BIST 9.722
DOLAR 32,55
EURO 35,01
ALTIN 2.427,83

Başkanlık Sistemi ile Federal Yapıya!

Mevcut parlamenter sistem ve anayasadaki eksiklikleri kabullenmeyen neredeyse yok gibi.

Herkes bu konuda hemfikir.

Öyleyse zamana ve ihtiyaca uygun değişikliklerin yapılmasında sakınca yok.

Ama bu; farklı sistem arayışı yerine mevcut hükümet sistemini rasyonelleştirme şeklinde olmalıdır.

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum;

Özellikle yönetimi ele geçiren sağ partiler alternatif olarak başkanlık sistemini ısıtıp ısıtıp önümüze servis etmekteler.

Böyle olunca da ister istemez akıllara bir soru takılıyor;

Bu nasıl bir aşktır ki rüzgârına kapılan karasevdalısı oluveriyor?

Cumhuriyet tarihinin kazanımları ve deneyimleri ile çelişen bu tür talepler bir süre sonra halkın talebi haline gelirse şaşırmalı mıyız?

Kendi adıma söyleyeyim;

Şaşırmam…

Zira benzer yaklaşımlara defalarca şahit olduk.

Şimdiden görür gibiyim. Adını bugünlerde gündeme geldiği için ilk defa duyanlar bile başkanlık sisteminin amansız savunucusu haline gelecekler.

Hatta hızını alamayıp İslamın altıncı şartı olarak kutsiyet kazandıranları bile göreceğiz.

“Cumhuriyet tarihinin kazanımları ve deneyimleri ile çelişen” dediğimde ne alaka diye itiraz edeceklere tarihi okumalarını önermekten başka şimdilik elimden bir şey gelmiyor. Orada nasıl bir toplumdan “ta ki kırılma noktası olan Menderes dönemine kadar” dönüştüğümüzü görecekler.

Orada yönetime katkı sunma eğilimindeki toplumdan eskiye dönüşle yeniden yönetilme sevdasına kapıldığımızı görecekler.

Modern despotizm olur da kölelikte iltifaten de olsa yenilik olmaz mı?

Artık sömürülerek köleleşecek kitleler için sadece kölelik demek yakışık almaz elbette. Sömürülen halklar bundan böyle modern kölelik ile taltif edilmelidir.

Başkanlık sistemine uygun ülke haline geldiğimize göre gelecekte federal yapıyı da gündemimizde tartışacağız demektir.

Zaten öncülüğünü ABD’nin yaptığı Büyük Ortadoğu Projesinin plan gereği öngörüsü de bu yönde değil mi?

Petrol kaynakları üzerindeki ülkeler bölünüp parçalanacak, küçük otoriter ulus devletçikleri haline getirilecek.

Böylece bir taşla iki kuş vurulacak.

Hem emperyalizm hedefine ulaşmış olacak hem de İsrail’e tehdit olarak görülen ülkeler parçalamak suretiyle tehdit olmaktan çıkarılarak İsrail’in bölgenin lideri haline gelmesi sağlanacak.

Bu planda Suriye son basamağı oluşturmakta!

Zaten başkanlık sisteminin yeniden gündeme gelmesi de buna işaret etmekte.

Suriye’de resim netleşti.

Beşar Esat kalıcı.

Şimdilik üç parçadan oluşan bir Suriye görünüyor;

Bunlardan biri PYD denetimindeki Özerk Kürt Bölgesi. Biri Sayın Başbakan’ın tabiriyle Suriye’nin öz evlatlarının denetimine geçmiş Özgür Suriye Gücünün ve bir diğeri de yine Beşar Esat denetiminde bir Suriye.

Kimsenin kuşkusu olmasın ki; Türkiye, Suriye’de yaşanacak bu bölünmeden sonra Federatif yapıya geçmesi için baskı altına alınacaktır.

Bu nedenle Suriye’nin sistem olarak daha demokratik bir yapıya kavuşarak tek parça halinde kalması Türkiye’nin bekası için hayati önem taşımaktadır.

Yine konuya dönecek olursak;

Kayıtsız şartsız kapitalizmin hizmetinde olmaya müsait ve modern despotizm diyebileceğimiz bir sistem ülkemize en uygun sistem haline geldi de biz mi fark edemedik?

Örneklerini daha çok federatif yapılarda gördüğümüz başkanlık sistemine yönelik bu büyük aşkın sebebi nedir?

