BIST 9.717
DOLAR 32,53
EURO 34,93
ALTIN 2.439,83

Aynı mahalledeki, muhafazakar köşe yazarlarının ‘iletişimi’, kötü bir örnek!..

Toplumun değerlerine saygı duymak lazım…

GÜNCEL/KÖŞE YAZARLARI: Köşe yazarlarımız, kendilerini tüketmeye devam ediyorlar. Bir kez daha söylemek isteriz ki;

1/ MV’nin köşe yazarlığı yapmaları engellenmeli. Çünkü, MV’leri, her zaman istediği kanala çıkıp, düşüncelerini söyleyebiliyor....

2/ Köşe yazarı kendi yaptığı  program dışında (varsa), başka programa konuk olmamalı...

3/ Köşe yazarı bir programa katılmalı, gömlek değiştirip kanal kanal gezmemeli…

4/ 3. ve 4. mad. uyarsa, başka görüşte kişilerin kanallara çıkmasına imkan sağlamış olur…

5/ Köşe yazarları, ekrana çıkınca  ülkeyi  kurtarıyor gibi  hareketler yapmamalı, ekrana oynamamalı..

5/ Köşe yazarlarının fikirleri bilindiğinden  -yazılarından- izleyen için yeni bir şey olmuyor ve kanal değiştiriliyor.

7/ Köşe yazarları, ekrana çıkınca, kendilerine  göre karşı grupta olan kurumlarla/kişilerle/yazarlarla alay etmemeli, yukarıdan bakmamalı…

8/ Bugün arkalarına aldıkları rüzgarı kaybeden köşe yazarlarının, ne hale düştüğünü yakın tarihten öğrenmeli,

9/ 80 milyon nüfustan 3 milyon gazete okuruna ‘düşüşü’ kendilerinde aramalı…

Hükümeti destekleyen eski/yeni köşe yazarları arasındaki; sözlü savaş/birbirlerini şikayet/birbirlerini kovdurma çalışması devam ediyor. Bakalım sonu nereye varacak?!.. Biz, ortam yumuşasın; ‘sanat ve sosyal projeler öne geçsin’ istiyoruz, ama siyaset sürekli gündemi dolduruyor. Söylemek isteriz ki; gidiş iyiye alamet değil!....

Yeni örnekler;

AKP Ankara Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, sosyal medya hesabında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen Acun Ilıcalı ve Müge Anlı tarafından hazırlanan televizyon programlarını eleştirdi. Ünal, "Acun Ilıcalı, Müge Anlı ve benzerlerinin programlarının toplumsal dokuda yaptığı tahribat  PKK ve FETÖ tahribatı kadar büyük" dedi. Sn. Unal;  TBMM çoğunluğu ve hükümet elinizde, bu programların –evlilik programları dahil- zararları varsa, anlatın halka ve alın kararları… Elinizi tutan mı var Allah aşkına.

Konuyu Türkiye Gazetesi yazarı  Fatih Selek köşesine taşımış: “Cumhuriyet antropolog yazarı Tayfun Atay, onunla ilgili geçenlerde ilginç bir benzetmede bulundu. Acun’un "seküler bir afyon" olduğunu ve AK Parti adına toplumu uyuşturduğunu iddia eden Atay "O popüler kültür alanında bu iktidarın bayrağını dikecek bir Ulubatlı Hasan’dır" diyor. Oysa Acun’dan olsa olsa AK Parti'nin temsil ettiği kitleyi bombalamaya çalışan bir "Truva Atı" olur. Çatışma, yozlaşma, küfür, dedikodu, teşhircilik... Bunların hangisi hükûmete destek, topluma fayda sağlar?” dedi.

Bekir Coşkun, tepki çeken bir yazısında evet diyenleri aşağılamış, Ertuğrul  Özkök’te köşesinde  Bekir Coşkun’a çağrı yapmış;

“….BEKİR Coşkun arkadaşım...

Canım kardeşim....

Biliyorum, eminim referandumdan “Hayır” çıksın istiyorsun...

