BIST 9.525
DOLAR 32,70
EURO 34,77
ALTIN 2.521,13

Atatürk: Mühürcübaşı değilim!

Son günlerde Ankara'da yaşanan ilginç gelişmeler, Cumhuriyet tarihinde Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü arasındaki ipleri kopartan İnönü'nün başbakanlığının sonu olduğu bir tartışmayı aklıma getirdi..

Son günlerde Ankara'da yaşanan ilginç gelişmeler, Cumhuriyet tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü arasındaki ipleri kopartan İnönü'nün başbakanlığının sonu olduğu bir tartışmayı aklıma getirdi.

Bardağı taşıran son damla gibiydi..

Gelin tarihi vesikalardan okuyalım..

***  

18 Eylül 1937’de, Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılması planlanan fabrika hakkında çiftlik müdürü Tahsin ve Hasan Rıza Soyak’tan bilgi almıştı. Bu kişiler, fabrikanın verimli olabilmesi için devletin işin içine girmesi gerektiğini, hatta İstanbul’daki Bomonti fabrikasının da devletçe satın alınmasını gerekli görüyorlardı.  

Halbuki İnönü buna baştan beri karşıydı. 
 
O sırada orada bulunan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya konuşmaları İsmet Paşa’ya aktarınca olanlar olmuştu. O günün akşamı, söz çiftlik ve bira fabrikasına gelince, İsmet Paşa gayet sinirli bir şekilde, kendisinden aldığı bilgilerden yetinmeyerek çiftlik müdüründen fikir aldığı için Atatürk’e sitem etmiş ve Hasan Rıza Soyak’ın anlattığına göre, “Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar...” demişti. Yanındakilere alçak sesle “Yahu İsmet Paşa’ya ne olmuş, kendisini çok asabi görüyorum” diyen Atatürk, olayın büyümemesi için sofrayı erken dağıtmıştı. 

                                                             ***   
 
Gece olaysız kapanmıştı ama konuklar gittikten sonra olanları, Salih Bozok’la birlikte köşkte kalan Kılıç Ali şöyle anlatmıştı: 
 
Önce Atatürk’ün sesi duyuldu:

‘Neydi o sofradaki afra tafranız Paşa Hazretleri? Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin bakalım!’  

İsmet Paşa, çok yavaş sesle konuşuyordu.

Dediklerini iyice duyamıyordum.  

Tek tük kulağıma ‘hükümet işleri’, ‘azarlanmak’ gibi kelimeler çarpıyordu.  

Atatürk’ün sesi tekrar yükseldi:

 ‘Ne demek hükümet azası? Ya benim Devlet Reisi olarak görevim nedir? Yaaa! Demek öyle! Siz bildiğiniz gibi  işleri yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcü başısı olacağım! Öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği? Böyle mi memleket idare edeceksin? Başvekil demek layüsel (dokunulmaz) demek değildir. Elbette yaptığı işler tenkit edilecek. Tenkit edeceklerin en başında da ben geliyorum! Beğenmediklerimi söyleyeceğim, düzelteceksiniz. Sizin göreviniz bu.’  

Yine İsmet Paşa konuşmaya başladı.  

Hükümeti savunmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

 Atatürk on dakika kadar kendisini dinledi, sonra:

‘Siz yorulmuşsunuz Paşa!... Sinirleriniz bozulmuş!.. Yalnız sinirleriniz olsa yine de zarar vermez ama düşünce selametini de kaybetmişsiniz! Acele dinlenmeğe ihtiyacınız var! Size izin veriyorum, yerinize kimin vekâlet edeceğini yarın ajanstan öğrenirsiniz!’...” 

                                                             ***
 
Yakup Kadri bu konuşmadan sonra yanlarından başı öne eğik şekilde geçen İsmet Paşa’nın gece Salih Bozok’un odasına gittiğini, kendisinin de yan odadan konuşmaları duyabildiğini  belirtiyor.  

Yakup Kadri’ye göre İsmet Paşa, Atatürk’e ne kadar bağlı olduğunu, bu göreve kendisini onun getirdiğini, dolayısıyla da onun görevden almasının doğal olduğunu ancak kovulmasının kamuoyunun nezdinde itibarını yerle bir edeceğini söylüyor ve kendisine şereflice çekilme fırsatı verilmesini rica ediyordu.  

İsmet Paşa’nın bulduğu formül, yorgunluk mazeretiyle iki haftalık bir doktor raporu almak, ardından da istifa etmekti. Salih Bozok, Atatürk’ü uyandırmış ve teklifi iletmişti. Atatürk önce, “Hadi de ya! Sofrada poz üstüne poz atıyordu. Neden amana düştü bakalım!” demiş ama sonra teklifi kabul etmişti.
 
19 Eylül 1937’de Atatürk ve mahiyeti, II. Tarih Kongresi’ne katılmak üzere Ankara’dan İstanbul’a hareket etti. Trende İnönü de vardı. Şevket Süreyya Aydemir’e göre, tren hareket ettikten bir süre sonra Atatürk, “Bizi Paşa’yla yalnız bırakınız” demişti. İki adam bir süre arkadaki salonda konuşmuşlardı. Diğerleri sofrada bekliyordu. Bir süre sonra İnönü görünmüştü. Yüzünde herhangi bir özel ifade yoktu. Sofraya oturmamıştı. Az sonra Atatürk gelmiş ve sofradakilere “Bu iş bitti!” demişti.  

İkilinin ne konuştuğunu ise İnönü hatıratında şöyle özetleyecekti: 
 
“... Trene girer girmez Atatürk beni yalnız yanına aldı. 'Akşam vuku bulan çekişmelere, hadiselere, tartışmalara kısaca işaret ederek, şimdiye kadar, beraber çalıştığımız zamanda pek çok defa kavga etmişizdir dedi. Ama bu kadar açıktan, bu kadar serti olmamıştı. Bu sebeple sizin çalışmanıza biraz aralık vermek doğru olacaktır' dedi. Ben, onun bu sözünün çok isabetli olduğunu söyleyerek atılgan bir tavırla, samimi bir tavırla karşıladım. Çok müteşekkir olurum dedim. Onun üzerine derhal benim yerime getirmek istediği zatın adını söyledi. Celal Beyi getireceğim dedi. Pek münasip olacağını, isabetli olacağını söyledim. ..” 


İnönü’ye göre, kış boyunca hemen her hafta kendisini köşke çağıran Atatürk’le ilişkileri, Atatürk’ün 1938 ilkbaharında İstanbul’a gitmesiyle kopmuştu. Kazım Özalp’e göre, Atatürk, hastalığı sırasında İnönü’nün kendisini ziyaret etmemesine çok üzülmüştü.. 

                                                               ***

Cumhuriyetin kurucusu iki kader arkadaşının ilginç anısı böyleydi..

Aslında başvekil başbakan İnönü'ye karşı Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk başkanlık  dersi veriyor gibi..

Fazla yoruma gerek yok

Çok şey anlatıyor...

Kıssadan hisse gibi..
 
Kaynakça: 2011; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, 2010; Şükrü Arslan, “Neden İnönü Değil, Niçin Bayar?”, Resmi Tarih Tartışmaları-3, Editörler: Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2007.