eşdeğer değil mi?

Röportajı okuduğumda daha öncelerde de buna benzer hayat hikayelerini dinlediğimdeki halet-i ruhiyeye büründüm. Yaşadıkları çok ağırdı ama tüm bunlara rağmen ’’sevgi’’ sözcüğünün sahtekar kıskacında debeleniyordu, sevdiğine inanıyordu.  Röportajda sevip/sevildiğini belirtiyordu.  Belki de tamamen adamın zengin olması ve kadınların zengin koca tutkusu (evli de olsa) onu bu kabusa itelemişti.

Sebep her ne olursa olsun, Beauvoir’ın 20. Yüzyılda söylediği gibi ’’Toplumun kadına hazırladığı yazgı genel olarak evlilik’’ değildir.

Kanımca evliliğin de hükmü kalmamıştır günümüzde.  Evli olmayan bir kadının sevgilisinden nafaka alabilmesi kararı çok da sevinilecek bir durum değildir.

Elbette haklı hakkını alacaktır ama buradaki hikayede ve birçok buna benzer hikayelerde kadınlar bile bile lades yapmaktadırlar.

Evliliğin ciddiyetini ve bugünkü hükmünü bozan da zaten, artık kadınların kolaylıkla nikahsız ikinci/üçüncü olmayı kabul etmeleridir.