BIST 9.085
DOLAR 32,37
EURO 34,98
ALTIN 2.325,82
HABER /  GÜNCEL

Beyaz ve yoksul müslümanlar neden çatışmaz?

Tayfun Atay, Zaman gazetesine verdiği röportajda dindar-muhafazakar kesimlerin yaşadığı ayrışmayı değerlendirdi.

Abone ol

İNTERNETHABER.COM
Radikal sindeki sosyoloji ve medya analizleriyle dikkat çeken Okan Üniversitesi sosyoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Tayfun Atay, Zaman gazetesine verdiği röportajda dindar-muhafazakar kesimlerin yaşadığı ayrışmayı değerlendirdi. "Yeni Türkiye" söylemi ve Başbakan Erdoğan'ın siyasi söyleminin toplumsal karşığını sorgulayan Atay "beyaz müslümanlık" kavramını masaya yatırdı.

Atay, dindar–muhafazakâr kesimin zenginler ve yoksullar olarak ayrıldığını vurguladığı röportajda

BEYAZ MÜSLÜMANLIK NEYİN NESİDİR?

Yerel seçimlerin yapıldığı akşam çekilen balkon fotoğrafını “Balkonda el ele tutuşup yükselen kollar ‘Beyaz Müslümanlar'ın kolları'dır” diye yorumluyorsunuz. Nedir Beyaz Müslümanlık?

Kabul etmem gerekir ki burada Beyaz Müslümanlığı her şeyden önce yerel seçim sürecinde dillere dolanmış ‘Beyaz Türkler'  kavramına tepkisel bir çağrışımla kullandım. Beyaz Müslümanlar, daha önce başkaları tarafından da telaffuz edilmişti. Bu, Türkiye'de 1980'lerden itibaren yaşanan sosyo- ekonomik dönüşümün sonucu olarak türetilmesi kaçınılmaz olmuş bir kavram. Bu kavramı karşılayan toplumsal bir gerçeklik, bir insan dinamiği var. Kastettiğimiz, bir Müslüman burjuvazinin ortaya çıkması. Türkiye'de Özal döneminden başlayarak kapitalizm Anadolu'ya yayıldı.  Girişimciliğin gelişmesiyle karşımıza laik burjuvaziden farklı olarak dindar – muhafazakâr alt yapıya sahip yeni bir girişimci sınıf ortaya çıktı. Müslüman burjuvazi bu.  ‘Anadolu Kaplanları' tabir edilenlerin de önemli bir kısmını içerdiği söylenebilir. 2000'li yıllara gelindiğinde bu burjuva sınıf, iktisadi, toplumsal ve politik olarak daha güçlü ve iddialı hale geldi. Yani Türkiye'de Müslümanlar zenginleşti. Sermaye, İslâmileşti.

Türkiye zaten Müslüman bir toplum değil mi?

Kastettiğimiz dindar-muhafazakâr kesimin zenginleşmesi. Kırsal temelli bir yaşam biçiminden çıkıp girişimci endüstriyel bir atılım içine girildi.  Ve Türkiye'de iktisadi olarak hâkim sınıf, yani burjuvazi, kültürel temelli olarak ayrıştı. Seküler/laik bir burjuvazimiz vardı. Artık Müslüman burjuvazimiz de var.  Dindar- muhafazakâr kesimin içinde  bir tabakalaşma, sınıflaşma ortaya çıktı. Dindar- muhafazakâr zenginler ve yoksullar olarak…

AK PARTİ "BEYAZ MSÜLÜMANLIK"IN NERESİNDE?

Bugün ‘Beyaz Müslüman'lığın ortaya çıkışında AK Parti'nin payı nedir?

Türkiye'de dindar -muhafazakâr burjuvazinin siyasi temsilini tam anlamıyla AK parti oluşturdu. Ama burada bir ittifaka da değinmek gerekir, Gülen Hareketi ile Milli Görüş çizgisinden gelen AK Parti'nin ittifakı.  AK Parti daha çok ekonomi-politik dinamikten beslendi. Ancak AK Parti iktidarının toplumsal ve kültürel dinamiğinin Gülen Hareketi dolayısıyla olduğunu göz ardı edemeyiz. Fethullah Gülen'in Türkiye'de kültürel mobilizasyon sağlama açısından çok eskiye dayanan bir pratiği var. O pratik, 2000'lerden itibaren bir kitle desteği olarak AK Parti iktidarıyla buluştu. Ve bugün, bu iktidarın kitlesinin kendi içinde de sosyo -ekonomik temelli bir ayrışma  olduğu ortada. İşte zenginleşmiş Müslümanların ve Müslümanlığın siyasi hayattaki karşılıkları, 2014 yerel seçimleri sonrası balkonda gördüğümüz o tablo. Başbakan ve yakınlarının o görüntüsü, aynı zamanda bu zenginliği temsil eden bir tabloydu. Aşağıdaki kitle ise hareketi destekleyen ama bu zenginliğin dışında kalan insanlar.

