BIST 9.461
DOLAR 32,60
EURO 34,80
ALTIN 2.494,67

Asıl mesele; büyük şairlerin şiirlerini bestelemek!...(2)

Müzik ve dil, birbirlerinin özelliklerini taşır…

GÜNCEL/D.BAHÇELİ  KONUŞMALARI...

MHP Lideri D.Bahçeli,  konuşmalarında atasözleri ve deyimleri,  çok fazla  “alayını…” kelimesini kullanıyor. Rakiplerine sürekli deyimlerle  benzetme yapıyor, onlardan güç alıyor. Ama, bazen bu kadar da olmaz deniyor, basit bulunuyor…Etkili oluyor mu, bilmiyoruz? Yeni/teknolojik!  gençlerin kendisini dinlediğini sanmıyoruz…Ama, gruptaki konuşmalarında, o koca milletvekillerinin ayağa fırlaması ilginç görüntüler veriyor. Bakalım  siz ne düşüneceksiniz…Videolardan tesbit ettiğim örnekleri vermek istiyorum;
"Laf Etti Bal Kabağı, Koy Tabağa, Ye Sabaha."
“Deniz dalgasız, gemi dümensiz, CHP yalansız olmaz, olamaz.”
 “Göğe direk, denize kapak, CHP ve hayırsız ortaklarında da ahlak bulunamaz.”
"Bu CHP denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapacak kadar fütursuzdur"
“Barzani dikkat etsin, aklını başına alsın, gayrimeşru dayatmalarından vazgeçsin. Şayet Türk milletinin ayranı kabarırsa, milli ruhta mahfuz halde duran taarruz ruhu açığa çıkarsa hayat ona zindan olacaktır"
Araba devrildikten sonra, yol gösteren çok olurmuş”
“Demir, tavında dövülür.”
“Tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.”
“Düğüne gider, zurna beğenmezler.”
“Hamam girer, kurna beğenmezler.”
“Atlar nallanırken, kurbağa ayağını uzatırmış.”
“Yağ mı yoğurttan, yoğurt mu yağdan çıkar” yakında görürsünüz.”
“Leb demeden leblebiyi anların diyen gerizekalılar, mangalda kül bırakmamışlardır”
“Mukadderatımıza yan gözle bakan hayrını göremez. Mukadderatımıza tırpan sallayan hayat bulamaz.”
“Ankara’da post kavgasına tutuşmayalım,dost kazıklarını konuşmayalım.”
“Bu tipler yalnızca sütünü içerek avunsunlar, yetmezse arkasından gidip kumda oynasınlar.”
“Siyaset kısa metrajlı bir film değildir.Siyaset kısa menzilli bir koşu değildir.Siyaset dünyalıklarımızı yığma vesilesi değildir.Siyaset çıkarların galası, yalanların borsası, onursuzluğun düeti haram ve hıyanetin resmigeçidi değildir.”
“Akıllarını baştan alırız. İlk molada kayış atmayız. İlk yokuşta su kaynatmaz. İlk sarsıntıda sağa sola kaçışmaz. İlk durakta inmez. İlk virajda savrulmayız.”
“Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmazmış. Ben de diyorum ki zehirli niyetleri olanlar da milli öfkeden kurtarılamaz.”
“Sözüne dikkat et ki başın gitmesin, dilini tut ki dişin kırılmasın.”
“Dil aslandır, bak eşikte yatar; ey ev sahibi, dikkat et, senin başını yer.”

Güncel olaylardan ara verdiğimiz konumuza devam ediyoruz…

Popüler kültür, baskın bir vaziyette, halkımıza şiir diye birtakım anlamsız-içeriksiz-ruhsuz dörtlükleri, müziğin olağanüstü gücüyle süsleyerek vermeye devam ediyor. Keşke; tarihimizi, büyük şairlerimizin şiirlerini, besteleri bir dinleselerdi, acaba utanırlar mıydı?

Sanmıyoruz!....

Ama en  azından  aranjman, Türkçe sözlü  hafif müzik v.b. adlarla  yapılan bestelere bir baksalar,  kimlerin şiirleri  kullanılmış öğrenseler…Örnek mi;

Leylim Ley; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Zülfü Livaneli,

-Kara Yazı; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Ahmet Kaya,

- Çocuklar Gibi; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Ali Kocatepe,

- Melankoli: Söz; Sabahattin Ali, Beste: Ali Kocatepe,

- Geçmiyor Günler; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Kerem Güney,

- Aldırma Gönül; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Kerem Güney,

- Dağlar;  Söz: Sabahattin Ali, Beste: Ali Kocatepe,

- Ben Sana Vurgunum; Söz: Sabahattin Ali, Beste: Ali Kocatepe,

-Dağlar Dağlar; Nezahat Bayram’ın 1950’li yıllarda söylediği Cano Cano adlı anonim türküden alıntıdır.