Kanaatim odur ki;

Parlamenter sistemde eksiklik ya da aksaklıklara bakıldığında; kimi günümüze hitap etmemesinden, zamanın gerisinde kalmasından ama kimisi de belli odakların bilinçli olarak sulandırmış olmasından kaynaklanmakta.

Tartışmaların konusu sadece parlamenter sistemle de sınırlı değil tabi ki.

Süregelen tartışmaların ana başlıklarından birisi de 82 Anayasasının değişmesi hususu elbette. Bu konuda da bütün siyasi partiler ve ülkenin tüm toplumsal kesimleri hemfikir.

Buna rağmen uzlaşı sağlanamaması ise ayrı bir gariplik.

Ancak bu garabetin mantıklı bir sebebi var!

Neyin yerine ne konulacağı noktasındaki dayatmalar karşısında, doğal refleks ile ortaya çıkan haklı endişeler, bu garabetin mantığını oluşturuyor.

Zaten tartışmalar ve restleşmeler de işte bu neyin yerine ne konulacağı noktasında başlıyor.

Bir tarafta “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen tek adam sultasındaki ve toplam nüfusun yarısını temsili olarak yok sayan  iktidar partisi, diğer tarafta gidişata bakarak niyet okuma telaşına düşmüş gibi lanse edilen muhalefet…

Sonuç; Çözümsüzlük.

Görevleri çözüm üretmek olan siyasilerin sergilediği bu çözümsüzlük tablosu karşısında ister istemez akıllara bir takım sorular geliyor.

Bunlardan biri;

Niçin mevcut parlementer sistemdeki aksaklık ve eksiklerin giderilmesi seçenek olarak telaffuz edilmiyor.

Diğeri ise yine niçin anayasada ülkenin kimyasını bozacak değişiklik yerine çağa ve ihtiyaca uygun tadil yolu seçenek olarak sunulmuyor?

Mesela niçin ilk olarak milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ile işe başlanmaz?

Niçin seçim sistemindeki baraj uygulaması ile milyonlara varan oyun başka partilere paylaştırılması gibi bir zulüm önlenmez?

Bu sorular yazık ki muhatap bulamıyor ama ABD’nde olduğu gibi göstermelik seçimler ve göstermelik adaylarla birkaç uluslararası şirketin (ailenin) çıkarlarına hizmet edecek başkanlara mahkûm olmamız ısrarla istenebiliyor.

Hatta istenmiyor, büyük bir iştahla adeta dayatılıyor!

Varsılın daha varsıl, yoksulun daha yoksul olacağı bir düzen hangi işçinin, hangi memurun, hangi köylü ya da esnafın işine gelir? Üstelik modern yoksul ya da modern köle edilmek istenen toplumun bu kesimleri ülke nüfusunun bir avuç imtiyazlı kesimini saymazsak tamamına yakınını kapsıyor.

Sistem bilinçli olarak ucubeye dönüştürülüyor, yasalar arkasına dolanmak marifetiyle hak ve adaletten arındırılıyor ve nihayetinde kurtuluş olarak sıkça tekrarlanan nakarat gibi “başkanlık” gündem olarak önümüze getiriliyor.

Yıllardır toplum işte bu istikamette hazırlanıyor.

Bir takım sözde din adamları halka dini referans göstererek yoksulluklarından şikayet etmemeleri yönünde telkin ederken diğer yanda siyasi kanat kapitalizmin zaferini ilan edeceği başkanlık sistemini uygulamak için uygun zemin yaratma telaşında.

Niyet hak ve adaletin eşit dağıtılması ise, niyet ülke yönetimini kendi halkı üstünde baskı kurmadan, demokrasiden taviz vermeden etkin şekilde yönetmek ve kağıt üzerinde kişi başına düşen milli gelir artarken yoksullaşan insan sayısındaki artışın önüne geçmek ise toplumu bu yönde şekillendirecek uygulamaların görülmesi beklenir.

Aksi halde atılacak her adım zengin ve yoksul arasında tamiri zor ayrışımı ve akabinde sınıf çatışmasını getirecektir.

Bu nedenle mevcut sistemin daha özgün hale getirilerek istismar edilmiş veya istismara açık yanları ortadan kaldırılması gerekir. Bütün bunlar yapılırken hak ve adalet örgüsü içinde toplumsal barış ve refahı, ülke çıkarları ve özetle sermaye yerine insan esas alınmalı.