Samimiysen, gerçekten samimiysen, aman ha girme yine bu “göbeğini kaşıma”işine...

Açma o unutulmuş dosyayı yeniden...

Ama bakıyorum duramıyorsun....

Dün yine saydırıyorsun “Evet” oyu verecek insanlara...

Yine etmedik hakaret, yapmadık aşağılama bırakmamışsın...

Bil ki, sen hayır diye bunu yazdıkça, yazıların evete hizmet edecek...

Emin ol, evet oyu verecekleri övmeye başlasan, hayıra daha çok hizmet etmiş olursun...”

Bu arada C.Küçük (TGRT Haber,08.02.2017) fırtına gibi; “A.Taşgetiren başta olmak üzere bir çok yazarı Karar Gazetesine yazmaya” çağırdı  ve  “onların referandumdaki konumları belli oldu” dedi…Bir zamanlar el üstünde tutulanların toplandığı Karar Gazetesi yazarı İbrahim Kahveci; "……Bu köprü ve otoyol pahalılığı olduğu sürece tarımdaki fiyat artışlarını kimse çiftçide aramasın. Türkiye’de ucuz tüketimin yolu maalesef pahalı ulaşımla kapanmıştır" dedi. "Bizler vergi indirimi ve üretim teşviki kararları beklerken, ekonomi yönetiminden peş peşe yeni vergi artışları ve vergiler gelmeye başlamıştı. Ve de ekonomideki alev arttıkça arttı" diyen Kahveci, "Şimdi yeniden sorarım size; acaba böyle bir süreçte bir gazetenin yapabileceği daha ne olabilir? Bir gazete toplum ve ülkesi adına daha ne kadar iyiyi tavsiye edebilir? Hiçbir sorunu görmeyip “her şey çok güzel” derken boğaz köprüleri 7,0 lira yerine iki yıl önceki 3,5 liraya mı düşmüş oluyor? Yoksa, sorunları görmeyince köprüyü geçene kadar ücretlerimizi bir yerler mi ödüyor?" diye yazdı”

Oray Eğin’in “Oray Eğin'den iktidar medyasını tanıma rehberi...” başlıklı yazısı da bu savaşta kimin nerde durduğunu gösteriyor gibi!…

Gazeteci Cemil Barlas, twitterde; "Pelikan Mafyası'nın Ergenekon ve Fethullahçılık gibi bir cuntacılık belasının farklı bir versiyonu olarak halkın üzerine çökeceğini" savunan Yeni Akit yazarı Kenan Alpay'a yönelik olarak "Olmayan bir şeyi FETÖ ile eşitleyen olsa olsa kripto FETÖ'cüdür. Sümüklü FETÖ aklayıcısıdır. Başka alternatif yok"  demiş. Yeni Şafak gazetesi  köşe yazarı İsmail Kılıçaraslan’ın, “onlarla birklikte değil, onlara rağmen” başlıklı yazısı da fena!..  ve bu savaşın devam edeceğini gösteriyor.

Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, "Referandum çalışmalarını yürüten insanların zihninde 2010’da olduğu gibi o coşkulu demokrasi havasının yakalanamamış" ifadelerini kullanan Karar yazarı Mehmet Ocaktan'a sert çıkıştı. Bekir Bozdağ “hayır cephesi”ni açıklarken, bir kesimi es geçmiş...İçerideki arkadaşlar bunlar.

Daha doğrusu "içerideymiş gibi" yapıp AK Parti hükümetinin son bir yıllık icraatını eleştiren; ne eleştirmesi, "felaket" olarak gören; cari (!) kötü gidişatın sorumluluğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yıkan arkadaşlar...

Hani, "Başbakan değişmeseydi kredi notumuz düşmezdi, Başbakan değişmeseydi dolar yükselmezdi, Başbakan değişmeseydi 15 Temmuz felaketi yaşanmazdı" diyen arkadaşlar. Önümüzde bir referandum varmış. İyi düşünmeliymişiz. İyi düşünürsek, ne yönde oy kullanacağımıza daha sağlıklı karar verebilirmişiz. Mesela kendileri... Şimdilik “evet” diyorlarmış ama iyi düşünürlerse belki de “hayır” derlermiş... Görüyorsunuz değil mi? “Biz de AK Partiliyiz. Biz de Cumhurbaşkanlığı sistemini destekliyoruz, biz de ‘Reis’ diye ölüyoruz” diyorlar ama cambazlıkla, hokkabazlıkla, laf kalabalığına getirerek “hayır” diyorlar... “Sinsi” dendiğinde de kızıyorlar. Bu kesimden bir arkadaş da, bu referandumla, 12 Eylül 2010’da yapılan referandumu kıyaslamış. 12 Eylül referandumunda “demokrasi heyecanı” varmış. Bu referandumda yokmuş! Bunu diyen arkadaş, bir-iki hafta kadar önce, Cumhurbaşkanlığı sisteminin Hitler Almanya’sından esintiler taşıdığını yazıyordu. Hiç utanmıyordu. Utanmıyordu, çünkü bugün AK Parti’de nakısa saydığı hususların tümü (lider sultası, tek adam yönetimi, vs.) kendisinin milletvekili olduğu dönemde de geçerliydi. Listede yer bulabilseydi, özlediği demokrasi heyecanını mutlaka bu referandumda da bulacaktı. Liste dışı kalınca, demokrasi heyecanının yerini “Hitler esintileri” aldı….”

Ali Karahasanoğlu, Ömer Dinçer’e dokundurmuş; “…..Dün, belki kendisinin haberi bile olmadan.. Ölümüne savunduğumuz Ömer Dinçer’in, bugün savrulduğu noktada..

Sorasım geliyor, “Boşuna mı yorulmuşuz” diye..

Nedir beni bu soruya yönelten?

Bir süredir yazılarında, inceden inceye siyasi iktidara dokundurmalar yapıyor da…….

Düne kadar intihal ile suçlanıp..

Yerin dibine batırılan bir profesörün..

Akademik ünvanları bile elinden alınmak istenen bir akademisyenin..

Kendisini yargısız infaza tabi tutanlarla kol kola girip..

Düne kadar birlikte yürüdüğü insanlarla arasındaki küçük ihtilafları büyüterek..

İşi enaniyete dökerek, “Sen, ben” kavgasına dönüştürmesinin hiçbir manası yok..”

Fehmi Koru bir zamanların danışılan/paylaşılamayan yazardı, şimdi blogunda yazıyor…Yine bir zamanlar çok moda olan; kişilerin katılmak için can attığı, katılanların birbirini desteklediği, işlerinin rayına oturduğu/geliştiği/görevlere getirdiği  aylık fasıl toplantılarının mimarıydı. Herhalde şahit olduğu, takla atan bir çok kişiyi tanımıştır bu toplantılarda, bir gün yazarsa okuruz!... Akif Beki; kendisini (Koru’yu) sosyal medyadan yüklenen kişilere karşı savunan ‘Koşun muhafızlar Fehmi Abi kaçıyor' başlıklı bir yazı kaleme almıştı.

F.Koru,'Kaçmıyorum, üstelik meydan da okuyorum: Sizler neden artık yanımda değilsiniz?' balıklı yazısında şöyle yazmış: “Birileri beni rahatsız edeceğini düşündükleri her türlü küfür ve tezviratı sosyal medyayı kullanarak üzerime boca ediyorlar; moralim bozulsun diye…Oysa ben hiçbirini okumadığım için farkında bile olmuyorum.Yakınlarım ve dostlarım okuduklarında benim namıma üzülüyorlar; onları teselli etmek de bana düşüyor.Akif Beki de referandum konusundaki yazılarım üzerine o birilerinin sosyal medya bombardımanından etkilenmiş olmalı ki, dün, “Koşun muhafızlar Fehmi Abi kaçıyor” başlıklı bir yazı yazdı.Ben kaçmıyorum, hatta yerimden milim kıpırdamıyorum, ancak birlikte yola çıktığımız kişilerin savrulmalarını izlemek de ızdırap verici. Aynı gazetelerde, TV kanallarında çalıştığımız, ortak değerleri paylaştığımız –ya da benim paylaştığımızı sandığım– kişilerin…”

İçişleri Bakanı Sn.Soylu, "bu daha buzun üstü, gerekli temizliği yapamadık, bildiklerimi bilseniz uykunuz kaçar"  diyor.. Sonra da idarecilerden uygulama bekliyor, oysa gördüğümüz kadarıyla  idareciler korkuyor, gerekli mücadeleyi yapmıyorlar. TGRT Haber de,  Cem Küçük, "Kırgızistan Manas Üniversitesi’nin  FETÖ cü olduğunu, kapısında FETÖCÜ olmayan giremez! yazdığını” -mecazi olarak-  belirtti. Peki bu doğruysa; üniversitenin  Mütevelli Başkanı kim?!.. Şimdiki, görevi ne?!... C.Küçük’ün yukardaki  suçlamasına kimseden cevap gelmedi!... Bu nasıl mücadele diye soruluyor?!...

“Akit TV sunucusu Ahmet Keser'in 'Bidon kafa' Yılmaz Özdil, ve 'Pezevenk' Müjdat Gezen'in Sultan 2. Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu hakkındaki ahlaksız ifadelerine yönelik cevabı ‘Medya Maymunu’ Nihat Doğan’ı rahatsız etti. ‘Cahil Profesör’ Nihat Doğan, Ahmet Keser’in edepsizlere haddini bildirmesi sonrası Beyaz TV’de yayınlanan programda Akit’e dil uzatarak kurumumu hedef gösterdi. Soytarı Nihan Doğan’a en güzel yine Akit TV’den geldi.” Nihat Doğan’ın bir parti adına/lehine konuşması, muhafazakar Beyaz TV’de magazin-siyaset yorumcusu olması bu ülkede nasıl oluyor anlayamıyoruz…

Star Gazetesi  yazarı Ahmet Kekeç, Yeniçağ yazarlarına; Devlet Bahçeli’ye karşı en şedit muhalefeti MHPye yakın olduğu düşünülen çevreler; yani Yeniçağ gazetesinin keskin sirkeleri, Meral Akşenerciler, Beyaz Türkler, FETÖcüler, FETÖ’yle dirsek temasında olan “yerini bulamamış” ülkücüler yapıyor…. Bunlar, Bahçeli’nin desteğinden memnun olması gereken AK Partililer... Salih Tuna’nın ifadesiyle, “AKP’li fırıldaklar...”, Karar Gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan’a; “…Ne diyordu Başdanışman? Hani, yazdığı “kavramsal” yazılarla aklımızı başımızdan alan; bize hep “olgun”, “naif”, “bilge” yüzünü gösteren; ama sıkıştığında eski dostları hakkında “eşcinsel iması” yapacak kadar kendini düşüren adam...”  dedi…

Yeni Akit Yazarı Sinan Burhan’da durumdan şikayetçi; “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV), bir hadis-i şerifinde ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ buyuruyor. İslam Dini barış ve esenlik dinidir. Yine Peygamber Efendimiz ‘kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz’ buyuruyor. Oysa son günlerde bizim mahallede yaşananlara bakınca bu uyarıların dikkate alınmadığını üzülerek görüyorum.Bir trol dili, bir yaftalama, bir aşağılama görüyorum. Satılık, dönek, hain, sinsi, işbirlikçi gibi kelime ve kavramlar havada uçuşuyor. Bu üslup bir Müslümana yakışır bir üslup olamaz. Bu kavganın bizim medeniyetimize hiçbir faydası yok. Bu kavganın temelinde geçmişteki bir takım hesaplaşmalar, saf tutmalar, menfaat çatışması var…Kendi mahallemizin dışındakilerle ilgili cümle kurarken dikkatli olmalıyız. Onların şahıslarına, ailelerine, davalarına hakaret, küfür etmemeliyiz. Biz Müslümanız. Bizim elimizden ve dilimizden emin olunmalıdır. Biz Müslümanlar iyi insanlarız. O nedenle kavga, gürültü, hakaret bize yakışmaz. .”