BEYAZ TÜRKLER İKTİDARDAN DÜŞÜP DEMODE OLDU

Peki, Beyaz Müslümanlık Beyaz Türklüğün yerini mi alıyor?

Beyaz Türkler demode oldu. İktidardan düştü. Beyaz Türkler'de sorun, Batılılaşmış bir zengin ve elit-entelektüel tabakanın kendini aynı yaşam biçimini benimsemiş seküler-laik yoksul kesimlerden de ayrıştırmış olmasıydı. Burada sınıfsal/ekonomik çelişki kendini çok bariz gösteriyordu. Dindar muhafazakâr kesim içerisinde böyle bir çelişki henüz çok görünmüyor. On yılların vesayet rejimi,  mağduriyeti nedeniyle sınıflar-arası ayrışma dindar-muhafazakâr kesimde kendisini çok fazla dışa vurmuyor. Dindar yoksul ile Beyaz Müslüman arasındaki çatışma işaretleri kendini göstermiyor. Hiç yok değil tabii ve bunu sorunsallaştıranlar var.  Antikapitalist Müslümanlar gibi… Ama bunun henüz çok güçlü olmadığını, güdük olduğunu görüyoruz. 

ZENGİN MÜSLÜMAN İLE YOKSUL MÜSLÜMAN NEDEN ÇATIŞMIYOR?

Zengin Beyaz Müslüman ve yoksul Müslümanlar arasında bir çatışma olmamasının sebebi nedir?

Dinsel söylem ve pratikten çıkış bulan bir ortak kültür var. Seküler  burjuvazi ve Beyaz Türklerin yaşantısıyla, seküler yoksul kesimlerin  yaşantısı kültürel anlamda da birbirinden çok kopuktu. Ama burada bir takım ortak kültürel kodlar var, dini hayatın gereklerini yerine getirmek gibi. Bu kodlar sınıfsal ve iktisadi çelişkinin bir şekilde şimdilik üzerini örtüyor.

Ortaya çıktığında ne olur?

Ortaya çıkacak şüphesiz, böyle devam etmez. Bu gruplar arasında çatışma kendini gösterecek. Şimdilik seküler kesime karşı pozisyon alınıyor. Ana rakip seküler- laik kesim gibi görünüyor. Zaman içinde dindar- muhafazakâr kesimin kendi içinde birtakım iktisadi ayrışmalar daha da belirecek. O zaman ‘ Yapmayın din kardeşiyiz' demek çok fazla karşılık bulmayacak. Çünkü kapitalizmin dini imanı yoktur. Yahut kapitalizmin dini imanı paradır. 

YOLSUZLUK MUHAFAZAKARLARIN UMURUNDA DEĞİL Mİ?

Yolsuzluk toplumun önemli ve özellikle inançlı bir kesiminin neden umurunda değil?

Çünkü büyük bir kültürel kazanım var. Bu kesim açısından iktidar olma duygusu çok önemli. Bir de öncesi var. Askeri vesayet rejimi, onun 1990'larda yaşananlara dair  bıraktığı izler var. İkna odaları mesela… Ama şimdi iktidar duygusu ve tutkusu hâkim. Böylesi bir önceki dönemle farklılık halinin mevcudiyeti sebebiyle, bu kazanımları sunduğu düşünülen iktidarla ilgili ahlaki açıdan sorgulanabilecek iddiaları değerlendirmemeyi tercih etti insanlar. Bu, ‘Kazandığım zemini kaybetmek istemiyorum. Kazanımlarım elimden gitmesin. Bunu korumak uğruna da gözümü başka rahatsızlıklara kapayabilirim' demek oluyor. Bir grubun, topluluğun kendi içinde söz konusu edilebilecek yolsuzluk ve rüşvet sorunu, bu grubun karşıtlık içinde olduğu, hasım sayılan bir ‘öteki'nin hâlâ var olduğu algısı karşısında görünmüyor, görmezden geliniyor.

Bu, Türkiye'de insanların istikrara oy verdiği anlamına mı geliyor?  

Bir kesim, kendi ekonomik ve kültürel istikrarları sebebiyle, bazı ahlaki istikrarsızlıkları göz ardı etti diyelim.

"YENİ TÜRKİYE" TÜM ÜLKEYİ KAPSIYOR MU?

Mağduriyet tezi ve kutuplaştırmadan AKP'nin hep kazançlı çıktığı yorumları yapılıyor. Mağduriyet ve kutuplaştırmanın seçmen nezdinde bir önemi var mı?