 Ülkemizde, halk müziği; aşıklar ve türkü yakıcılarla gelişir ve değişirken, Türk müziği ise; padişahlar tarafından desteklenmiş, besteleri yapılmış, saraylardan/konaklardan şehirlere girmiş ve üniversiteli gençlerin askerliklerini şehirlerde ( özellikle İstanbul’da) yaparak,  köylerine gitmesi ile yayılma alanı bulmuştur.

Geçmişte bestecilerin, bestelerinde kullanmak üzere seçtikleri eserler hep büyük şairlerin şiirleri  olmuştur. Bestelerde; anlamlı, içeriği dolgun, konuyu iyi anlatan, vurgulu şiirler kullanılmıştır. Müziğin-edebiyatla kullanımından doğan güçle yapılan besteler, o güçlü örgüsüyle asırlardır unutulmadan günümüze gelmişlerdir.

Büyük, milli şairimiz, İstiklal Marşı yazarımız, M.A.Ersoy’un vatan/millet üzerine çok şiiri vardır. O şiirlerdeki anlamı müzikle ifade etmek gerçekten zordur. Ama, birkaç bestekarımız bunu başarmıştır. 

Yahya Kemal Beyatlı’nın, günümüze kadar değerinden bir gram dahi eksilmeden gelmiş şiiri, Münir Nureddin Selçuk’un gönlünde ve sesinde  doruğa ulaşmıştır;

  “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
  Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
  Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
  Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
 
  Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
  Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
  Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
  Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”

İşte Behçet Kemal Çağlar’ın olağanüstü bir şiiri ve yine M.N.Selçuk’tan, çok iyi örülmüş bir bestesi;

“Yok başka yerin lütfü ne yazdan ne de kıştan
Yok başka yerin lütfü ne yazdan ne de kıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamıştan
Ah Kalamıştan

Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamıştan
Ah Kalamıştan

Istanbulu sevmezse gönül aşkı ne anlar
Aşkı ne anlar
Düşsün suya yer yer erisin eski zemanlar
Eski zemanlar
Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar
Şarap rengi dumanlar
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Ah kalamıştan

Of off… fethettiniz ay parlayarak sen gülerekten
Gündüz koya sen gel gece kalsın a yanımda of of
Ses çıkmıyor artık ne kürekten ne yürekten
Emret güzelim istediğin şarkıyı emret of of
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamıştan
Ah Kalamıştan..”

Yahya Kemal Beyatlı’nın unutulmayan bir şiiri ve M.N. Selçuk bestesi;

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselli ile
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Gurûba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya aşk içinde harâb ol, ya şevk içinde gönül
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde, yâhut gül”

Dede Efendi’nin üç güzel bestesi;

“Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde

Ateş dökülürse yeridir âh serimde

Her Iâhza hayali duruyor didelerimde

Takdire nedir çâre bu varmış kaderimde”

(Beyati Mak./Ciğerimde, bir tomurcuk ağızlının yarası vardır. Ateş dökülse yeridir başımda. Hayali her an gözlerimde duruyor. Takdire ne çare ki, kaderimde bu varmış.)

“Ey çeşm-i hicr ile tenhalara saldın beni
Çün nafe bağrım hun edüp sevdalara saldın beni
Ey kamet-i serv-i seman salınmada ellerle sen
Haşrolmam dedikçe ben ferdalara saldın beni.”

(Hicaz Mak./Ayrılığın gözüyle tenhalara saldın beni, zayıf bağrımı kan edip (kanatıp) sevdalara saldın beni, ey endamlı uzun boylu yasemin ellerle salınma sen, kıyamet gününe kadar beraber olalım  yanlızlığa saldın beni)

“Zülfündedir benim baht-ı siyahım
Sende kaldı gece, gündüz nigahım
İncitirmiş seni meğer ki ahım
Seni sevdim odur benim günahım”

(Buselik Mak./Benim kara bahtım senin zülfündedir, senden başka bir şey düşünmüyor, gece gündüz bakışım sende kalıyor, incitirmiş seni meğerki ahım, seni sevmekmiş benim günahım)

Türk müziğinin en büyük bestekarı  Abdülkadir Meragi’nin bir Gazel’i;

“Ey can-ı cihan bahr-ı safa bizni unutma
V’ey mah-ı cebin mehr-lika bizni unutma 
Hak-dın dileyur can ü gönül ömrün uzakı
Virdüm bu durur subh-ı mesa bizni unutma
Ol dem ki yüzüng birse şeha hüsn zekatı
Ger bolmaya hazır bu geda bizni unutma
Ayrılmadı canum kılıç ile işigünhdür
Ger çarh-ı felek kıldı cuda bizni unutma
Bardur ger mundın bu kadar bizge tevakku’
Ger saldı cuda bizni kaza bizni unutma
Bir ömür niçin dilerüz ez Hakk be duaha
Sen ıys kıl u ruh-feza bizni unutma
Hecrüng kıladur her nefesi sinemi mecruh
Bir gil bu cerahatga deva bizni unutma.”

Buhurizade Mustafa Itri Efendi’nin, çok bilinen ve günümüzde de söylenen  Segah/ Yürük semai eseri:

“Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil

Girdi miftâh-ı der-i günc-i ma'ânî elime
Âleme bezz-i gevher eylesem itlâf değil

Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.”

Günümüz Türkçesi ise şöyle;

“Mucizeler söyleyen papağanım. Söyleyeceklerim laftan ibaret değil.
 Felekle söyleşemem çünkü içi dışı bir değil

Gönül ehlidir diyemem kalbi temiz olmayana.
Gönül ehillerinin birbirlerini tanımamaları insafa sığmaz.

Benim inci gibi sözlerimin kıymetini düşünen insanlar bilirler.
Devir desen, şu gelip geçici dünya hayatı desen, arkasında bir şey bırakmaz.

Geçti ya elime bir kez güzel nutuk atma hazinesinin hayırlı anahtarı,
Ayak takımına değerli taşlar dikili dokumalar dağıtsam ziyan olmaz.

Sivrilikleri törpülenmiş saklı levhadır Nef'i'nin tertemiz lisanı,
Sadık dostların tabiatında olduğu gibi, küçük sahaf dükkanı gibi değil!”

EDEBİYATÇI  ARADA KAYNIYOR MU?!..

Ülkemizde popüler kültürün baskısı o kadar yoğun ki, ödül almış besteler/yazarlar/kişiler saman alevi gibi konuşulup, çöpe atılıyor. Buna maalesef ülkemizi yönetenlerde paye veriyor. M.S.Çoban, Ödüllü yazar Başar Başarır ile bir röportaj yapmış. Biz kısa bir bölümü vermek istiyoruz.

“Öyküleriyle edebiyatımızda önemli bir yerde duran Başar Başarır, ilk romanı Sibop'ta "Bu memlekette korkmadan ağzını açabileceğin tek yer hususi dişçidir. Çenesini tutamayan daima kaybeder" diyor. Başarır ile öykülerinden romanına uzanan fay hatları, eserlerindeki gerilim noktaları, geçmiş ve bir hayalet olarak adalet üzerine konuştuk.….Baktığımızda, 25 yıllık bir yazı kariyeri ve 10 kitap, ülkenin çok önemli ödüllerine değer görülmüş bir yazar. Öykünün önemli isimlerinden biri kabul ediliyorsunuz. Buna karşın, kitaplarınızın tüm gerilimleriyle, eksikleriyle gedikleriyle, zaafları ve meselesiyle etraflıca incelendiğini, eleştirildiğini düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum. Ama bu tabii ki herkese kısmet olacak bir şey değil. Olmuyor. Son dönemde zaten hemen hemen hiç kimseye olmuyor da... Eğer köklü bir geleneğin önemli bir yapıtaşı hâline gelmediyseniz, edebiyatçı arada kaynayıp gidiyor. Okur da çok hızlı unutuyor. Ben şimdi üç sene önce bir kitap çıkarmış ve o kitapla da önemli bir ödül almış bir adam olarak beni kimsenin hatırlamadığını dehşetle fark ediyorum. Gençler bilmiyorlar zaten, duymamışlar adımı. Diğer makina da çalışmıyor; yapıtı alıp inceleyip, gerekirse yerden yere vurup, sayfalarını yırtıp duvara çarpan bir şey de yok. Dolayısıyla üç yılda bir, Sisifos söylenindeki gibi, taşı dağın tepesine yeniden yuvarlamaya çalışıyoruz. Yanlış anlaşılmaktan korkarım; herkes Başar Başarır'ı okusun gibi bir hedefim de yok, öyle bir derdim de yok.”