Son noktayı H.B.Kahraman koymuş; “……Hangi gece, hangi kanalı açsam karşımda aynı isimleri görüyorum. Bir kanaldan kalkıp ötekine gidiyorlar. Bunlar profesörler, doçentler falan. (Zaten zavallıların bazıları gözlerini fal taşı gibi açıp ya avazları çıktığı kadar bağırıyor ya da kâğıttan okumaya kalkıyor, nedeni açık: söyleyecek daha fazla bir şeyleri yok, iş mahalle kavgasına, kabadayılığa dönmüş durumda.) Affedersiniz, bunlar bilgisi şöyle derya deniz, anlata anlata bitmez, dinlene dinlene tüketilmez kişilerdir de biz her akşam onların vaazını dinleyecek, onlar tarafından irşat edilecek, hidayet yolu gösterilecek zavallı yaratıklar mıyız? Yok canım, konuşanlara bakıyorum, tam tersine, onların aydınlatılmaya, öğretilmeye ihtiyacı var.Herkes televizyona çıkmalıdır. Bilim popüler hale getirilmelidir. Asla seçkinlerin elinde, kısıtlı bir çevrenin konusu olmamalıdır. Bilgi kamusaldır. Nitekim bu satırların yazarı da ekranlara çıkar, görüşünü söyler. Başkalarını da şiddetle teşvik eder görünsünler diye. Ama bilim, bilim olmalıdır. Hep söylendiği gibi bilimle şarlatanlık arasındaki fark kıl kadardır.Popüler derken popülist olursunuz, farkında olmazsınız...”

SON SÖZ: J.J.Rousseau’nun temel düşüncesi; “insanların mutlu ve temiz olarak doğduğu, ama toplum tarafından bozulduğu” şeklindedir.  Yıllar sonra  bu söz; insanların mutlu ve temiz olarak doğduğu, ama köşe yazarları tarafından bozulduğu” şeklinde hatırlanacak gibi…Gidişat bunu gösteriyor…Üzgünüz!...

SİYASETTE GENEL HAVA…

Ankara’da her bakan, referandumdan sonra,  Cumhurbaşkanlığı Yardımcısı olmanın garantisini almaya çalışıyormuş. Yeni dönemde Sn. T.Türkeş’in aktif bir görevde olmayacağını tahmin ediliyor ve hem AK Parti tabanında ve hem de MHP üst yönetiminden bu yönde istekler olduğu belirtiliyor. Biz de, AK Parti tarafından T.Türkeş’e  verilen sözlerin süresinin dolduğunu, geçerliğini yitirdiğini  tahmin ediyoruz. T.Türkeş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP'nin Ekmeleddin İhsanoğlu'nu ortak aday olarak çıkardığını ve İhsanoğlu'nun iki partinin oylarının toplamından daha düşük oy aldığını anımsatarak, şunları söyledi:  “Kendimize güveneceğiz, kendimiz çalışacağız. Kendi bileğimizin hakkıyla bunun neticesini Allah'ın izniyle alacağız ve bu işi böyle tamamlayacağız. Bunu çok iyi görmemiz ve anlamamız lazım. Oturup boş sohbette, 'oradan şu kadar oy gelse, buradan da şu gelse' buna güvenirseniz yarı yolda kalırsınız. Tarlayı kendiniz sürerseniz mahsulü alırsınız. Komşudan yardım bekleyen aç kalır, bunu bilin."(Basından) Ne demek istedi acaba? derken, cevap D. Bahçeli’den geldi;  İddia edildiği gibi, ele güvenen var mı bilmem. El kim onu da bilemem. Eğer el olarak görülen dün elele duranlar ise, bunu nankörlük sayarım. Aramızdayken el üstünde tutulanların yeni yuvalarında arkalarına dönüp geçmişine el muamelesi yapması bayağı ve bayat bir retoriktir. El sanılanlar aslında gelinen yerdir. El denilenler Türkiye’nin varlığına, Türk’ün kudretine bel bağlayanlardır. Sele dönenler anlayamaz.Ele güvenmeyelim güvenmemesine de, elaleme rezil olmaktansa millete güvenelim, inançlarımızdan gücümüzü alalım yeter. Yalnız olmak, kimsesiz olmak değildir. Millet arkamızda dursun, Allah esirgesin ve korusun fazlasıyla kafi gelecektir.” (Basından/15.02.2017)