Var. Mağduriyet tezi, AK Parti'yle birlikte önümüze konulmuş ‘Yeni Türkiye'nin kendisine tarih inşa girişiminin bir parçası… Mağduriyet tezini iktidar çevreleri, ‘Yeni Türkiye'nin kuruluş sürecinin öncesindeki bir takım olaylara referansla kendilerine tarih inşa etme yolunda işlevselleştiriyor. Yani ‘O günleri unutma. Bak nerden nereye geldin' mesajı veriliyor halka.  Bugünkü durumda AK Parti'yle ortaya çıkan yeni bir statüko var. Bu statükoyu sürekli kılma yolunda daha önce yaşanmış mağduriyetlere sürekli vurgu yaparak, aslında ‘Yeni Türkiye'nin  tarihi inşa ediliyor. Geçmişteki mağduriyetleri insanlara hatırlattığınızda kendi sürekliliğinizi sağlama yolunda büyük bir imkân elde edersiniz.  Bunun yanı sıra mevcut sorunları, eşitsizlikleri, çıkar çatışmalarını, yolsuzluğu, rüşvet iddialarını  kamufle etme yolunda da büyük bir avantaj elde edersiniz. Pek çok ulusun tarihine baktığımızda hep bu türden mağduriyetlere ve bunların nasıl aşıldığına vurgu yapıldığını bol bol görürüz. ‘Yeni Türkiye', aslında alttan alta bir yeni ulus inşası, o yüzden de kendi tarihini yazıyor bu mağduriyetler üzerinden… 

BAŞBAKAN NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?

10 yıllık AK Parti iktidarıyla bir Erdoğan Türkiye'si oluştuğu ve Başbakan'ın kendi ülkesini kurmaya çalıştığı yorumlarına katılıyor musunuz?

Bu bir otoriteryan,  hatta daha da öte totaliteryan gidiş belirtisi. Demokrasiyi araçsallaştırarak, otoriter,  ‘tek adam' Türkiye'sine doğru bir gidiş. Çoğunluk desteğini vurgulayarak hatta onun arkasına sığınarak totaliter bir  rejime ilerleniyor. Demokratik bir iktidar,  bir çoğunluğa hâkimse demokratikliğini ancak azınlıkta kalanları gözeterek ispatlar. Demokratik olma sınavından geçiş, kendisine oy veren çoğunluğa değil, kendisine oy vermeyen azınlığa dönük uyguladıkları ve onlara yönelik politikalarına verilecek nottan çıkar. 

"YENİ TÜRKİYE" ERDOĞAN'IN TÜRKİYE'Sİ Mİ?

Bahsedilen ‘Yeni Türkiye'  Başbakan'ın Türkiye'si mi?

Yeni bir Türkiye'den söz ediliyor. Bunun dindar-muhafazakâr yaşam biçimini homojenleştirmeye çalışmak olduğu açık.  Bunu ortaya atanlar, esas olarak askeri vesayetin olmadığı, özgürlüklerin rahatça kullanıldığı bir Türkiye'yi kastediyoruz diyecekler muhtemelen. Eski Türkiye, vesayetçi, laisist rejim olarak gösterilecektir. Fakat Türkiye toplumunda o kadar farklı segmentler var ki, Türkiye'yi yönetenlerin biraz da bu grupların gözünden bakması gerekiyor. Başka yerlerden bakıldığında ‘Yeni Türkiye', dindar-muhafazakâr hayatın dışında olanlar için bir baskı, kendi yaşam biçimlerinin, özgürlüklerinin yok edilmesi, toplumu belli bir yönde homojenleştirme, türdeşleştirme girişimi olarak algılanıyor. Oysa bugün ‘Yeni Türkiye' inşa edilirken onu kendileri için tehdit olarak algılayıp tedirgin olanların, demografik ve ekonomik olarak çok önemli bir ağırlık oluşturduğunu görmeliyiz. Yeni Türkiye içerisinde seküler yaşam biçimini sürdürmek isteyen milyonlarca insan, en mütevazı deyişle bu ülkenin yüzde 25'i... Peki ‘Yeni Türkiye',  ülkenin yarısını mı, yüzde 45,5'ini mi, yoksa yüzde 100'ü mü kapsıyor? ‘Yeni Türkiye' kavramını ortaya atanlar iç rahatlığıyla yüzde 100'ü kapsadığından söz edebilir mi?  ‘Yeni Türkiye'nin ne olduğunu anlatmaya çalışırken, kendi zaviyelerinin dışında, karşı zaviyelerden de görmeye, bakmaya, karşıda olanların dünyasıyla duygudaş biçimde değerlendirme yapmaya çalışmalılar. Yeni Türkiye acaba tüm ülke mi? Değilse çok ciddi bir birlik-beraberlik sorunumuz var demektir.

RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN