BIST 9.525
DOLAR 32,56
EURO 34,70
ALTIN 2.501,34

Allah'ın bildiğini kuldan saklayanlar

Lise yıllarımda ’’Manyak’’ diye bir roman okumuştum. Romanın yazarını hatırlamıyorum ama okurken gören ağabeyimin, ’’manyak mısın kızım sen?’’ dediğini çok iyi hatırlıyorum…

Lise yıllarımda ’’Manyak’’ diye bir roman okumuştum. Romanın yazarını hatırlamıyorum ama okurken gören ağabeyimin, ’’manyak mısın kızım sen?’’ dediğini çok iyi hatırlıyorum…

Romanda iki baş kahraman vardı ve olaylar bunların etrafında şekilleniyordu. Hani bazı romanlar vardır filmler gibi, sonunu tahmin edersiniz hemen. Hatta ’’hay ben bu senaryoyu yazanın…’’ diye söylenirsiniz. Ne bilim işte ! Büyü kaçar, aşkın büyüsünün kaçması gibi, bildiğiniz yazarın kendini tekrarlaması gibi, sonu keyifsizlik…Yani sayın okur, bu roman farklıydı. Romanın son sayfalarına kadar bu iki baş karakterin aynı kişi olduğunu anlamıyorsunuz. Anladığınızda da hooop roman bitiyor ve şu keskin duygu ’’lanet olsun burada bitmemeliydi!’’

Yarım kalmışlık duygusu gibi. Aşkın Romans’ı gibi (Tülay Bilginer) romanı okumuyorsunuz o sizin canınıza okuyor, öykünün içinde tam kaybolmuşken, sizi duvara fırlatıp ’’SON’’ yazıyor, böyle büyük harflerle.

Gerçek hayatta da aynen öyle değil mi? Okuduğumuz kitapların, izlediğimiz filmlerin gidişatına göre sonunu veya bir sonraki adımını tahmin eden insanoğlu, kendi ve/ya çevresi etrafında gelişen olayları az buçuk yanılma payıyla görmez mi?

Görür! net.

Ama her zaman değil…

İnsan aynı zamanda kendini çok iyi saklayabilir de.

Facebook manifestosu gibi.

Ne kadar kendini gösterdiğinsin?

Yazar arkadaşım Sevim Gözay’ın Facebook iletisi gözüme çarptı "bu fb statüler hastane gibi görünüyor gözüme, yaralı ve yoğun bakımda ki egoların update direnişi, ilgi bağımlısı zamane insanının hayatta kalma içgüdüsü’’ yazmış. İyi de etmiş.

Kadın veya erkek, ilgiyi ve alakayı neden eşinden/çocuğundan/sevgilisinden,yani ailesinden beklemez de, Facebook’daki takipçileri tarafından bunu talep eder?

Geçtiğimiz günlerde özel bir şirkette bilgi işlem yöneticisi olarak çalışan Ali Ş. iki senelik eşine Facebook yüzünden boşanma davası, ardından 500 bin Lira maddi, 500 bin Lira’da manevi tazminat davası açtı. Ali Ş.’nin iddiası; eşinin Facebook ve Messenger’dan birçok erkekle mesajlaşıp konuştuğunu tespit ettiğini, bu durumu eşine sorduğunda eşinin evi terk edip hemen profilindeki evli ibaresini değiştirip bekar yazdığını, yine Facebook’dan arkadaşı olan M.K.’nın kendisini telefonla arayarak tehdit ve hakaret ettiğini öne sürdü.
Aldatıldığına dair verilerin çoğalmasından sonra iş hayatında büyük problemler yaşayan, kendini işine veremediğinden verimsizlik sonucu işten atılan Ali Ş.’nin aslında şu söyledikleri oldukça düşündürücü: ’’Eşim sosyal paylaşım sitelerinde konuşmayı, zaman geçirmeyi ailesine tercih ediyordu’’.

İşte artık alışılagelmiş bir boşanma hikayesi.

Bu günümüzün post modern hastalığı mıdır?

Facebook farklı bir platform. Artık ilişkilerin ve evliliklerin bitiş nedenlerinde ilk sırayı alan ve evli kadınların/evli erkeklerin dahi rahatlıkla fink atabildiği bu platformu şimdilik serbest bırakıp asıl konu insanın insanı tanımaması, tanıdığınızı sandığınız insanın aslında başka biri olması gerçeğine dönüş yapmak istiyorum.

Birileri ölür gider, yakınları cenazeye gider. Ne kadar yakındır gidenle kalan ? Otuz senelik kocası/karısı vefat etmiştir, ne kadar yakın olabilmişlerdir eşler. Belki de hiç tanımadığı, ’’O’’ zannettiği kişi tüm bilinmezlikleriyle ölüp gitmiştir.

Boşanma vakalarında ne kadar sık duyarız ’’yirmi senelik kocamı tanıyamamışım’’ veya erkeğe özgü ’’kadın yılanmış’’ laflarını.

İnsan kendini saklayabilir. Kişiliğini/karakterini en güçlü oyuncu edasıyla gizleyebilir. Bu durum hepimizin karşılaştığı bir fenomendir. Bazen kişinin kendini saklaması, onun tekliğinin, biricikliğinin, kişilik gelişiminin derinlik kazanması olduğu gibi, her türlü yalanın ve sahteliğin de kaynağı olabilir.

Yahut, kendini saklama dürtüsü, sosyal baskı, beğenilmeme korkusu gibi kişilik zayıflığından, kötü niyetten de kaynaklanabilir.

Sorun tam da kendini saklama dürtüsünün dozundadır. Duygu/düşünceleri ve kendini bir bütün olarak saklamak, hastalıklı bir hal alabilir ve bu tür insanlar, eylemleri, konuşmaları, mimikleri ile zamanla kendilerini ele verirler.

Diğer taraftan, İnsanın ’’İntim’’(gizli,mahrem) alanı öyle bir alandır ki, insan bu tarafını mezara kadar götürebilir. Şahsi fikrim götürsündür.

Erkekten çok kadın kendini profesyonel gizleyendir. Kıvrak zekası devreye girer ve istediği ile istediği gibi oynayabilir.

Kendini sarraf zanneden kişilerin dahi yanıldığı durumlar olabilir. 2005 yılında bir dergi için yaptığım röportajda, boşanmakta olan bir kadının kocası tarafından mağdur duruma düşürülmesini yazmıştım. Mağdurdu, anlattıkları bana göre kayıtsız/şartsız doğruydu. Dışarıdan görünüşüyle, iyi/şefkatli/hoş/çalışkan/ahlaklı ve çocuğuna son derece düşkün bu kadının aslında göründüğünden çok farklı bir karakter olduğunu anlamam ve kafamın karışması ve buna benzer hikayeler silsilesi.

Çok fazla hikayeye tanık olmak, tanıştığınız insanlara karşı kafada her türlü soru işaretine sebep olsa da inanın hata yapma riskiniz, yanlış anlama riskiniz hemen hemen sıfırlanıyor.
’’Önyargı’’ kabul ediyorum, egoistçe bir duygu olsa da, koruyucu olduğunu da söyleyebilirim. Üstelik gerçek hayatta iki kişiliğin aynı insan olabilme varsayımını anlamak için romanın son sayfasına gelmeye de gerek yoktur.

RAMAZAN/İFTAR

Ahmet Hakan yazmış; ’’İftar vakti Bodrum’ un en nadide balık lokantalarından biri, fazla kalabalık yok, bazı masalarda demlenmeye başlanmış, bazı masalarda iftar ezanını bekliyor, işte böyle Ramazan’da Bodrum’’ diye yazmış.

Bodrum sinek avlıyormuş. Ama olayın rengi başka. Herkes kendini Yunan adalarına atmış. Neden mi? Çoğunun devletle işi gücü var, göz önünde olmak istemiyorlarmış.

’’Allah’ın bildiğini kuldan saklamak’’ teriminin cuk oturduğu bu durumda, insanın kendini saklama hikayesinin de sonsuzluğuna tanık oluyoruz.