Ankara'da; A.Gül, A.Davutoğlu, B.Arınç’a bel bağlayanlarda dikkatle izleniyormuş. Ah, makam, sen nelere kadirsin!…Kısaca; Ankara karma karışık…Kişiler; geldiği görevi beğenmiyor, bir üst görev için çabalıyor, hayret doğrusu!…(Önce geldiğini hazmet, başarılı ol!) Bizim müzik camiası da, referandumu paraya/popülerliğe çevirmeye çalışıyor, yaz festivallerini garanti altına almaya çalışıyor, ismi bilinmeyen ya da iş yapamayanlar siyasete selam çakıyor… “Özgün müzik sanatçısı Aykut Kuşkaya, "Türkiye'sin sen" ismiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ezgi yazmış. Ezgide, “Hakanımızsın Abdülhamit Han, liderimizsin Tayyip Erdoğan" ifadeleri yer alıyor.”  

Posta Gazetesi yazarı  Rauf Tamer’in “Dilin Kemiği” başlıklı yazısı da gerginliğin yersiz olduğunu anlatıyor.

AK Parti, referandumdan evet/hayır  da çıksa; hızla olağanüstü kongreye gitmeli. 2017 güz aylarında genel seçim yapılacağı/yapılması gerektiği  konusunda hala ısrarlıyız.

GÜNÜN SÖZÜ: “İdareci veya idare edilenler izafidir. İdareci, halkın faydasına olan şeyleri yapmaya mecburdur. İdarecinin kıyafet, şekil ve süetinin, akıl ve fikrinin keskinliğinin halk için önemi yoktur. İdareci demek; halkın işine bakan, faydası için çalışan, halk da; başlarında işlerine bakan idarecileri bulunan cemiyettir. Güzel idarecilik yapabiliyor, halkın faydasını gözetebiliyorsa, idarecilikten maksat ve gaye hasıl olmuştur. Aksi halde, idarecinin vücudu halk için zararlıdır.” (İbni Haldun)

Yazımızı, Buhurizade Mustafa Itri Efendi’nin, konumuza uygun olan, çok bilinen ve günümüzde de çok beğenilen/ söylenen  Segah/ Yürük semai eseri ile bitirelim:

“Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil

Girdi miftâh-ı der-i günc-i ma'ânî elime
Âleme bezz-i gevher eylesem itlâf değil

Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.”

Günümüz Türkçesi;

“Mucizeler söyleyen papağanım. Söyleyeceklerim laftan ibaret değil.
 Felekle söyleşemem çünkü içi dışı bir değil

Gönül ehlidir diyemem kalbi temiz olmayana.
Gönül ehillerinin birbirlerini tanımamaları insafa sığmaz.

Benim inci gibi sözlerimin kıymetini düşünen insanlar bilirler.
Devir desen, şu gelip geçici dünya hayatı desen, arkasında bir şey bırakmaz.

Geçti ya elime bir kez güzel nutuk atma hazinesinin hayırlı anahtarı,
Ayaktakımına değerli taşlar dikili dokumalar dağıtsam ziyan olmaz.

Sivrilikleri törpülenmiş saklı levhadır Nef'i'nin tertemiz lisanı,
Sadık dostların tabiatında olduğu gibi, küçük sahaf dükkanı gibi değil!”

Gelecek yazı: Müzikte “Absolut kulak” üzerine karışık  bir yazı…